Göçebe devirde Türkler tek odalı kıl hücrelerde yaşamaktaydılar. Bu göçebeliğin tabii bir sonucudur. Türk yerleşmesinin temeli odadır. Oda, müstakil bir hanedir. Oda kavramı “otağ” kavramı ile ilintilidir. Eski Türklerde çadırlara Yurt ve hükümdarın “yurdu”na da otağ adı verilirdi. Türk hükümdarın adı Han’dır. Ancak Türk hakanları eşlerini kendilerine eşit görürlerdi. Hakan karısı için “Benim Han’ım” derdi. Böylece otağ’daki Han karısı Katan/Hatun adını almıştır. Kagan/Han-Hanım, Han (Kan)- Hatan (Katan- Hatun) otağın hükümdarlarıdır.
Eski toplumun yurd’u tek odalıdır. Bu ev’dir. Eski dilde ev; iv/ yiv/ bina/ derz kelimeleri ile karşılanmıştır. İv: “Yol ya da tarla kenarlarında olan doğal set; Taşların ortasındaki yarık; Çıkıntı, diş” anlamlarına gelir. Yiv: “ince oyuk yol; antik mimaride sütun gövdesi üzerine açılmış yarım daire kesitli düşey oluklar; silah teknolojisinde merminin dönerek çıkmasını sağlamayan namlu yuvası; Saçı ayırma yeri.” Eski yerleşim düzeninde çadırlar doğal set olacak şekilde yan yana dizilirler ve yerleşim mekanını savaşçının sahasından ayırırdı. Mermi çekirdeğinin yuvası ile menzildeki mekanı arasında ayrışma vardı. Çekirdeği menzile hazırlayan iv/yiv idi. Dolayısıyla ev’in işlevsel manası varlık koşullarını sağlamakla ilgilidir. Ev, eski Türklerde oda olarak tek parçalı, yekpare bir hane ise de, tek başına değildir. Ev birden çok çadırla birlikte bir evdir. Çünkü ev, ayıran bir şeydir; doğal bir settir. İnce bir yarıktır. Bu manada tek başına bir oda ev değildir. Ev birden çok hane ile ev vasfı kazanır. Bu insanın tek başına yaşayamazlığı ile ilgilidir. Sözlüklerde ev şöyle tarif edilmiş. ev: (i) aslı iv, yiv. 1. Her ailenin ayrı olarak oturmasına mahsus mekan. Hâne. Beyt- mesken. Dâr; 2. Küçük parçalara bölünmüş bir şeyin beher kısmı; 3. Bir evde oturanlar, aile, namus; 4. Soy, sülâle, nesil, hanedan.
Dikkat edilirse ev mekan/ mesken anlamlarına haiz. Mekan, temekkün edilen (yerleşilen) anlamına gönderme yapmakta. Mesken, sükûn bulunan yer. Aynı zamanda ev’de aile olması gerekiyor. Bu anlamların konutla karşılanamazlığı barizdir. Konut göçebeliği çağrıştıran bir kavram: Kon- od (ateş). Gece bastırdığında geçici olarak bir yere kon(an) göçebe, od/ ateş yakacaktır. Bu ateş aydınlanma taşımaz. Yiyecekleri hazırlama, ısınma, karanlığı savuşturma amaçlıdır. Konut eğlenilen yerdir. Ut/ Ot: 1) yanar ot, ateş (od); 2) yeşil ot, çemen. Modernite kadının hükümdar/han vasfını yıktı. Katun/ Hatun yurtsuz’laştı. Barınağı konut oldu. Konut: KON- UT (OD); yani göçebelere dendi ki; kon (mola ver)- od (ateş yak). Modern toplum geceyi gündüz vakti gerçekleştirmeye koşullanmış didişme için dinlenme saati kıldı. Bu sükûn için değildir. Kalınan mekan artık ev değildir, evi olmayanın yurdu da yoktur. İnsan evsiz kalmıştır. Modern mimari göçebeliktir. Evsiz kitleler geceleri yatacakları yere kon- ar ve od yakarlar. Sabah göçebelik devam eder. Oysa ev, hayatın içinde yurt tutulduğunu gösterir. Modern toplum iktisadi hayatı evden uzaklaştırmıştır.
Eski toplumda ev, iktisadi hayatla ilintilidir. Kadın emeği iktisadîdir ve evdedir; erkek emeği savaşkan olana yöneliktir. Ev savaşkan dünyaya “doğal set”tir. Ev muhafaza altına alınmışlıktır. Bu nedenle ev eski toplumda yola uygundur, yakındır, tarla kenarındadır. Modern toplum ise yol açmaz, bireyi kitleye salar, yolu kapatır. Ev eski dilde yiv/iv. Yiv kurşunun yatağıdır. Eski ev özüne saldıran yapılara karşı sığınılan yuvadır/ yurttur.
