Fıtrat, yarmak, yaratmak anlamındaki “fatr” kökünden isimdir. Müfredatta FTR kelimesinin asıl anlamı, uzunlamasına yarılmaktır, şeklinde verilmiştir. İsfahanî “Gözünü çevir bir bak, bir futûr görebilir misin?” (67 Mülk 3) ayetinde futûr’u gedik/yarılma diye işaret etmiş. Sonra şu ifadeyi eklemiş: “Yarılma, kimi zaman bozmak, kimi zamanda düzeltmek yoluyla olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Gök, onunla munfatırundur ve onun vaadi yerini bulmuştur” (73 Müzemmil 18)” (İSFAHANİ, 2007: 2/337). İsfahanî göğün fıtri manada yarık (futûr) olmadığını ama yine fıtri manada (munfatırun) Allah’ın emri ile yarılacağını söylemiştir. Buna göre fıtrat kelimesi mevcudatın yaratılış anında eksik/gedik içinde olmadığını ifade eder. Fıtrat üzere bulunmakla ilgili bir hadis var: “Dünyaya gelen her insan, fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu yahudi, hristiyan, mecusi (farklı bir rivayete göre veya müşrik) yapar.” Bu hadiste insanın fıtrî dininin İslam olduğu, çevresinin onu ed- Din’den kopardığı anlatılmaktadır. Yine Kur’an terminolojisinde fıtrat- din ile ilintilidir ve şu ayetle verilmektedir: “Sen, yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir. Zira Allah’ın yaratmasında değişiklik olmaz. İşte dosdoğru din budur. İnsanların çoğu bilmez” (30 Rûm 30). Fıtrat ile ilgili ayetlerde öznenin Allah olduğu şüphesizdir. Bununla insanın yaratılışının (fıtratının) ilahiliğini anlıyoruz; ancak insan fıtratını bozabilen bir varlıktır. Başka bir değişle insan fıtratından bahsedildiği halde insan eyleminin fıtrat üzere olduğu söylenemiyecektir. Yani insanın evlenmesi, bir kadın ile erkeğin evlilik duygusu fıtrîdir ama evlilik kurumunun ortaya çıkışı, bir erkeğin hangi kadınla evlenmesi gerektiği meselesi fıtrat değildir. Fıtrat seçme/ihtiyar meselesini ihtiva etmez. Burada kesb kavramı ile karşılanması gereken bir durum vardır. İnsan eyleminin fıtrat olmaması aklî olarak da gerekli olan bir şeydir. Fıtrat kavramı, “yaratılışta insana verilen yaratanını tanıma, ona boyun eğme, iyilik- kötülük (istitaat) yapabilme, iyilik/birr üzere yaşamaya devam ettiği sürece iyiye/hüsnaya varma; kötülüğe/fücûra yöneldiği sürece de kötülüğe düşme/ emreden nefsin esiri olma” şeklinde tarif edilmiştir. Buna göre fıtrat insan eylemleri ile ortaya çıkan şeyler değildir. Ancak bu noktada yine ikili bir ayrım yapılmalıdır. İnsan akıl ve düşüncesinin ürünü olan bir bıçak fıtrat şeklinde değerlendirilemeyecektir. O amel/ kesb ile ilintili bir alettir. Ancak bıçağın fıtratı, onun “kesme”sidir. Allah bu kesmeyi mümküne çıkarmaktadır, bıçağa bir fıtrat vermiştir. Nitekim Ali Ünal “bütün varlıklar, fıtratları doğrultusunda yürürler” demekle eşyadaki fıtrî özellikten bahseder. Eşyanın fıtrî özelliği, onların ihdas olmalarının fıtratla ilintisinden ayrıdır. Bitki fatr olayıyla tohumundan veya çekirdeğinden çıkmaya başlar; sonunda yine çekirdeğine veya tohumuna dönüşür. Ancak insanın tohumu fıtratı üzre davranması için toprağa atması, fıtrat değildir, kesbdir. Çünkü insan ekmeğini illa tohumu toprağa atarak elde