“Sanat Bizim Neyimize” kitabı içine girmeden bile okuyucuyu bir şaşkınlığa sürüklüyor. Kitabın isminde kuşkusuz bir ironi söz konusu. Bu ironik durumu her aranılan kitabı bulamadığım memleketimde kitapçıya kitabın ismini söyleyerek “siz de bu kitap var mı acaba?” diye sorduğum an yaşadım.
Şöyle ki , Görevli kimse şaşkınlığını gizlemeyerek “O nasıl bir kitap ismidir,dalga geçer gibi. Ne demek yani sanattan anlayan kimse yok demeye mi getiriyor yazar?” sözleriyle hayıflanarak “Hayır,kitap bizde mevcut değil. İsterseniz getirtelim ben de merak ettim” dediği andı.
Bu kendimce önemli gördüğüm diyaloğu aktardıktan sonra Ömer Lekesiz hakkında biraz bilgi vermeliyim. Lekesiz’i biraz tanıyor olmanın kitabın içeriğini anlamaya katkı sağlayacağı düşüncesindeyim. Lekesiz’i en azından benim bulunduğum okur çevresi sivri dilli, lafını esirgemeyen, gündeme hakim biri olarak tanımlar. Ben de bu kanaate katılmıyor değilim. Lekesiz 22 Şubat Cumartesi akşamı Kahramanmaraş’ta kitabıyla aynı adı taşıyan “Sanat Bizim Neyimize” adlı bir söyleşi gerçekleştirmişti. Bu söyleşide şöyle bir cümle kullandı: ”Üslubumun sert olduğunu söylüyorlar. Kabul ediyorum. Ama benim üslubumdaki sertlik hakikati ortaya çıkarmak içindir. (Biraz mütebessim) Benim sert olmam olağan, çünkü ismim Ömer benim. ”Bu ifadeden sonra sert çıkışlarını agresiflik ya da “ben bilirim,siz bilmezsiniz” cinsinden algılamadım hiç. Anladım ki üslubundaki yaklaşım kanıtlarıyla ispat ettiği hususların doğruluğunu müdaafa içindi. Kitaptaki tavrı da bu minvalde Lekesiz’in. Kitabında kah doğudan kah batıdan, bir yandan ayet ve hadislerden, bir yandan tecrübelerinden deliller sunarak bir takım yanlışlara dikkat çeker ve doğrusuna işaret eder. Ayrıca kitabın “Ek” kısmındaki fotoğraflar satırlara döktüklerini görsel açıdan pekiştirmemizi sağlar.
“Bizdeki sanat nasıldır?”
Kitap hakkında giriş yapmadan önce Mahalle Mektebi dergisindeki yazılarıyla tanıdığımız Sevgili Abdullah Kasay “Sanat Bizim Neyimize” kitabının tahlilini yapmış ve kitap hakkında önemli çıkarımlarda bulunmuştur.Bunu da zikrettikten sonra bu değerli kitap için birşeyler ifade edebilirim.Kitap, hem kadîm sözlüklerden hem yeni dönem sözlüklerinden alıntı yaparak bize bir sanat tanımı sunar. Bu tanımlamalardan Lekesiz şu önemli vurguyu çıkarır: “Sanat, duygu esaslı olmaktan çok el emeğine, imal etme becerisine dayanan bir terimdir” Bu çıkarsamadan sonra üzerinde durulan önemli bir konu şudur: “Bizdeki sanat nasıldır?” Bizdeki sanatın faydacı olduğunu söyler Lekesiz.Söz gelimi “Bir hattat kalkıp da bu gün bir şaheser patlatayım demez. Yapabildiği şey ancak o olduğundan ve yaptıkları insanların işine yaradığından dolayı onu yapmıştır.” Bu meyanda söyleşisinde şunları dile getirmişti Sevgili Lekesiz:” Bizim sanatımız pragmatisttir.Yani İslam sanatı faydacıdır,toplumun yararınadır.Toplumun faydasına olacaksa, toplumun sıkıntılarına tercüman olacaksa sanat sanattır.” İlerleyen sayfalarda “Bizdeki sanat ile Batı’daki sanat” mevzusu ele alınır.Bizdeki sanatın Batı’daki gibi avangard bir eğilim değil,bilakis yüceltilmesi sakıncalı bir mübahat olarak ona talib olanların sayısı her devirde sınırlı kalmıştır.Burada şunu söylemem yerinde olur sanırım,Lekesiz söyleşisinde şunu ifade etmişti:
“Konuştuklarımdan sakın ola ki bir Batı düşmanı olduğum anlaşılmasın.Zirâ yitik hikmet perspektifinden bakacak olursak batı bizim aynamızdır.Ama hiç şüphe yok ki siyaseten Batı bizim düşmanımızdır.”
