Menu
İKİ YAZI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • İKİ YAZI

İKİ YAZI


Z(İLLET)

Kan, ter dökerek mi inşa etmiştik biz bu memleketi?

Haklarımızdan vazgeçelim. Toprağın altı da üstü de birdir yerin, hibe edelim.

Osmanlı esasen sarhoş sefil, yamalı bohça, kökü bile belli olmayan yığınların adıydı, nisyana terk edelim.

Çağdaş Pazardan “Cici Müslümanlar” alalım; dinleri birleştirelim. “Hoşgörü, kardeşlik” adına AB(D)yi, İngiliz’i hoş görelim); zaten büyük hümanist Celaleddin Efendimiz de öyle buyurmamış mıydı; “Gel gel ne olursan gel!” diyerek, evrensel pistte dansa, her isteyenin elinde topaç gibi fır fır dönmeye çağırmamış mıydı?

Bilumum döneklere kelplere ve şebeklere, beynelmilel köstebeklere tazim edelim; kulluğumuzu gösterelim.

İblis’in veletleri, Siyonist hergeleler dahil, gelmiş geçmiş dünya ahalisiyle, nevzuhur din âlimlerimizin rehberliğiyle cümbür cemaat, elele tutuşarak, güle oynaya Cennet’e  gidelim. Âb-ı hayat içelim.

Kahramanlara, değerlere, davalara yüz vermeyelim. Hainleri, ateistleri, düşmanlarımızı safiyane sevelim. Tokat vururlarsa yüzümüzün öbür tarafını, öldürürlerse en yakın cânı, sevgilimizi -arz ederek- teslim edelim.

Müslümanlar olarak; “savunma amaçlı” çoluk çocuk öldüren; “en masumane, bakir arzularla küre-i arzın ırzına geçen;  demokrasiyi armağan ederek bizlere hâlisane hizmet eden.. yüce “hayat çocuklarının” kadrini kıymetini bilelim.

Yaptığımız katliamlar, soykırımlardan ötürü, diz çökerek özür dileyelim. Kelle verelim, hak hukuk sipariş edelim, özgürlük derpiş edelim.

Obama’yla çiçek sulamaya; Bush’la çiftlikte öküz otlatmaya; kilisede/camide/havrada zıplamaya, Avrupa’ya yıkama yağlamaya gidelim. Nal toplayalım; geleceğimiz için mum yakalım; Papa Hazretlerinin önünü aydınlatalım.

 Savaş da ne demekmiş? Filistin’de kan gövdeyi götürüyormuş. Yeni TV gösterisi olmalı. Aşk dizilerinden usanmıştık. Biz Yahudi’nin “Aşk ı Memnu”sunu izleyelim. Canlı’sından elde çitlek film seyredelim. U(yu)yalım civanım, dümen(i) çevirelim.

Dünyaya niçin geldik; keyfedelim, uzun eşek oynayalım, çöllerde yüzelim, bâde süzelim güzelim.

 Hasbelkader bir direnç tepki gösterirsek; verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü yazıktır, Noel’de, Sevgililer Günü’nde, Cadılar Bayramı’nda tövbe istiğfar edelim. Bush- Obama- Tony- Berlusconi… deyu 365 kere zikredelim.

PKK bebekleri öldürürken de aynı feraseti hassasiyeti göstermiştik, basiretliydik. Zırlak cırlak ağlayalım; iki dakika sonra göbek atalım, gülelim. Sıktı, kanal değiştirelim, ilenelim. “Kanları yerde kal.ma.ya.cak.tır.”

Kumandasızlık zordur. Merbutiyetimizi, itaatimizi tescilleyelim.

Derin siyasettir. Yersiz yurtsuz, şerefsiz izzetsiz yaşamaya alıştık. Boyun kıralım, pabuç pahalıysa artistik manevralar yapalım. Gündem değiştirelim, ipe cambaz serelim, kılıç kuşanıp at binelim.

Eselim yağalım gürleyelim. Takla atalım, mehtaba çıkalım; kına da yakalım. Seyyah olup, şu âlemi gezelim. Iraktır.. Bağdat’ı neyleyeyim.

 Mahallenin civcivlerine hırlayalım, “aşüfte AB” yüzünden -Şubat Mart- demeden dama çıkıp miyavlayalım. Refuse edilirsek yas tutup, karalar bağlayalım., gölgelerle cenkleşelim, heyulalarla halleşelim, devaynalarının içine düşelim. “Birleşelim kardeşlerim birleşelim”.

İ(l)letimiz ağırdır, en iyisi..

Azrail’i davet edelim.