etmemektedir. Eğer tohumun toprağa atılması fıtrat kavramı ile izah edilse idi, tüm insanların sadece toprağa tohum serperek yaşaması gerekliliğinden bahsetmek gerekirdi. Ali Ünal bu çerçevede fatr-fıtrat-tabiat kavramlarını tefrik etmiştir. “Herhangi bir şeyin ister maddeden olsun, ister ilk yaratılış olayındaki gibi, kâinatın maddesi olan ‘yokluk’tan olsun, ilk icadına ve ortaya çıkışına fatr, ortaya çıkış biçimine ve taşıdığı özellikleriyle birlikte görünüşüne fıtrat, yaratığın fıtrat üzerinde kazandığı öz niteliklerine de tabiat denir” (ÜNAL, 1986: 200). Demek ki, insandaki organların fıtrî görevlerinden bahsedilebilecektir. Göz görecek, kulak duyacak, el tutacaktır. Mevcudata çıkmış maddenin de fıtratından bahsedilecektir. Atom bombası nükleer bir enerji çıkaracaktır, bıçak kesecektir, TV gösterecektir. İnsan gözüne ait fıtratı bozamayacağı gibi, bıçağın fıtratını da bozamayacaktır. Bu nedenle evrenin Allah’ın fıtratı üzere işleyişine sünnetullah, âdetullah, fıtratullah denilebilir. Nitekim bir ayette “Kul kullun ya’melu alâ şâkiletih(şâkiletihî), fe rabbukum a’lemu bi men huve ehdâ sebîlâ(sebîlen)/ De ki: Herkes yaratılışı (fıtratı - şâkılesi) doğrultusunda fiiller ortaya koyar! İşte bu yüzden (Fâtır’ınız olan) Rabbiniz yol itibarıyla kimin hakikat yolunda olduğunu en iyi bilendir!” (17 İsra 84) denilmiştir. Ancak insan eylemlerinin ortaya çıkışı için fıtratullah denilemeyecektir. Bu meseleyi melekler de karıştırmış ve insan fıtratının kötülüğü iddiası ile “Biz seni överek takdis etmekte iken Sen yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın” (2 Bakara 30) demişlerdir. İslâm, insanın doğuştan iyi olduğunu kabul eder. “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık” (95 Tîn 4). Bozulma, insanda fıtrî değil; ârızîdir. Fıtrat kavramının önemi, insanın ilk yaradılışında ahsen üzere kılınmasıdır. İlk yaradılıştan sonra insana verilen özellik nedeniyle insan kendi fıtratını bozar: “Sonra onu esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) indirdik” (95 Tîn 5) ayeti bununla ilgilidir. Fıtratın bozulması neticesi karşılaşılan son/ vaîd de sünnetullah olur. Nitekim Allah “Ve kim Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun yakın arkadaşı olur” (43 Zuhruf 36) ayeti mucibince insan fıtratının bozulmasının müsebbibinin insanın kendi ameli olduğunu ifade eder. Böylece Allah’ın yarattıkları fatr gereği iken, insan eylemi fatr gereği değildir. Ancak insan eylemiyle fıtratın bozulması neticesi ortaya çıkan durumlar fıtrîdir. İnsan Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse, Şeytan’ın fıtratı gereği davranmasını “çağırır”. Örneğin kumar, insan eylemi olarak fıtrata ait değildir ama “kumarın fıtratı” Şeytan işi olmasıdır. Eğer fıtrat kavramı bu anlamı taşıyorsa teknolojinin fatr vasfı onu iyiye taşımayacaktır. Çünkü teknoloji fıtrata ait olmamıştır.
Fıtratı “din” kelimesi ile karşılayan yazarlardan farklı düşünüyoruz. İnsanın fücur ve takvasının ilham edildiği gerçeğinden hareketle fıtrat, birr sahipliği ile bağy/münker/fahşa sahipliği arasında bir yaradılış sahipliğidir.