Yazar ortaya konan sanat eserinin köklerine bağlı, yapmacıklıktan uzak, “yapayım da olsun” şeklinde değil “yapayım, faydası olsun, eksikliği gidersin” türünden olacağını öğütler ve bu anlamda kendisi de Rasim Özdenören’den aldığı nasihati aktarır : “ İslamî vasat içinde durun.”
Kitap öyle yoğun tanımlamalar, örnekler, alıntılarla devam eder ki hepsini ayrı ayrı bahis konusu etmek burada mümkün gibi gözükmüyor.Mevlana’ dan, Yunus’ tan, İbnül Arabi’ den, Mustafa Kutlu’ dan, Sezai Karakoç’ tan, ayetlerden, hadislerden, Levi-Strass’ tan, Eliade’ den ve daha ismini sıralayamayacağım isimlerden, kaynaklardan alıntılar yaparak kimisiyle mevcut olan düşünceyi açıklar, kimisiyle farklı bir bakış açısı geliştirir, kimisiyle mevcut tezleri çürütür.Bu sebeple oldukça yoğun bir kitaptır.Bazen de sanat mevzusunu Kuran açısından ve diğer semavi kitaplar açısından ele alır: “ İncil görmeyi ve dokunmayı öne çıkarır, Kur’an ise bakışı ve sesi kısmayı öğütler.”
Birden Fazla Kitabı Okur Gibi
Kitabı okurken salt bir kitabı değil, birden fazla kitabı bir arada okuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Çünkü Lekesiz, bir bakış açısıyla değil çift kutuplu bakış açısıyla “Sanat’ı” anlatmıştır. İbnül Arabi üzerinden sanat tasavvuru ve sanatçı nasıl olmalı yaklaşımına şu satırlar güzelce yerleşmekte: “ Bir müslüman sanatçının evrenle kuracağı ilk ilişki bir iktidar ilişkisi değil önce kullukta müştereklik ilişkisi olacaktır. Bunun karşılığı ise müslümanın kendisini evrende/evrenle birlikte idrak etmesi, onu kendine göre değil kendini onunla birlikte konumlandırmasıdır. “ Lekesiz sanatın geldiği konumdan, tabiri caizse düştüğü yerden kalkmasını dile getirir.” Bilimin mekanikleştirdiği bir ortamda insanî özü korumak için yüceltilmek zorunda kalınan sanat, giderek kendinde şey olmaktan çıkıp, kendi kendisinin putuna, tezahürleri üzerinden değil kendi kendisinin üzerinden meşruiyet kazanan bir toplumsal olguya dönüştü.” Yer yer fıkhî, kelamî, felsefî tespitlerde bulunan Lekesiz’in şu sözleri sosyolojik açıdan önemlidir:” Batılılaşmanın gündelik hayatı belirlemeye başlaması karşısında nesli koruma zorunluluğuyla kendi içine kapanan şehirli müslümanların, dinî hassasiyetlerinin yükseldiği, öncelikle mahremiyet konusunda sadece dışa kapanmakla kalmayıp, büzülen bir tutumu benimsedikleri bilinen bir durumdur.Yine sosyolojik bir tespit olarak toplum fertlerinin maruz kaldığı durumu anlatması bakımından şu satırlar da dikkat çekici nitelikte: “Müslümanım demenin yasaklandığı 40’lı yıllarda milliyetçi, demokrasi havasının solunmaya başlandığı 50’li yıllarda mukaddesatçı, askerî vesayetin biçimlendirdiği 60’lı yıllarda sağcı, yeni siyasî arayışların başladığı 70’li yıllarda ülkücü/milli görüşçü, 80’li yıllarda muhafazakar olduğunu söylemek aslında müslüman olduğunu söylemekti.”
Mimarlara, romancılara, eleştirmenlere tavsiyelerde bulunan Lekesiz’in ediblere de tavsiye kâbilinden sözleri vardır: “ Allah dilemedikçe bir kelimeyi değil bir harfi bile hatırlamaya güç yetiremeyeceğinin bilincinde olan edibin ona bu gücü verene karşı azamî nezaket içinde bulunması; nasiplendirilmenin ve seçilmenin yüklediği sorumlulukla yüzünün herkesinkinden daha fazla toğrağa yakın olması edebinin bir gereğidir ki, edebiyatımız bunun örnekleriyle doludur. “
Yazar “ironinin” hak ettiği yerde olmadığını dile getirir: “İronik metinlerin üretilememesi onu üretecek olan kalemlerin yokluğundan çok, onu algılayacak zihinlerin yetişmiyor oluşundan kaynaklanıyor.” “Demem o ki ironinin çivisi çıkmış artık.Değil yazıyla anlatmanızın, davul zurnayla ilan etmenizin bile bir kıymeti kalmamış.”
