Menu
HATIRLAYIŞLAR...
Deneme/İnceleme/Eleştiri • HATIRLAYIŞLAR...

HATIRLAYIŞLAR...



Geçen hafta, Radikal Kitap' ta da yazdım, Mehmet H. Doğan'ın anı kitabı Şimdi Uzaklardasın'ı yeniden okudum. 1998'de İlk basımı Adam Yayınları arasından çıkmıştı.

Yeni ayrılık yazıları eklemiş Mehmet H. Doğan. Yeni önsözde, "Bu on yıl içinde yitirdiklerimizin hepsini birer birer anlatamayacağımı biliyorum artık" diyor. 2008'in Şubat'ında Mehmet H. Doğan'ı yitirdik; bu yeni basımı göremedi.

Şimdi Uzaklardasın, ayrılıklar ve hatırlayışlar üzerine içli bir yapıttır. Belki her ayrılık, terkisinde içlilikle çıkageliyor.

Şimdi mevsim ilkyaza giriyor. Eskiden, büyüklerimiz, ilkyazlardan kaygısız, fakat sonbaharla birlikte birkaç dostun bu dünyadan göçeceğini üzülerek söylerlerdi. Adeta umutsuz bir bekleyiş söz konusuydu. Ya da, şöyle mi demeliyim, sonbahar ölüm çağrışımlı mevsimdi.

Yıllar var ki, unutmuşum; geçenlerde bir arkadaşım yine söyledi; Attila İlhan'ın dizesini ben de yineledim:

"şu yağmurlu güz dünyadaki son güzü mü"?

Onun küçük harflerle haşır neşirliğini düşündüm. Attila İlhan'ın son güzünü. Kitap Fuar'ında karşılaşmıştık, çok yorgundu. İki gün sonra ölüm haberi. Son yıllarda, yazık ki, seyrek görüşüyorduk. Son görüşmelerimizden birinde Kemalettin Tuğcu'yu konuşmuştuk. Neden Kemalettin Tuğcu? Hatırlayamadık. Ama uzun uzadıya konuşmuştuk, çocuk edebiyatı, çocuklar için yazmak, bazı çocuk yazarlarının -ve yayınevlerinin- solculuk, İslamcılık, şu bu adına ideolojilere saplanıp kalmaları...

Herhalde yarım yüzyıl geçti. Geçmiş olmalı. Cihangir'de oturuyorduk. Şubat tatilinde gayet kalın bir Çocuk Haftası Yıllığı almıştım. Yıllığın ortasında yaklaşık yetmiş, seksen sayfa bir roman, adı Garip. Kemalettin Tuğcu'dan ilk okuduğum romandır Garip.

Garip, Erenköyü civarında bir köşke evlatlık getiriliyordu. 0rada epey acı çekerek, horlanarak, insanoğlu yerine sayılmayarak yetişecekti.

Dün gibi gözümün önünde: Dışarıda kar yağıyordu. Soluk soluğa okuyordum romanı. Romanda, güzel, sıcak yaz günleri, köşkün bahçesinde leylaklar; yalnızca Garip acı çekiyor.

Garip'e acı çektirenler, onu ezenler, günün birinde büyümüş, kendi kendini adam etmiş Garip'in yardımına muhtaç olacaklar. Garip de onları hiç ezmeden, kırmadan, büyükleri bilecek, sayacak. Affedecek!.. Söylemem gereksiz: Çok ağlamıştım.

Kemalettin Tuğcu'nun hangi romanında ağlanmaz ki?!

Çocuklar vardır bu romanlarda, yetişme çağlarında, okuyamamış, şurda burda çalışan. Onları kâh torna başında görürsünüz, kâh çarşı pazaryerinde, "boyuna çalışırlar, çırak, hamal. Çoğunun kimsesi yoktur. Ancak birbirlerini bulduklarında bir dayanışma ortamı dona­bilecek; ağabey yaştakiler küçükleri hem koruyacak, hem okutacak:. Ülküsel romanlardı. Toplumun kayıtsızlığına gizliden gizliye itiraz eden.

O çocuklar, bugünkü hayatımızda, çok daha çetin koşullarda.

Bir romanın sonunda, bu ağabeylerden biri takım elbise giyiyor, kravat bağlıyor ve Taksim Belediye Gazinosundaki 'gençlik çayı'na gidiyordu, belleğim körelmedikçe, sanmam ki unutayım.

Bence bir görev romancısıydı Kemalettin Tuğcu. Kim bilir kaç kuşağa sevecenliği, merhameti aşıladı. O akşamüzeri, Attila İlhan'a, "çocukların Reşat Nuri'siydi" demiştim; hak vermişti.

Anılar beni Ayvalık'a sürükledi. Kırık Bir Aşk Hikâyesi'nin çekimine. 12 Eylül döneminin karabasanlı günlerinde, zamanlarında Kırık Bir Aşk Hikâyesi için Ayvalık'taki o bir ay, çekim ayı, nasıl güzel, nasıl mutluluktu!

Ömer Kavur'un, Güler Ökten'in, Halil Ergün'ün nice nice Kemalettin Tuğcu romanları okuyarak yetiştiklerini Ayvalık'ta öğrenmiştim. Her birimiz kendi hatırlayışlarımızla Kemalettin Tuğcu romanı anlatıyorduk. Pansiyonun sofrasında, uzun süren akşam yemeği.

Ölümünden sonra Ömer Kavur için çok istedim yazmayı. Birçok anı, inceliklerle donanmış bir dostluk. Fakat yazamadım.

Attila Ağbi için de yazamadım. Tek başına kitap olabilecek kadar o anılar bende yitip gidecek, biliyorum.

Denedim yazmayı, Ömer için de, Attila İlhan için de. Ayrılıktan sonraki yazılar, belli bir yaştan sonra, kolay yazılamıyor, hatırlayışların sancısı çoğaldıkça çoğalıyor. Sonra pişmanlıklar var. Birkaç sayfa sonra, pişmanlıklar akla üşüştükçe, kalem duruyor. Tanımlanması imkânsız bir suskunluk saltanatını kuruyor: Kendinize susuyorsunuz.

"şu yağmurlu güz dünyadaki son güzü mü"?

O şiirde miydi, "ihtiyarlar balladı", bir adam, yaşlanmış, pencereden, cam gerisinden, bomboş bakar...

Yaşamak, bazan, yıllar çoğalmışsa, kendinize susmak olup çıkıyor...

(ZAMAN, 22.03.2009)