Menu
HAKİKATİ TANIMA TUTKUSUNUN FİTİLİNİ ATEŞLEYEN HAREKET: İSYAN AHLAKI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • HAKİKATİ TANIMA TUTKUSUNUN FİTİLİNİ ATEŞLEYEN HAREKET: İSYAN AHLAKI

HAKİKATİ TANIMA TUTKUSUNUN FİTİLİNİ ATEŞLEYEN HAREKET: İSYAN AHLAKI

18. yy.da materyalist - pozitivist akımların karşısında, Maurice Blondel’in L’action eseriyle başlatılan hareket felsefesi, insan hareketlerinin aile, toplum, vicdan, devlet, sosyal yaşam ve insanlık basamaklarından geçerek Allah’a doğru ilerlemekte olduğunu, insanlığın ortak mirasına sunuldu. Hareket felsefesini ilk defa insanlığın ortak mirasına sunan Blondel, din ile felsefeyi birbirine yakınlaştırmaya çalışarak, her şeye ancak insan hareketlerinin ortaya koyduğu imanla ulaşmanın mümkün olacağını iddia etti.

Tarih boyunca hareket-hürriyet problemi algısı üzerine şimdiye kadar tartışagelmiş tartışmaların, farklı bakış açılarının, aforizmaların ve her düşünsel eylemin konuyu kendine göre yorumlamasına ilişkin perspektifleri insanoğlunun iç dünyasında kimi zaman yankısını bulmuş, kimi zaman ise ters tepmiştir. Ters tepmesi insanoğlunu hem kişisel hem toplumsal savaş(lar)a sürüklemiş, bunun sonucundaysa vahşice katliamlar yapılmaktan geri durulmamıştır. En büyük vahşiliği insan kendi kendine yapmış, hareketin sonucunu hareketin sebebi olarak görmeyerek, insan kendi kendisini arkadan vurmuştur. Suçlu aramayı sürdüren insan, her gördüğü aynadan kaçarak kendisine ihanet etmiş, vicdanen tatmin olamayarak pişmanlık duymuştur.

İsyan Ahlâkı, ruhun metafizik ayaklanmasıyla başlayan, muhafazakârlıkla insanın arasındaki sınırı ve mesafeyi bilinçlice ölçerek insanın yitik varlığını sorgulamanın, aramanın ve bu yolda özgürleşmenin ilk adımı. Ahlâk teorilerindeki uysallığa karşı çıkarak, hem teorisiyle hem pratiğiyle, ruhun metafizik ayaklanmasını başlatarak hareket etmeye başlayan, insanın isyanın iradesinin sorumluluğunu üstlenerek, insanı Rabbi ile hemhal olmaya çağıran bir çağrı. Âdem’in “âdem” olmada secde edişindeki hikmetini, modern dünyanın modern insanlarına sunarak isyancının ahlâkını ortaya koyan, pozitivizme karşı metafiziği ile insanı insan yapan değerini, insanın bir madalyon gibi taşımasını öngören spiritüalist bir felsefe akımı. İsyancıdaki felsefi düşünüş ve anlayış, Fırat Mollaer’in ifadesiyle ‘akıl Tanrısı ve felsefî düşünüş imgesi olan “Minerva’nın baykuşunun ancak gün batarken uçmaya başladığı’nı söyleyen Hegelyen felsefenin karşısında’ yani akıbetimizin nereye gittiğini sezdiren ve zaruretler halinde ortaya çıkaran hakikati tanıma tutkusunun fitilini ateşleyen bir anlayış ve düşünüş biçimindedir.