Diğer yandan teknolojinin fıtratından bahsedilebilir. Müslümanların teknolojisi ise olmayacaktır. İslami teknoloji yerine fıtrat teknolojisi kullanmak meselenin içinde boğulmaktır. Teknolojiye bir şekilde masumiyet izafe edecek bir düşünüş, insan eyleminin iyilik/kötülük yapma özelliğini ve insanın cüz-i iradesini iptal eder. İnsani teknoloji son kertede ameldir. Teknoloji, amelî alanı bir kül olarak ilahileştirmemelidir. Örneğin Hz. Süleyman’ın yanındaki zat günümüz TV düzeneğinden çok daha gelişmiş bir tekhne-logi kullanarak Belkıs’ın tahtını cismen nakletmiştir. Süleyman (as) bu hadiseden son derece etkilenmiş (Allah’a sığınmış) olmakla beraber bu tekhne- logi üzerinde kitleselleştirme siyaseti gütmemiştir. Söz konusu teknolojinin fıtrî olduğu ifade edilemez. Modern tekniğin bulduğu pek çok yöntemin geçmiş peygamberlerin hayatlarında ortaya çıkan mucizelere benzediği reddedilemeyecek görünüyor. Örneğin Davud’un zırh üretimi, Zülkarneyn’in çeliği bulması fıtrat teknolojisi kavramı içinde izah edilemeyecektir. Teknolojinin modern zamanlarda gayr-ı fıtrîliği üzerine îmâda bulunan yaklaşımların bu ayrışmayı sistematize etmeleri beklenir. Fıtrat kavramını insandan kopararak insan ürünü alete/ tekniğe izafe etmek alet/ tekniğin insan gibi iradileşmesine sebebiyet verecektir.
Eşyayı fıtrî/ gayrı fıtrî diye ayırmak tehlikesi karşısındayız. Böyle bir düşünüş ile son zamanların “İslami Bisiklet” metaforuna bir cevap da verilmeye çalışılmaktadır. İslami Bisiklet tartışmasında adı geçen çok değerli hocam “konuşmam ise basında yansıtıldığının tam aksine “İslâmî teknoloji” gibi ideolojik söylemlerin kökten reddini içeriyordu” ifadesi içeren makale yazarak bir düzeltme yaptı. Yazının devamında “İslamî Teknoloji” teriminin reddinden sonra “Fıtrî teknoloji” diye kavramsallaştırılan yeni bir terkipten bahsediliyor. Ayrıca yazıda bir ara başlık “Fıtrî, gayr-i fıtrî ayırımı”nı vurguluyor. Sözkonusu makalede “Dünyada Doğulu ülkeler içinde sadece Japonya, Batı’ya gerçek bir misilleme yaparak onun teknolojisinin daha gelişmişini üretebileceğini göstermiştir. Türkiye ve İslâm dünyası ise ne bunun gibi gayr-i fıtrî de olsa ileri, ne de fıtrî bir teknoloji üretme noktasına gelmiştir. En kötüsü biz, sadece insan doğasına aykırı modern teknolojinin en hızlı pasif tüketicisi konumundayız. Bu acıklı durumdan çıkabilmek için yapmamız gereken ilk şey, bir bilinç yenilenmesine giderek insanî, fıtrî, sünnî olanın zaten İslâmî olduğunu, ayrıca bir İslâmî olmadığını kavramaktır” cümleleri sarfediliyor.
Biz yukarıdaki izahlarımızla fıtrî / gayr-i fıtrî ayrışmasına girilemeyeceğine değindik. Ancak bir konuda daha izah getirmek zorunluluğunu görüyoruz. Türkiye’de benim de okumalarım içinde yer alan Marshall McLuhan, Ivan Illich, E. F. Schumacher üzerinden yürütülen bir Batı eleştirisi bulunuyor. Bu eleştiri örneğin “Araç mesajın kendisidir” gibi bir indirgemeyi ihtiva etmektedir. Benzeri şekilde “Küçük güzeldir”, “Okul toplumu tekdüze kılar”, “Bedenlerimiz, gündelik davranışlarımız, cinsel tavırlarımız, arzularımız, bilimsel teorik söylemlerimiz kendi aralarında bir çok iktidar sistemine bağlanmıştır” türünden indirgemeler düşünce dünyamızı istila etmiştir. Bir akademisyenin veya düşünce adamının bu fikirleri bilmesi gereği reddedilemez. “Azgelişmişlik Üstünlüktür” başlıklı kitap da ilk planda bu söylemlere paralellik hissi vermekteydi. O kitapta Marshall McLuhan, Ivan Illich, E. F. Schumacher’den oldukça istifade ettim ve söylemimi