Menu
İLİKLERİNE ACI İŞLEMİŞ ÖYKÜLER: VİCDAN SIZLAR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • İLİKLERİNE ACI İŞLEMİŞ ÖYKÜLER: VİCDAN SIZLAR

İLİKLERİNE ACI İŞLEMİŞ ÖYKÜLER: VİCDAN SIZLAR

Güray Süngü, öykü ve roman türünde vermiş olduğu eserlerle tanıdığımız bir kalem. Öykü türünün romancı doğurması, öykülerin ilerleyen safhalarda romana evrilmesi alışılmış bir durumdur. Süngü’nün öyküsü, üç roman kitabının ardından gelmiştir. Bu yönüyle farklı bir kalem olduğunu duyurmuştur; ancak Süngü’yü sıra dışı/nevi şahsına münhasır yapan asıl şey, anlatımıdır. Anlatımında, inanılmaz bir sadelik vardır. Kısa cümleler, günlük dilde kullanılan ifadeler onun anlatımının demirbaşlarıdır.

Süngü’nün karakterleri, bir şey yaparken tuhaf sesler çıkarabilirler, küfredebilirler, ani hareketlerde bulunabilirler, acımasız olabilirler, şiddette sınır tanımayabilirler, merhamette sınırı aşabilirler, ağlanacak hâllerine gülebilir, gülünecek hâllerine ağlayabilirler, bazen en hassas konuda duyarsız olabilir, hassasiyet gösterilemeyecek kadar önemsiz bir konuda aşırı duyarlı davranabilirler. Mazoşist karakterler, öykülerde bir cümleye, noktaya, sözcüğe, virgüle sığınmış ya da gizlenmiş bir hâldeyken birden okur karşısına çıkabilirler. Süngü, kelimelerle yaşanılanları görünür kılmaya çalışır. Acı, ölüm, sevinç, aşk, ayrılık, yüzleşme, utanma gibi soyut duygular, öykülerde görünür, dokunulur, izlenir hâle gelir. Okurda gerçek ve sarsıcı bir etki uyandırmaya çalışır. Anlatıcı, daima nefsi mütekellim sigasındadır. Sürekli olarak birinci tekil şahsın anlatıcı konumunda olması, anlatımı tekdüzeliğe düşürebilecekken Süngü’nün öykülerinde bu durum, etkili bir anlatım biçimine dönüşmüştür. Okurun karşısında, her şeye tanıklık eden, girmediği ortam ve tanışmadığı insan tipi kalmayan bir anlatıcı vardır. Bu anlatıcı, her şeyi kendi görüş alanından bakarak anlatmış, betimlemiş ve öykülemiştir.

Dezavantaj oluşturabilecek durumlar, öykülere farklılık katan unsurlar olmuştur. Öyküleme tarzında, yeni arayışlara girilmemesi, söyleyişte sanatlılıktan uzak durulması öyküde anlatılanların bir çırpıda yakalanmasını sağlar. Süngü’nün öykülerinde bu durum, tersine işlemiş, örtük bir anlatıma kapı aralamıştır. Öykücü, sözün en yalın/basit/sade hâliyle örtük bir anlatım formunu yakalamıştır. Süngü’nün öykülerinde ne anlatıldığı hissedilir, ancak yine de zihinde tam anlamıyla tasarlanamaz. Üstelik, tüm olay ve durumlar detaylı bir şekilde anlatılmasına rağmen, olaylar ve durumlar zihnin raylarına bir türlü oturtulamaz. Anlatıcı, okurla konuşuyormuşçasına bir tavır takınır. “Bunlar neden oldu? Dahası bunları ben neden anlattım? Ne bileyim, ‘napıyon Hilmi’ dediniz, anlattım.” Bazı öykülerde, öykü ve roman türüne ilişkin bilgiler verilir. “Buraları uzun uzun ve heyecanlandırarak, atmosfer kurarak anlatmam gerekiyor aslında, romanlarda bu sahneler böyle verilir ama ben öyle anlatmıyorum (…)”