Peki, hürriyetten isyana gidilen bir eylem ilerlemeyi, yol kat edildiğini gösterir mi?... Tarihsel determinizmin yanılgısını bu noktada ortadan kaldırma eylemi başlatan, hareket felsefesi düşünürlerimizden Nurettin Topçu, isyan etmeyi istemek ile harekete geçmeyi istemek arasında durup seçmeyi istemek için önce kalbin genişletilmesi gerektiği gerçeğini, hareketin gayesinin belirlediğini ifade ediyor. Hareketin gayesinin her canlı türünün iç dinamizmleriyle mükemmelliğe ulaşması olduğunu açıklayan Topçu, ahlâk sisteminin merkezine sorumluluğu koyup, kişiyi hareketin sonunda karşılayacak olan sorumluluğu, hareketin sonucu değil sebebi olarak görür. Schopenhauer’in kötümser bakışını değil, Hallaç’ın mutasavvıflığını örnek almasının sebebini, ilahi iradeye teslimiyet sebebiyle bencil ve hoyrat benliğe ilgisiz kalmanın isyan etmek olduğunu açıklamasıyla; kişinin benliğinin arzularından tamamen vazgeçip, kendisine aşkın bir metafizik varlığa atılış hamlesiyle, insanın Allah ile arasında bulunan geçiş noktasında; şahsiyet noktasında bulunduğunu tahlil eder.

Her Hareket Daha Mükemmele Özlemdir

Hareket felsefesinde var olmak, tefekkür etmek ve hareket etmektir. Topçu’ya göre iradenin eseri olan her hareket, mükemmele, daha mükemmele olan bir özlemdir. Bu iradenin kendini denediği bir egzersiz olup, en küçük gayreti gerektiren bir hareket bile, vücudun bütün kuvvetleriyle birleşir. İnsan kendini ve eşyayı hareket ederek tanımakla, hareketin meyvesi olan inanca ulaşır. Bu inanç, insanda daha yüksek bir hareketin doğmasına yol açarak, gittikçe evrensel bir nizamın kapılarını insanın iç dünyasına doğru açar.

Emile Durheim, tecrübî ilkeyle akılcı ilkeyi, iyilikle vazifeyi bağdaştırmaya çalışan bir çeşit dayanışmayı savunmaktadır. Bundan ikilik ortaya çıktığı gibi F. Rauh’un kurduğu “namuslu adam” ahlâk sisteminde de ahlâkî çevre olarak toplumda ferdi iradeler daha güçlü olan başka iradeler tarafından istismar edilirler. Topçu’ya göre neticede namuslu adam ahlâkı, sosyolojik ahlâkta olduğu gibi insanı uysallığa, kör bir itaate sürüklemektedir.

Spinoza ve Bergson Doktrinlerinin Tenkidi

Spinoza ünlü Ehtik kitabında hareket felsefesinin sebep zemininde iradeye verilmiş seçme hakkı üzerine şu açıklamaları yapar: “Ruhta asla mutlak veya hür irade yoktur, fakat insan ruhu bir sebep tarafından şunu veya bunu istemeye azmettirilmiştir, bu sebep de bir başka sebep tarafından belirlenmiştir, ve bu başka bir sebep tarafından... böylece sonsuza kadar gider.” Spinoza, “Allah’tan, her biri sonsuz ve ebedi cevheri ifade eden sonsuz sıfatlardan mürekkep, mutlak sonsuz varlığı, yani cevheri kastediyorum.” diyerek mutlak sonsuz varlık olan Allah’ı cevher olarak kabul eder: Alemin gerçekliği, kendi sebebine götürür ki, o sebep Allah’tır. Var olan her şey Allah’ta vardır ve Allah olmadan hiçbir şey ne vardır, ne de tasavvur edilebilir.” Spinoza, kayıtsız hürriyet kuruntusunu şu cümleleri ile ortadan kaldırır: “Bizim kayıtsız hürriyete olan inancımız, iki sebebe dayanmaktadır: Şuurunda olduğumuz arzularımızın hem kendilerini meydana getiren hem de onların gerçekleşmesine müsaade eden dış sebepleri bilmemek...” Kayıtsız hürriyet kuruntusunu reddeden Sipinoza, gerçek hürriyeti şöyle tanımlar: “Hürriyet, tam olarak kayıtsız hürriyetin karşıtı olan şeydir. Bu, insanın kendisi için en yüksek derecede ve en büyük kendiliğinden oluşla birleşmiş en mükemmel tayin edilmişliği ifade eder. Şüphesiz ki, hareketlerimizin dış sebeplerle belirlenmesi, hareket kabiliyetimizi azaltır; fakat bizim için sadece dış belirleyiciler değil, aynı zamanda iç belirleyiciler de vardır. Böyle olunca, hareketimiz bizzat kendimiz tarafından belirlendiği zaman hürüz, demektir; bu çeşit belirlenme, hareketlerimizin sebepsiz olduğu anlamına değil, bütün bu sebeplere kendi içimizde sahip olduğumuz anlamına gelir.”