Modern mimari insanın evsizliğinin başlıca sorumlusudur. Yükseklik tasavvuru, gökdelen ya da apartman tekebbür ilmidir. Akşam vakti kon- ut’a gelen adam/ kadın bir ateş/ od yakmakta ve birbirleri yerine ateşe/ od’a bakmaktadır. Konut içindekileri birleştirmemektedir. Kon- ut’ta birbirini bekleyen yoktur. Kon- ut gündüz ıssızdır, kendisinde hiçbir faaliyet, yaşam hareketi görülmez; ölü bir dokudur.Kon- ut’ta ocak tütmez. Hatta ocak söndürülür. Bu yaşamsallığın ölümcülüğe tahavvülüdür. Gece dahi yakılan od/ ateş ocak tütmesini sağlamayacaktır. Çünkü od/ ateş ailenin alameti anlamında yakılmayacaktır. Eve gelen ferdler ateşi ailenin varlığının işareti görmez. O geçici bir süre orada bulunma ile ilgilidir. Mekanı sahiplenenler mekan tarafından kusulacaktır. Duvarlar hep soğumaya bırakılacaktır. Ev (kon- ut) soluk almaz, nefessiz kalır. Eşya kokar ama insan kokusu hissedilmez. Göçebelik modern toplumda flaneorlük üzerinden yeniden üretilmiştir. Bu üretim dışı bir seyir halidir. Aylaklık konutta yeniden yapılaştırılır. Kon- ut içindekileri barındırmaz. Mola aldırır. Asıl hayat dışarıdadır. Modern adamın içerde kalmaya tahammülü yoktur. Sebat edemez, sebbit istemez. Mekansızdır. Mekanı olmayanın temekkünü (yer tutmak) de olmaz. Temekkün/ yurt tutmaktan kopan mevcud, vecdini de yitirmiştir. Vecd duyamadığı için tanrıyı öldürmüştür. O, suni güneşler ve mevsimler altında yaşar. Bütün alışveriş mekanları sahte bir zemin kurmuştur. Ancak bu zemin artık dünya da değildir. İnsan dünyayı da yitirmiştir. Dünyanın neliğini kaybetmiştir. Artık kışın kar, yazın sıcak istemez. Mevsimleri bozmuştur. Bu çerçevede varlık hastadır, buraya göre de hakikat dışıdır. Bu bir seraptır. Dünyanın ahirete nazaran gurbetliğinde serapa bir varoluşla yaşar. Modern insan ev’i inşa etmeden bu seraptan kurtulamaz. Modern insanın geleceği yoktur. Bu bir kıyamettir. Varlık varoluşunu sürdürmek için yurt tutarken (yuva açarken) modern insanın eşsiz (zevc- zevcesiz) bir varoluş tasavvur etmesi/ bekarlığı doğa dışıdır. Evsizlik ve konut insanı doğa dışı kılmıştır. İnsan tabiat(ın)a sırtını dönmüştür. Modern kadın kendisinin ev’in dışında kalışından sorumludur.
Kadın toplumsal alanda daha çok rol aldıkça kendini kısırlaştırıyor. İbn Halduncu bakışla asabiyet çöküyor. Günümüz kadını feminizmin baskısı nedeniyle kısırdır. Feminist olmadıklarını iddia edenler de evsizdir. Bu bir modernleşmedir. Feminizm ve Müslüman düşüncenin kadın aktörlerinin moderniteyi eleştirebilmesi imkanı yitirilmiştir. Bu,Varlık’ın dili meselesidir. Eleştiri dilin kaybedilmesindendir. Kadının “toplumu doğuran” olduğunu kabul etmeyen bir kadın kimliği toplumu ebterleştirmiştir. Toplumu doğurmayan bir kadın tipolojisinin yaygınlaşması ile toplumun geleceği ölür. Doğurmayan kadına sahip toplum yaşamaz. Kadın seyyah olmuştur. Ayrıca kadının bedeni ekonomik politikalarca esir alınmıştır. Kadın hem kapitalizmin tüketicisi ve hem de toplumu üretmeyen yeni kimliği ile Batı paradigmasına boyun eğmiştir. Ama o “mekan”da yaşamaz, sanal bir zeminde yaşar. Bu alış- verişlerin dünyasıdır. Varlık sebebini unutmuşluğun dünyasında ve tüketendir. Kadının batı paradigması ile düşünüp Doğu toplumlarında yaşaması mekansızlıktır. Bu durum yuvasızlık/ evsizlik sayılmalıdır.