“Resim Yasağı”
Lekesiz, kitabın Görsel Sanatlar bölümünde ilahiyatlıların ciddi derecede tartışma konusu ettiği bir mevzuya değinir: “Resim Yasağı” Yazar bu mevzuda gerekli açıklamayı yapıp tavrını koymuştur: “İslam’ın tasvir yasağıyla bizde resim sanatının gelişmesini engellediğini söyleyenler, zihnî kirlerini ortalığa saçma özgürlüğü isteyen mutlu azınlığın görkemli budalalarıdır.” Lekesiz Sezaî Karakoç’un “Hızırla Kırk Saat” isimli şiirinde Hızır imgesini özenli bir biçimde açıklığa kavuşturur. Lekesiz’in Hızır imgesi hakkındaki yorumları hem Edebiyat alanı için hem de İlahiyat alanı için yeni bir soluk taşıyor desem yanılmam sanırım. Kimbilir belki bir araştırmacı yıllar sonra Hızır için araştırma yaparken Lekesiz’in bu yorumlarını keşfedecek ve istifade edecektir. Kitabın son bölümü olan Edebiyat kısmında ise Lekesiz dostuyla arasında geçen bir muhabbeti aktarır.Muhabbetteki mevzu “şair geçinen takıma” müthiş bir gönderme içerir. Bu muhabbette dostunun söylediği şu sözler yıllar geçse de taze kalacak, geçerli sayılacak akçe cinsinden: “Şu sağda oturanı, ömründe yerden bir taş alıp boşluğa atmadığı halde intifada şiirleri yazar.Haritadaki yerini bilmese de Kudüs’süz dize kurmaz, Ağlama Duvarının dibinde bekleşenlere kelime taşları atarak kafa yarar güya.” Lekesiz ilerleyen sayfalarda şair ve şairciklere şunu söyler:” Şuurunuz neyse, şiiriniz odur.”
Lekesiz sosyal medya sayesinde artan “şiir çalma” konusundan epey yakınır.” Eli kalem tutanın, klavye ile buluşanın şiir yazdığı, her bilgisayar ekranının edebiyat dergisine dönüştüğü ve diplomanın cehaletin seviyesini gösteren garantili bir belgeye dönüştüğü devirde bu hırsızlık tarzı başlı başına bir tehlike arz ediyor.” Bu hırsızlığın karşısına ironik bir dille metinlerarasılığı(!) yerleştiriyor ve demek istiyor ki “ Günümüz şiir editörlerinden epeyce ismi metinlerarasılıklı yani ekmek arası köfte şiirlerle avlamanız hiç de zor değildir. “
“Bir sanat eseri”
Ömer Lekesiz gezdiği sergiden, şiirden, Mustafa Kutlu’nun poetikasından, öykü ve tiyatrodan, şiir ve romandan, sanat ve felsefeden, modernizmden, mimari ve kültürden, hat sanatından ve daha nice kitap, şiir ve sanatçıdan yer yer eleştirel, yer yer açıklayıcı, yer yer de istifade edici tarzda anlatımlar yapmıştır.
Kitabı okumaya başladığımda bir kenara şöyle not düşmüştüm : “Kitabı okurken bazı noktalarda yabancı kaldığımı hissediyorum. Bunu olumsuz anlamda söylemiyorum bilakis olumlu anlamda söylüyorum. Yabancı dediğim kısımların bana yeni bir bilgi sağladığını, yeni kazanımlar sunduğunu ifade etmek istiyorum” Kitap bittikten sonra da bu nottaki sözler beni mahcub etmedi, oldukça haklı olduğumu gördüm. Bir kitap hem ağızdaki dilin dağarcığını geliştiriyorsa hem de yürekteki dilin dağarcığını geliştiriyorsa o kitap “bir sanat eseri” ünvanını hakediyor demektir. Zaten Lekesiz de kitabı boyunca “bir şey imkan ve fayda sağladığı ölçüde” kabilinden konuşmuş, yazmış, anlatmıştır.Söyleşisinde de sanat yapma düsturunu şöyle dile getirmişti Lekesiz:” Bir şeyi özgürleşmek için yapıyorum derken, yaptığımız şeyin esiri olmayalım. “ Batılı idrak ve müslüman idraki arasında bende tesir eden şu sözleri de aktardıktan sonra üç bölümden oluşan bu kitabı ciddiyetle tavsiye ettiğimi belirtmek istiyorum: “Ben mü’min olarak yaşadığım dünyadan rahatsızım ve rahatsız olmayanları da rahatsız etmek istiyorum.”
(MİLLİ GAZETE, 13 Nisan 2014 )
İskenderun’da doğdu. Kahramanmaraşlı. Hece Öykü, İtibar, Yedi İklim, Türk Dili dergilerinde öykü ve deneme yazdı. Millî Gazete, Dünya Bizim ve Edebistan isimli kültür sanat sitelerinde, kitap incelemeleri ve söyleşiler yaptı. “Nuri Pakdil’in Tiyatrolarında Vicdan” isimli yüksek lisans tezini hazırladı.