Topçu’nun ifadesine göre, endişeli dolayısıyla da mutsuz bir varlığın Spinoza’nın algısında hürriyetin kaynağının bizzat hareketin kendisinde olduğunu ifade ederek ‘ebedi mutluluk ruh huzurunda, mükemmel bir sükûnet’te bulunduğu açıklamasına, Spinoza’nın insanın hür ve evrensel hareketini inkâr ederek, tam esaretini tarif etmekten öteye yaptığı bir şeyin olmadığını ileri sürer. Topçu, Spinoza’nın insanı hem de kendi zekâsıyla birlikte tabiatın bir unsuru haline getirmek istediğini ifade ederek, Spinoza’nın hareketinin insan hareketinin mahiyetine aykırı olduğunu şöyle ifade eder: “Evrensel olmak için, hareket, içteki merak ve sıkıntısının meyvesi olmalıdır ve her hareket insanda daha büyük merak ve sıkıntı, yani endişe meydana getirir. Spinoza’nın arzu ettiği huzur ve sükûn, insan hareketinin mahiyetine aykırıdır.”

İsyan Ahlâkı’nın hakikati tanıma tutkusuna getirdiği metafizik başkaldırısına göre, Bergson’un determinizmi, Spinoza’nın yaptığı varlığın öze dönüşündeki mutlaklığında anlaşılabilirliğe dayandırmıyor. Topçu’nun bakış açısıyla, Bergson’un determinizminin, insanın hürriyetini incelemesi bir felsefi sistemin uzantısı olmayacaktır: “Eğer hürriyet psikolojisi olarak araştırmaya yer varsa bunu ruhi olayın tahlili çerçevesinde yapmaya çalışacaktır. O ruhi hallerin saf bir takım büyüklüklere indirgenemez olduğu noktasından yola çıkıyor. İç halleri mekâna ait büyüklüklerin ölçülmesi gibi ölçülemezler.”

İsyanın Mahiyeti

Topçu’ya göre hareket bir isyandır. Hiç hareket etmemiş olan, hiçbir zaman hareket etmemiş demektir. Her hür hareketi bir isyan olarak gören Topçu, isyana varmak için hareketi tanımlamakla; aslında hareketin sorumluluğunun bilincini de hareketin sebebi olarak tanımlıyor. Buradan hareketle diyebiliriz ki, Topçu’ya göre esirlik, iradenin özel bir nesneye bağlanması anlamına geliyor. İrade kendi harap edilişini istememek için, yokluğu istemek zorundadır; evrensel bir sistemde nesneler dünyasında dolaşıp, yine kendinde ve bizzat kendisi için kalacak ve kendi kendisini isteyecektir.

Topçu, hareketten menfaat görmemezliği, hareketin hürriyetine, hürriyetin sebebine bağlar. İnsan, isyan edip hareket ettiği eylem içerisinde elde edilmiş şu veya bu nesneye değil de, bizzat kendi hareketine bağlanmalıdır. Çünkü hayat, hareketi mümkün kılan maddedir.

Camus’un ‘başkaldıran insan’ında kişi parçalanmış bir dünya üzerinde dikilir, onun birliği istediği için de başkaldırır. İçindeki adalet ilkesini yeryüzünde işbaşında gördüğü adaletsizlik ilkesine karşı çıkarır. Camus’a göre doğa ötesi başkaldırı, ölüm yüzünden bitmemiş, kötülük yüzünden dağınık yanıyla, yaşama ve ölme acısına karşı mutlu bir birlik isteğidir. Bu istek, hareketi seçmedeki isteğin sorumluluğu ile insanın isyanının ahlâkını belirleyen, insanın mükemmel olmadığının bilinciyle gerçekleştirdiği -çırpındığı- özgürleşme çabasının ve isteğinin eylemidir.