Kadının evsizliği toplumda büyük bir istihdam ve kimlik sorunu yaratmıştır. Erkek işsizdir, kadın alabildiğince tüketicidir. Bu tüketimi sürdürebilir kılmak için ev dışına çıkmaya sürülmüştür. Kadınların istihdamının azaltılmasına yönelik bir politika üretildiğinde istihdam emeğinin ücretlendirilmesi pahalılaşacaktır. Ayrıca erkek istihdam açığı önlenecektir. Erkeğin istihdamın gerçek kaynağı kılınması toplumsal homojenliğin şartıdır. Sombart “Aşk Lüks Kapitalizm” adlı kitabında kapitalizmin lüks tüketiminin alıcısının kadınlar olduğundan bahsetmiştir. Kadın tüketimi lüks ve savurgandır. Kapitalizmi tahkim eden ve kışkırtan karakterdedir. Kadın geleneksel toplumlar içinde kapitalizmin keşif koludur, kapitalizmin yerleşmesi için muvazzaftır. Bu nedenle kadınlar kapitalizmin müttefiki gibi davranırlar. Hem tüketici ve hem yedek işçi üreticisi olarak. Kadın emeği sadece ve sadece kendi tüketimine harcanır. Bu tüketim toplumsal faydaya yönelik ve “gerekli” kılınmış olan değildir. Kadın antik Mısır’dan beri kuşatılmıştır: hayatının karşılığına beden verilecek denilmiştir. Kadının bedeni istiladadır: makyaj, temaşa, flaneurluk kadın bedeninde gezinir.
Bugün entelektüel hayatda kadının doğurganlığı üzerine fikir üretmenin karşılığı yazarın ilgisizliğe mahkum edilmesi olacaktır. Bu şiddettir. Modern entelektüel, kadının dışarda kalışından /evsizliğinden beslenen bir kültürel zeminin parasal parsasına taliptir. Entelektüel kadının eve çekilme riskinden korkar. Ev’e dönüş entelektüeli tarihe gömecektir. Gazete, TV, medya, okul ile geliştirilen bütün mecralar entelektüel üretir ve muhatabına “gezgin/ göçebe” hayatı varoluş şeklinde sunar/ pazarlar. Kadının bireysel kurtuluşu kendisine de yaramamıştır. Ağlayan bebeği bağrına bastırmaya özlem çekmektedir. Kadın göğsünün anatomik yapısı doğurgan bir cins olduğunun kanıtıdır. Kadın onu erkek göğsü gibi algılamaya başlamıştır. Bu yabancılaşmadır. Kadının yabancılaşması, varoluşunu erkekten bağımsızlaştırması büyük bir yalnızlaşmadır. Kadın ekonomik ve siyasi kamuya katılmakla özgürleşmemiştir. Çünkü erkek kadın yalnızlaşmasıyla mesuliyet duygusundan azad edilmiştir. Erkek, kadının ev dışı haz alma özgürlüğüne uyum sağlamıştır. Bütün kutsal metinlerde kadın erkekten yaratılmıştır. Bu erkeğin kadından mesuliyet duymasını gerektirmiştir. Erkek “Benim özüme ait” dediği kadından özgürleşmeyle kopacaktır. Bu algıyı modernite bozmuştur: kadın müstakil bir yaratık olmuştur. Kadın kendisinin Adem’den farklı bir zaman ve zemine mahsus varedildiğini düşünmekle erkeğe de yabancılaşmıştır. İkisinin özü birbirinden kopmuştur. Bu amazonlaşmadır. Kadının özgürleşmesi onun Kur’an’da zikri geçen meveddet/ vüdd duygusundan mahrumiyeti ile sonuçlanmıştır. Meveddet bulamayan kadının hüznü artmıştır. Kadın ailesini kaybetmekle sınırsız bir mobbing aracına dönüşmüştür. Kadın iğrenç bir cinsellik nazarının gözaltındadır. Kentlerde kadın büyük bir didişme içindedir. Bu onun “latif- nazenin bir varlık” vasfını silmiştir. Kadının doğurması için “ev”e gereksinimi vardır. Modern kadın konutta yaşamakla bu fırsatı kaybetmiştir. Modern toplum oturmakta ama ikamet etmemektedir. İkamet kaimettir. Kıyam- et’dir. İkamet aynı zamanda kamet’tir. Kamet getirmek, Allah’a yöneliş ve salah çağrısıdır. Kamet, “ben buradayım Rabbim, bu mekanda yerleştim, yurt buldum, sana adandım, demektir. Kad kamet’ üs salah; modern insan salah çağrısını kaybetmiştir. Bu onun yurtsuzluğu, mekan tutmazlığı, ikamet edememezliğinin sonucudur. Salah çağrısı olmayan insan sulh bulamamıştır. Onun için ev- dışı hayat stadyumlar/ dolmuşlar/ sokaklar/ hastaneler/ işlikler didişme içindedir. Kadın bu didişmeye katılmak zorundadır. Oysa salah aramayanlar ıslah peşinde de değildir. Hak peşindedirler. Hak arayışı bireysel fayda ve tatmini arar. Salah ise toplumcudur. Kadın toplumu kaybetmiştir; çünkü ev toplumsal bir diziliştir. Kadın kendi bireyselliğini üreterek kendine saldırmıştır. Kurtuluşu ancak eve dönerek yurdu yeniden keşfetmesindedir.