Menu
EŞEKLİK YÜKÜ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • EŞEKLİK YÜKÜ

EŞEKLİK YÜKÜ



Hatırlayalım: Eşeği Cennet’e götürdüklerinde de, Cehenneme götürdüklerinde de  “ai ai” demiş. ‘Ne cehennemden, ne cennetten anlıyor, biz bunu nasıl mükafatlandıracağız ya da cezalandıracağız’ diye düşününce, zaten cezasının üzerinde, eşekliğinde olduğuna karar vermişler. (Cemâlnur Sargut, Dinle)

Öte yandan Cennet ve Cehennemin aynı anda, eşeğin önüne getirilmesi, tezatlı bir durumu işaretlemekte.

 Esasen sonraki seçimimize bırakılamayacak önemli bir süreç ve sonuçla karşı karşıyayız. Biz cüz i irademiz olsa da, yazgımızın belirlediği rolü oynarız. Eylemlerimiz, tercihlerimizle birini seçmişizdir.

Cennet ve Cehennemden anlamıyorsak muhtemelen, dünyayı değerlendirişimiz ve idrakimizde bir sakâmet yatar.

Hz. Mevlana’nın anlattığı bir başka “eşek hikâyesi” ibretâmizdir.

“Sakanın eziyet ve sıkıntı içindeki zayıf eşeği, umduğuna nail olmuş, saraya kapılanmıştır.  Fakat oradaki besili atları görünce kıskanmış, durumuna bakıp isyan etmiştir. Ancak efendileriyle savaşa katılan atlar, binbir yara ve yaygarayla geri dönünce eşek hâline şükretmiştir. “Tanrım! Yoksulluğumun ağız tadına razıyım ben… Acısı gözle görünen beslenmeyi istemiyorum senden. Çünkü ağız tadı(gönül huzuru) isteyen, düşkün olmaz cihana!”(İskender Pala, Mevlana, İst: Kapı Yay. 2007, sh.52)

 Dünyaya talip olmayan, bir bakıma ahretteki yerini de belirlemiş; yolunu sevdikleri, itibar ettikleriyle döşemiştir.

Misalimizdeki eşeğin Cennet ve Cehennem’e aynı tepkiyi göstermesi mânidardır. Önemli olan Allah’a olan mesafenin ölçüsüdür. Yoksa İlâhi İrade hangisini münasip görürse oraya gidilecektir.

Cennet Rabb’e yakınlık, Cehennem ise uzaklık gibi telakki edilse de; şartlanmış, her tür vasıtayı aracılaştırıp “malzemeleştirmiş” şartlı sevgi/hizmet; yani Allah’ı değil bir bakıma Cennet güzelliğini, varlığını öne çıkarmış yaşam biçimi de, “uzaklık” sayılır aşk ehlince...

Cennet Cehennem seçenekleri; dünyadayken çoklukta kaybolmuş tutku çeşitlemeleri, Hakk’la aradaki mesafeyi, yabancılığı çoğaltmaktır.

Binaenaleyh ikisinin karşısında da feryat eden, “Sahibinden” ayrı düşen eşek haklıdır. Herhalde uzaklaştıkça “eşeklik etkisini” de daha ziyâde hissetmektedir.



Nasreddin Hoca’nın “eşekle” ilgili fıkraları ise pek çoktur.

“Atın üstüne binip giden kibirli eşeğe”, “kadı olan eşeğe” dikkat edilmesi gerektiği kadar; “asıl eşeğin istikametine”, istediği yere gitmemesi ve sizi de götürmemesi hususuna önem vermek gerekiyor.( Mustafa Özçelik,Nasreddin Hoca, Odunpazarı Belediyesi)

Gene bu fıkralardan biri, bize farklı açılma imkânı tanıyabilir.

Hoca mutlaka halkın tepkisini çeker; Eşeğinin üstüne binse de, yanında yürüse, çocuğunu bindirse de. En sonunda malûm, eşeği sırtına alır, kamuoyu(!) delaletiyle.