Öykülerde, ana meseleden uzaklaşılıp başka konulara girilir. Bazen asıl anlatılmak ve söylenilmek istenilenden uzaklaşılır. Anlatıcı, bunu fark ettiğinde, asıl meseleye dönmek üzere “asıl diyeceğim bu değil”, “neyse bunu geçelim”, “…ama konumuz bu değil bu sebeple bu faslı geçiyoruz” gibi cümlelerle okurun dikkatini asıl meseleye çeker. Bir hatibin/öğretmenin ders anlatımında, dağıttığı konuyu toparlamak üzere söylediği bu uyarı cümleleri, onları dinleyenlerin dikkatini nasıl diri tutuyorsa, anlatıcının kullandığı bu taktik de öyküde diriliği sağlamıştır. Anlatıcı, anlattıklarının kalıcı olmasını sağlamak üzere çağrışım etkisi yaratıcı cümleler kurmuştur. “Hulusi Kentmen yerden taş alıp fırlattı 1onlara. Adamların ellerindeki makineli tüfekler Hulusi Kentmen’in attığı taşı görünce penguene dönüştüler.” Kötüler karşısında, iyilerin mucizeleri, olağanüstülükleri olur. Bu cümleler, Musa’nın asasının Firavun’un sihirbazları karşısında yılana dönüşmesini hatırlatır. “Zaten olmaktaydı olacak olan çünkü yaklaşmaktaydı gelecek olan.” cümlesinde, Kuranı Kerim’de “O saat” olarak bildirilen ve hızla yaklaştığı vurgulanan kıyamet çağrıştırılır. “Evvel Ahir Batın Zahir” öyküsünde, asıl rengin sahibini göremeyenlerin sadece gördükleri renkler karşısında birbirlerini boğazlamaları, insanın asıl olanı göremediğini anlatılır. Allah’ın her şeyin sahibi olduğu vurgusu yapılır. İnsanlık manzaralarının anlatıldığı “Evvel Ahir Batın Zahir” öyküsünde, dünyada ayartıcı, kandırıcı unsurların olduğu söylenir. “…insanlar renkliyken, hayat, eşyalar, doğa, arabalar, bütün bunlar renkliyken, kanıyorsun onlara, dedim. Nasıl kanıyorsun, dedi Kokik. Nasıl kanıyorum? Bunu ona anlatamazdım.”

Süngü, derin acılar yaşayan karakterleri öykülemiştir. “Küle Dön…” öyküsündeki ihtiyar, beşikteki yavrusunu farkında olmadan yakmıştır. Bu acı onu iyice çökertmiştir. Bireysel olarak yaşanan derin acıların dışında, insanlığın şahit olduğu kolektif acılar da öykülenir. Kolektif acıların bireydeki izdüşümleri, yansımaları anlatılır. “Unutursam” öyküsü, bu durumu en iyi açıklayan öyküdür. Öykülerde, zaman ve mekân kavramı karmaşık bir yapıdadır. Yeni evlenen birinin bir yıl sonra iki kızının olması, ertesi yıl kızını evlendirmesi; geçmişten gelen bir sesin bugüne düşmesi ve bugünü etkilemesi, bir çocuğun babasının ölümünden altı yıl sonra doğması zaman kavramının karmaşık bir yapıda olduğuna örnektir. Karakterlerin fiziksel özellikleri, onları anlatmada etkilidir. Kısa boylu, zayıf, gözlüklü gibi karakterlerin fiziksel özelliklerine başvurulur. Anlatımı etkili hâle getirmek için konuşma dili olduğu gibi yazıya aktarılır. Vağıl cığıl gibi değişik ikilemelerin yanında, belki de ilk kez bu öyküler aracılığıyla duyulan santara, sumpat, ığranmak gibi sözcükler kullanılarak okurun kelime dağarcığına zenginlik katılır. Beklenilmeyen, umulmayan öykü sonlarının yanında, olasılık taşıyan öykü sonlarına yer verilmiştir: “Lan” ve “Cana Kıymık” öykülerinde olduğu gibi. Kontrollü yazım yanlışları yapılmıştır; Asayiş berkemal yerine berkelam, bihaber yerine bi haber, afili yerine afilli, direkt yerine direk kelimelerinin kullanılması gibi.

