Menu
'BİR ZEVK-İ TAHATTUR'
Deneme/İnceleme/Eleştiri • 'BİR ZEVK-İ TAHATTUR'

'BİR ZEVK-İ TAHATTUR'

Necat Aydoğan’a

“Sanat, özgürlüktür. Düşüncenize, esas tasarımınıza, renk seçiminize kimse müdahale edemez. O dünya çok farklı…” Necat Aydoğan

Özgürlük kadar insana yakışan bir başka şeyin olduğu her hâlde söylenemez. Öyle ki insan adeta, bu yeryüzü macerasında kendi özgürlüğüne doğru giden yolun yolcusu olarak vardır. Ne var ki yaşamın insanı yüz yüze bıraktığı kimi durumlarda kesinlik ve zorunlulukların olduğunu herkesler görüyor. Oysa özgürlüğün olduğu yerde en az iki şeyin olamayacağının altı ısrarla çizilir: “Kesinlik ve zorunluluk.” Gramatikal düzlemde bile bu ikisi, özgür düşünebilmenin önünü tıkayan temel iki husus olarak görülür.

Üstesinden gelinemeyen her şey konusunda insan ruhunu sükûna erdiren tecrübeler var. Bir başkasını kendimize benzetmek eğilimimizden kurtulduğumuzda herkeslerin kendileri olarak hayata katılabilmelerine tahammül edebilecek düzeye erişiyoruz. Tahammülsüzlüğümüzün gerisinde farklı olanın bize verdiği rahatsızlık var. Bu rahatsızlık büyük ölçüde farklı olanın verdiği kaygıya dayanır. Oysa yaşam, farklı olanın verdiği kaygıya katlanabilmeyi de içerir. Ve bu kaygıya rağmen bir başkasını kendimiz gibi yapmak eğiliminden sıyrıldığımızda sahici bir davranış içine girmiş oluyoruz. Çünkü başkasına müdahale etmekten vazgeçişin ne denli sükûna erdirici bir çaba olduğunu hissettiğimiz yerde özgürlüğün o narin yüzeyine yüreğimizin değmiş olduğunu sezebiliyoruz. Hırsımız da azalıyor hıncımız da. Kendi içine doğru bükülen bir yola girmiş gibi oluyoruz. Tahakkümün vahşi hazzından sıyrılıyor, insanın önünde acziyetini duyduğu ölüm ve sonsuzlukla yüz yüze geliyoruz.

Modern zamanlarda geleneğin izini süren sevgili Necat Aydoğan ile yaptığımız ropörtajın(1) metin kısmı bir gece yarısı kitaplığımdan rastgele elime aldığım bir kitabın sayfaları arasında karşıma çıktı. Yukarıda alıntılanmış ifadeler bu metinde yer alıyor. Bu yazıyı ilham eden şey de el yazısıyla kaleme alınmış metinde yer alan bu ifadelerdir. Zira bugün sanat ve özgürlük arasında kurulan ilişkinin ‘müdahale’ ana kavramının dolayımında ele alınıyor olmasına duyduğum hayranlığı itiraf etmeliyim.

Sanatın bir bakıma doğaya eklemlenmiş yeni bir üst doğa olduğu biçimindeki görüşü dile getiren Nietzsche, onun doğanın taklidi olmaktan çok doğada ve ona rağmen oluşturulmuş bir üst anlatı olduğu tezini savunur. Günlük hayatta insanın yapıp eyleyemediği birçok şeyin bir sanat faaliyeti sırasında insanın meşgalesine dönüşüverdiği görülür. Son tahlilde sanat, insanın üstesinden gelemediği şeylerden sanat aracılığıyla intikam aldığı şeklindedir. Binyıllarca anlatılagelen masallarda, efsanelerde hep iyilerin kazanıyor olması tesadüf sayılmaz. Bu hâliyle bir oyun alanına dönüşen sanat faaliyeti, bir oyun olan dünya hayatının çekilebilir kılınması için oyun içinde yeni bir oyun alanı üretmeye tekabül ediyor. Umberto Eco da anlatıyı bir oyuna benzetir ve önemli olan oyunda kalmaktır, tezini ileri sürer. Çünkü her oyunun kuralı sadece o oyun için geçerlidir. Demek ki her sanat faaliyeti kendi içinde bağımsız bir oyun alanı inşâ ediyor. Bu başka oyun kurallarının geçerli olmadığı yeni bir oyun alanı anlamına gelir. Sevgili Necat Aydoğan’ın yukarıya alıntılanmış ifadeleriyle kimsenin müdahale edemediği bir alan. Sanatkâr duyarlılığın naiv seyrinde herhalde bu müdahale edilemez alanın sanıldığından fazla önemli olduğunu söylemek abartı sayılmaz. Zira insan, başkalarından ötürü yorulur. Kendini başkaları üzerinden var ediyor olduğu kadar kendini başkaları yüzünden de tüketiyor. Tüm acılara rağmen insan, düşüncesine, tasarımına, renk seçimine müdahale edilmeyen bir alanda, kendine adeta özerk bir alan var ederek orada kendini inşa ediyor. Yaşamın insan üzerindeki tazyikinin kırıldığı narin bir temrin sahası olarak sanat, böylece insan özgürlüğüne küçük de olsa bir kapı aralıyor.

Sonunda insana kalacak olan nedir, bilemiyoruz lakin Haşim, bu sönen, gölgelenen dünyada insana kalan şeyin bir ‘zevk-i tahattur’ olduğunu söyler. Hatıralarla büyüyen düşler belki de Kafka’nın dediği gibi bir ölü gelinin başkalarına göründüğü gibi görünmeye başlar kendimize. Kafkaesk bir dil içinden hatıraların görünüşlerinin ürpertici olmadığını söylemek zor fakat Haşim’in dilindeki hüzünlü bir içe bükülüşle her şeyin sonunda bir ‘zevk-i tahattur’dan ibaret olduğunun zavallı tanıklarından başka neyiz ki…

Ümid ediyorum bir gün bu çok değerli sanatkârımızın eserleriyle ilgili vukufîyetli bir çalışma yapılır.

NOT:

(1)Bu ropörtajın bir bölümü Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanmıştı. “http://www.yenisafak.com/arsiv/2001/temmuz/30/k2.html” Eğitimde Bitlis Dergisi’nde ise hakeza ropörtajın bir bölümü sanatkarın eserlerinin resimleriyle birlikte verilmişti. Eğitimde Bitlis Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, Ocak-Şubat-Mart-Nisan 2005. Sh. 53-56