Dünyada bilir bilmez daha çook sırtımızda eşek taşırız; sırtımıza epey semer vuran bulunur.

Fakat bu sefer de, rekabet ortaya çıkar. Kim daha çok eşek(hayatî gördüğümüz, lüzumsuz önem verdiğimiz bize bindiren nice yük; taşınmaz bilgi) taşıyacak ya da yarışı kazanacaktır?

Sırtında taşıdığı yüklerin mahiyeti, cezanın ta bu âlemdeyken başladığını gösterir. Ama sonuna kadar insanda “hâl” kalmaz, tükenir. Sırf eşekliğiyle baş başa, Cennet/Cehennem önünde bakakalır.

Eşek(lik) bazen Bremen Mızıkacılarından biridir. Koro halinde bağırır durur. Sonra yandaşlarıyla yola koyulur.

Mükâfat ve mücazat bahsi bir kenara; dünyada yaptığımız seçimlerde Cennet ve Cehennemi hissederiz. Ve muhtemelen eşekliğimizi de.

Zamanın yeşerttiği bir tür “eşekleşme” eğilimi; “hayvanlığa” merkezî bir rol tanımaktır. Bizim asıl Cehennemimizdir.

Kesretin bizi Cennet ve Cehennem’e(ruhanî iklimlere, kutsala karşı) duyarsızlaştırması, ruhumuzun uyurgezerliğidir.

Yenilgi içinde bir çeşit “donma/takılma” halidir, behimîlikle aynîleşmektir. Devran ilerledikçe olsa olsa “eşekliğinize” bir şey eklersiniz, insaniyetinize değil..

İçimizde kaç hayvan sureti gülümser ve yaşarken kaçına bürünürüz.

Maymunlaşır, bukalemunlaşır, imanın kuru papağanı, inanç turizminin lâklâkanı, batıl inançların leşkargası oluruz.

Hepsi tırmalar, ısırır, yaralar içimizi. Bir mezar, karanlık bir indeki, müzahrefattaki yılan çıyan gibi gezinir ruhumuzda.

Masum hayvancıklar önünde çamurumuzdan kirimizden utanırız.

Eşeklik; bizi bekleyen Cennet ve Cehennem temsilinde, nihayetinde âkıbetimizi, hakikati ve aslîyi görememektir herhalde.

Ölümse, eşekçe taşıdığımız yükleri, sırtımızdan attığımız değil, hattizatında hesabını vereceğimiz bir eşik,  kapıdır.

Ya.. yüce bir ummanın içinde (..şeklerimizi) ve cümle hayvanîlik belirtisi “Ai’lerimizi, mee’lerimizi; hav’larımızı, tavuskuşu/eblehlik tüylerimizi; fare avı peşindeki miy(av)larımızı, her gün altın(!) yumurtlayan dünya için gıdaklamalarımızı eritseydik geriye ne kalırdı?

Kümesleri, inleri yıksaydık; ağıllardan ahırlardan çıksaydık…

Müştemilatlarda, kıyıda köşede değil, som aşkta ve derinliklerinde hoşça safayla gömülü kalsaydık.



En güzel yorumsa şu olmalıdır:

“Hz. İsa’yla ilgili bir hikâye anlatılır. Hz. İsa bir gün yağmurdan korunmak için eşeklerin mağarasına sığınmış(tır). Derhal emir gelmiş(tir): “Ya İsa, Karakulak’ın mağarasından çık, çünkü yavruları senin yüzünden rahat edemiyorlar.” .( Cemâlnur Sargut, Dinle, İst: Nefes Yay, 2008, sh. 131)

Ne güzel bir Rabbimiz vardır. Aciz bir hayvan için bile Azîz Peygamber ikaz edilir, sırasında azarlanır.

Rahmet, gazabı aşmıştır. Taşmıştır.

Diğer Yazıları