Öykülerde, çürüme, insanlık durumları, bireysel sancılar, coğrafyanın sınırlarını aşan acılar anlatılmıştır. “Unutursam” öyküsünde, “Unutursam kalbim kurusun” cümlesiyle zihinlere kazınan kumsaldaki dört çocuk hatırlatılır. İnsanlık için gerekli olan şeyler, insanlığa basamak olan şeyler unutulursa çürüme başlar. “Unutursam”da, unutmanın ve alışmanın çürümeye götüreceği anlatılmıştır. “Bir süre böyle mutsuz ve azap içinde yaşadım. Ama her geçen gün azaldı azabım. Babam ölürse de böyle olacak dedim kendi kendime. Önce çok acıyacak. Sonra yavaş yavaş, her hafta, her ay, bir nebze daha azalacak acı. Sonra geçecek. Bir hastalık gibi atacağım mutsuzluğu üstümden, acıyı çıkaracağım içimden zamanla. Unutacağım.” “Vicdan Sızlar” öyküsünde, minik bedeni kıyıya vuran Aylan bebek hatırlatılır. Öykülerde, taşa dönmüş insanlar, hırt herifler, yağmacılar, mutsuzluk hastalığına yakalananlar, fakir ama gönlü zengin insanlarla karşılaşılır. “Yağmacılar” öyküsünde, semtin dönüşümü anlatılır. Mahallenin yerlileri yabancıları konumuna düşürülür. Sonradan gelip mahallenin huzurunu kaçıran zenginlerdir, asıl yağmacı onlardır; ama olan fakirlere olur, yaftalanmak, ezilmek fakirlerin bahtına düşer. “Mahallede…” öyküsünde, mahalleye bir mekân açılmıştır. Mekânın ne olduğunu bilmeyecek kadar saftır mahalleli. Pavyon, gece kulübü, bar, meyhane, gazino… ne olduğuna anlam veremedikleri bu mekân, mahallenin huzurunu kaçırmıştır. “Kibir” öyküsü, kitabın en açık, en dolambaçsız öyküsüdür. Egosu sürekli şişen bir bireyin yaşamı öykülenir. Karakterin kibri, öylesine almış başını gitmiştir ki, kibir duygusu, somut olarak vücudunda gözlemlenir olmuştur.

Sosyal medya, düşünürlerin, yazarların, şairlerin kolayca tüketildiği bir ortam olmuştur. “Cana Kıymık” öyküsünde, “değer tüketici” zihniyete inceden göndermeler vardır. “Mevlana moda olduğundan beri bir bitmediniz, yok kendine bak alemi gör, aleme bak Leyla’yı öttür. Nedir abi olayınız.” “Can ölmezse canan nasıl yaşasın. (Mevlana çok yaşasın, feysbuk çok yaşasın.)”

Vicdan Sızlar’da, zaman-mekân, hayal-gerçek birbirine geçmiştir. Öykücünün kurgulama yeteneği, ne anlattığının önündedir. Vicdanı sızlayan, vicdansızlık eden, vurdumduymaz davranan, acıyı tebessümle karşılayan, acısından tırlatan, acıyı iliklerine kadar hissettiği için acısından ne yaptığını bilmeyen karakterlerin dünyası, postmodern bir anlatımla öykülenmiştir. Zıtlıklar, aykırılıklar, birbirini bütünleyen parçalar, gerçeküstü kurmacanın imkânlarıyla sunulmuştur. Süngü’nün öykü ve roman diline okuya okuya aşina olanlar olduğu gibi, ilk okuyuşta kendini kaptıran, müptelası olanlar da var. Bir de Süngü’nün diline okuyup da acemi kalanlar var. Süngü, içinde yaşadığımız dünyayı, öyküye hem biçim olarak hem içerik olarak yedirmeyi başarmış bir kalemdir.

HATİCE EBRAR

İskenderun’da doğdu. Kahramanmaraşlı. Hece Öykü, İtibar, Yedi İklim, Türk Dili dergilerinde öykü ve deneme yazdı. Millî Gazete, Dünya Bizim ve Edebistan isimli kültür sanat sitelerinde, kitap incelemeleri ve söyleşiler yaptı. “Nuri Pakdil’in Tiyatrolarında Vicdan” isimli yüksek lisans tezini hazırladı.