 

TOPRAK GÖNÜLLÜLER

Genelde, kentlerin boğucu atmosferinden kurtulamamış; bireyselliğin dar kalıplarına mahbesine sıkışmış; karanlık,  kurtuluşsuz, soluksuz, yorgun hikâyeler okuyoruz son zamanların edebiyat ürünlerinde.

Fakat bu çemberi kıran kitaplar da yok değil. “Toprak Gönüllüler” gibi… Duran Çetin, son romanında bakışını taşra insanına çeviriyor.

Yalın, mütevazı, inancının gölgesinde bir bakıma mutlu, hayata tutunmaya çalışan; büyük gerilimleri taşımayan, yozlaştırıcı bir kültüre karşı durabilen; isyanları oynamayan iddiasız insanlar bunlar. Veya iddiaları, Hz. Mevlânâ’nın işaret ettiği gibi “toprak gönüllü” olmalarında, içsel donanımlarının gücünde yatıyor.

“Toprak evde, toprak gönüllü olarak yaşayamaya devam eden Hanife…”(sh. 75)

Zararı kazanç hanesine dönüştürmeye gayret ediyorlar.

Belki ilk başta, unuttuğumuz hatta yadırgadığımız tipler. Köksüz dönüşümler sonucu bir mesafe açılmış, yabancılayabiliyoruz onları. Oysa çoğumuzun ailesine, mazisine ya da uzak-yakın çevresine girmişler.

Muhtemelen bir vakitler; safiyetini, samimiyetini ve hırssız, mütevekkil, inancıyla dol(y)gun yaşamasını gıptayla yahut en azından tepkisiz seyrettiğimiz,  benimsediğimiz insanlardı onlar.

Hissedebileceğimiz mesafe bize gelenekten uzaklığımızı, ama modernlikle de pek uzlaşamadığımızı, bir terkip meydana getiremediğimizi gösteriyor.

Duran Bey, farklı din adamı tipiyle; arı duru Hanife’yle; üniversiteli genç Celal’le bize bu terkibi, hülasayı taşıyan, örnek kahramanları işaret ediyor. İslâm’ca yaşamanın dikkat ve hassasiyeti, haysiyeti…

Yazarın akıcı dili, günlük hayatlarında inancıyla zıtlaşmayan; tatbik eden insanları bize yakınlaştırıyor, anlamamızı temin ediyor.

Belki günümüzde az talep edilen hayat şeklinde; “değerlerimize” dikkati çekiyor; suni inançlarla, modernliğin getirdiği dokunulmazlarla, maddenin güdümündeki sahte yaşantıyla yüzleşmemizi sağlıyor.

Kitap çileli, sessizce akıp giden, yanı başımızda durup da önemsemediğimiz ama temel değerleriyle bu toplumu ayakta tutan, nüvesini teşkil eden insanları; çok rahat barışık bir dille anlatıyor.

Konya ve Almanya gibi farklı mekânlarda geçen roman; apayrı iki tesire de değiniyor. Zeki, Makbule; yaban ellerde yitmiş ziyan çatışma içindeki, Ayşe ve Hasan bir bakıma araftaki, Batı nüfuzuyla baş başa kalmış kişiler… Konya’da ise Hz. Mevlâna gibi yücelerin manevî etkisi derhal hissediliyor.

“Toprak Gönüllüler” bize; mümince yaraşır bir hayatın formülünü veriyor:

“İslâm düşüncesine baktığımızda dünya ve ahretin bu bütünün iki parçası olduğunu görürüz. Her ikisi de yaşamın merhalesidir. Biri olmadan diğerinin getirilerine ulaşmak imkânsızdır. İslâm birinci merhalede, hayatın ilk basamağında mükemmel bir sonuca ve kazanca ulaşmak için plan ve program düzenler. Eğer kişi bu plan ve programa uygun bir hayat yaşarsa, o zaman ikinci merhalede kusursuz ve mükemmel olur. Yok eğer, bu plan ve programlardan saparak ikinci merhaleye girerse, o zaman vaat edilen mükâfatı alamaz. O bakımdan din hayatın bütününe yansıyan bir yaşam biçimidir. Hayatta yapılan her şey Allah’ın razı olacağı şekilde olursa en kazançlı plan uygulanmış olacaktır.”(sh. 248)

Sonuçta gerilmeden okuduğumuz, zedelendiğinizi hissetmeyeceğiniz, iç boşlukları doldurabilen, huzur verici bir kitap Toprak Gönüllüler.

Kitapları; “çoksatar” özelliğine sahip Duran Çetin’in dördüncü romanı, Beka Yayınlarından çıkmış. 

Diğer Yazıları