Batı’lı eleştirel dili altında ifadelendirdim. Ancak bu kitapta asıl meselenin Tekniğin Kitleselleştirilmesi sorunu olduğu tartışılmıştır. Türkiye’deki teknoloji tartışmalarından farklılık arzeden yaklaşımımız teknolojinin bizatihi kötülüğü hakkında olmamıştır. Modern teknolojinin kanser ürettiği, mutasyon sınırlarını aşarak sonunda ilk tabiat olarak fıtratı tamamıyla yok edecek bir noktaya ulaştığı ifade edilmektedir. Bu yaklaşım, modern teknolojinin gayr-ı fıtrî olduğunun kanıtı sayılamaz. Çünkü modern olmayan teknolojinin veba, tifüs, kolera, sıtma ürettiği gerçeğini örtmektedir. Biz “Azgelişmişlik Üstünlüktür” kitabında teknolojideki asıl problemin tekniğin kitleselleştirilmesini dayatması olduğu fikrini savunduk. Bugün de meseleye bu zaviyeden bakmaktayız. Teknik bir insanî eylemdir. İslam’a bağlılığı nedeniyle haksız yere cana kıyamayacağına inanç beyan eden bir Müslümanın atom bombasını kitlelere yönelik olarak kullanamayacağını “Azgelişmişlik Üstünlüktür”de tartışmıştık. İkinci Dünya Savaşı’nda işlenmiş bir suç nedeniyle atom bombasının gayr-ı fıtrî bir icat olduğundan bahsedilemeyecektir. Çünkü bir teknik başka amaçlarla kullanılabilir. “Fıtrî teknoloji” diye kavramsallaştırılan düşünce teknolojiler arasında kartezyen ayrıştırmalar yapmakla gayr-ı müslim entelektüel sahalarda ortaya çıkan teknolojiyi gayr-ı fıtrî kılmanın kapısını çalmak üzeredir. Biz Kabil’den beri biliyoruz ki, bilginin kaynağı ilahidir. İnsanlık Kabil’in işlediği cinayeti nefretle anmaktadır. Ancak Allah bu cinayetin neticesine tüm insanların ölüm sonrası defnedileceği mezar bilgisini bağlamıştır. Müslüman bir teknik yoktur. Tekniğin kitleselleştirilmeden ve insanların can-mal-ırz-akıl-nesil hürriyetlerine dokunmadan kullanımı vardır. Müslümanlar bunu geçmişte yapmışlardı.
Başka bir husus da “Fıtrî teknoloji” teklifinin modern teknolojik dünyayı nasıl kıracağını ortaya koymamasıyla ilgilidir. Makalenin açmazlarından biri olarak fıtrat kavramı ilgisiz başka kavramlarla ilintilendirilmektedir. Makale “Fıtrî Bisiklet” kavramı üzerinden modern teknolojiye aidiyet içindedir. Bisiklet kullanımı modern toplumun şekillenişine bir itiraz getirmemektedir. Bu çerçevede daha önce de bir vurgu yapmış ve eğer Müslümanların ulaşım meseleleri ile ilgili bir İslamîlik dertleri varsa bunun yeniden “at” ile karşılanması gerektiğini ifade etmiştik. Yazar, “Müslümanlığın, dindarlığın kalıbı olarak nebevî sünnetten, fıtrattan uzaklaştıkça kimlik krizimiz artıyor, bu arttıkça da hayatımıza yön veren teknolojiyi mekanik bir tarzda İslâmîleştirme güdümüz artıyor, böyle bir şey mümkün olmadığı için de dinimize ve kimliğimize daha da yabancılaşmış hale geliyoruz” cümleleriyle hem modern toplum tasavvurunu nebevî sünnet kavramı ile eleştirmekte ve hem de “Bisiklet” gibi bir alete “fıtrî” formlar verilerek modernliğin aşılabileceğini öngörmekte. Bu durumda sünnetin ne olduğu problemi ortaya çıkmaktadır. Eğer sünnet Hz. Peygamber’in örneğin misvak kullanması, istincada taş kullanması, sandalet giyinmesi olarak algılanacaksa “fıtrî bisiklet” kavramına ulaşmaya zaten imkân bulamayacağız demektir. Bu durumda bisiklet yerine at kullanılması teklifimizin sahihliği reddedilemez. Eğer dindarlığın kalıbı sünnet kavramı ile “başka” bir şey ifadelendirilmişse fıtrî bisiklet kavramından önce teknoloji- sünnet tartışmasının zamanı gelmiş demektir.
- İSFAHANİ Rağıp, Müfredat, Çıra yayınları, c: 2, 2007
- ÜNAL Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, 1986