Hazzın Ortaya Çıkışı

İsyan Ahlâkı’nın ontolojik zemininde haz, hayatın bir ‘tamir edici’si olarak kabul edilmelidir. Bu anlamda meşrudur, hatta zaruri kabul edilmelidir. Hazzı hareketin gayesi yapmak, hareketin ilerlemesini, sonsuza doğru yol almasını engellemek demektir. Böyle bir durumda hareket bizzat kendi kaynağında yok edilecektir. Zevk hayattan çıkar ve her hareketin arkasından başta da belirttiğimiz gibi pişmanlık gelir.

İrade, hareket felsefesinde hürriyeti kazanmadan önce hatta onu kazanmak üzere esir bulunmaktadır. Tam olarak kendini istemeden önce esirliği istemektedir. Topçu’ya göre esirlik, iradenin özel bir nesneye bağlanması anlamına gelmektedir. O, böylece tatmin olacak ve bizzat bu tatminle de özgürlüğün zincirleri çözülerek yok olacaktır.

İmandan İsyana Mistik İnanç

Topçu’ya göre iman, kendi kendine tanımayı gerektirdiğinden, inancın iman olabilmesi için insan ruhunda süreklilik kazanması ve hayatına da hâkim olması gerekir. Öncelikli olan aklın ulaşılmış sınırlarını aşıp, aklı bir manevranın eşiğine kadar götürmek, düşünen aklın ışığını gölgeleyen ve boğan çok büyük bir iç aydınlanma sağlamayı başarmaktır.

Sanatkâr, sanatın üstün bir faaliyette bir iman olduğunu ve sanatkârın çoğunlukla farkında olmadan mistik bir hedefe ulaşmaya çaba gösterdiği, adeta çırpındığı bir kuştur. Sanatkâr, kat ettiği bu mesafeleri geçerek, mistik imana varır.

Topçu’ya göre çile çekmek bir usuldür, bir mücadeledir. İnsan ikiliği içerisinde inançsız çile çekmek olmaz. Topçu, Mikelanj’in kendisini ‘karanlıkların çocuğu’ olarak görmesinden ve ‘hiçbir düşüncem yoktur ki üzerine ölüm kazınmış olmasın’ sözünden ve eylemlerinden hareketle, Mikelanj ile çile ehlinin faaliyetleri arasında derin bir benzerlik olduğuna dikkatleri çeker. Mikelanj’in genç yaşta pek çok hastalığa muzdarip olmasına rağmen doktor istememesini, çile çekmek için mücadele etmesini, daha fazla ızdırap çekmek için ölmeyi isteyip ölememesini hareketten kopmamak için hüviyet ve mahiyet itibariyle çırpınmasını; iradenin aşk ve ölüm arasındaki bu gidiş gelişinin üzerinde ehemmiyetle durmamız gerektiğini açıklar. Oscar Wilde’nin sözünü ‘Dünyalar ızdırapla kurulmuştur.” bu çerçevede düşünmemiz gerektiğini belirtir. Topçu, hayatın sırrını ‘ızdırap çekme’ olarak ifade eder.
İradeyi ‘tabiatla cemiyetten alınan tesirleri kendimizde kuvvet yaparak onunla dış dünyaya karşı koymaktır’ algısıyla ifade eden Topçu, İradeyi imanın Mutlak Bir’de araştırılmasına iten şey, onun olaylar dünyasındaki kendi kendine yetersizliğidir. Bir olana iman, inançlarımızın, tecrübe edilmiş eylemlerimizin uzantısından doğar. Hakiki bilgilerimizin imanın birliğine yaklaşma temayülü tabii inançlarımızın tabiatüstü âlemde tamamlanmasının uyarıcı sebebi, iradenin kendi kendine yetmeyip Allahsız insanın bizzat eksikliğini hissetmesi ve düşünsel eylemiyle harekete başlamasına vesile olur.

Ene-l Hakk’tan Entelektüel Tasavvufçuluğa

Topçu, Hallaç’ın Allah’ın varlığında kayboluşunu, “İsyandaki anarşizm, insanda evrensel bir sorumluluk haline gelen merhamet ile kendi mukadderatına tek başına hâkim olan yegâne varlıktan medet uman imanın sesinden başka bir şey değildir” sözleriyle yetersizliğin şuuruna varan mistiğin iç müdahalesinin gayesini, insanî yetersizliği ilahi şuur ve hareket mükemmelliğinde yol kat ettiğini ifade eder. Topçu’ya göre Hallaç, bütün beşeri yetersizliklere karşı isyan etmek suretiyle ulûhiyete ererek bu varlıkla birleşmeyi gerçekleştirecek ve “Ben Hakikat’im veya Ene’l Hakk” diyecektir.

W. Chittick mutasavvıfların, Allah’ın yaratma sevgisinin âleme varlık bahşettiğini söylerken bunun hemen arkasından, mütekabil insanî Allah sevgisinin Allah’la yarattıkları arasındaki mesafeyi yakınlaştırdığını ilave eder. İşte buradan hareketle de W. Chittick, mutasavvıfların Hz. Peygamber’in ‘Allah vardır ve O’nunla birlikte hiçbir şey yoktu’ sözünü böyle yorumladıklarına dikkat çeker. Hakikati tanıma tutkusunun, insanî mükemmelliğe ulaşmak için başkalarına uymak ve dini körü körüne takip etmenin yeterli olmadığı söyleyen W. Chittick, İbn Arabî’nin keşfin akla üstün bir bilgi tarzı olduğunu iddia ettiğini, ama aynı zamanda o, aklın vazgeçilmez bir denetim ve denge sağladığını, eğer o olmazsa, hayalî bilginin ilahi, melekî, nefsanî ve şeytanî hücumları arasında bir ayırım yapmanın imkânsız olacağı konusunda ısrar ettiğini belirtir. Buradan Topçu’nun, İsyan Ahlâkı’nın özünde niçin tasavvufun bulunduğunu, uysallığa isyanın yeni bir ahlâk yaratma girişiminin merkezinin ‘sorumluluk bilinci’nin olduğunu tahlil ediyoruz.

Fırat Mollaer’in ifadesiyle Topçu’nun isyan ahlâkının teorisini açıklarken ideal tip olarak tasavvufun meşhur ‘şehidi’ Hallaç’ı Mansur’un öldürülmesine yol açan “Ene’l Hak” (“Hakikat benim”) sözü ahlâkî mücadelenin deyimleşmiş halidir. Ahlâk, ruhun kuvvet kazanması ve Allah katına çıkması anlamına gelir. Topçu’nun İsyan Ahlâkı’nda Hallaç’ın Allah’ın varlığında kayboluşundaki duruşunu, neyi temsil ettiğini ve hikmetini, Mollaer şöyle ifade eder: “Hallaç’ı Mansur, geleneksel din inançlarına karşı eleştirel duruşu ifade ederken toplumun büyük çoğunluğunun realist ve uysal dindarlığı karşısında gerçek özgürleşmeyi arayan bir figürü anlatmaktadır. Durkheim’in ekolü tarafından temsil edilen toplumsal determinizm ilkesine ve toplumsal işlevselci din anlayışına karşı çıkarılabilecek ideal bir tiptir.”

İnsanı Rabbinin yanına yücelten -miraca çıkaran- İsyan Ahlâkı, insanın esaretten kurtulup özünde bulunan özgürlüğün zincirlerinden kurtularak varlığını, dirilişini ve harekete geçmesini öngörür.

Kaynakça
İsyan Ahlâkı, Nurettin Topçu, Dergâh Yayınları
İradenin Davası, Nurettin Topçu, Hareket Yayınları
Var Olmak, Nurettin Topçu, Dergâh Yayınları
Başkaldıran İnsan, Albert Camus, Can Yayınları
Tasavvuf, William Chittick, İz Yayıncılık
Anadolu Sosyalizmine Bir Katkı-Nurettin Topçu Üzerine Yazılar, Fırat Mollaer, Dergâh Yayınları
Türkiye’de Liberal Muhafazakârlık ve Nurettin Topçu, Fırat Mollaer, Dergâh Yayınları
İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, Arthur Schopenhauer, Biblos Kitapevi Yayınları
Etika, Bededictus Spinoza, Dost Yayınevi

Milli Gazete, 3 Mayıs 2008