Menu
EN UZAK MESAFE: YALNIZLIK...
Deneme/İnceleme/Eleştiri • EN UZAK MESAFE: YALNIZLIK...

EN UZAK MESAFE: YALNIZLIK...



‘En uzak mesafe
ne Afrika'dır,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe

iki kafa arasındaki mesafedir

birbirini anlamayan.....’



Herman Amato’ya ait olan ve Can Yücel’in Türkçeye çevirdiği bu dizeler bir öğüt gibidir aslında. Mesafelerin değil, bakış açılarının insanı yalnızlaştırdığını haykırmasının yanında, mesafelerin nasıl aşılacağının, birlikteliğin nasıl sağlanacağının ilhamını da sunar okura.



En büyük yalnızlık insanın kendine karşı yalnızlığıdır. Ruhunun, hayal edebilme ve sevebilme potansiyelinin farkına varamayan herkes, yalnızlıkların en büyüğüne gark olmuştur. Ölüme selam durup, hayatın farkında olmalı insan. Rüyasından henüz uyanan bir çocuğun, içine doğduğu an’ı anlamlandırma çabasına dikkat kesilmeli misal.. Ya da gerçekten uyanmaya ilk adımını atmış, soluğu kesilmiş bir bedenin ruhunu ötelere teslim etmesine, bir ‘öteli’nin doğuşuna şahitlik etmeli.. Onlar, gidenler birlikteler ve biz yalnızız, bir başımıza sınanmaktayız. Tanıyabileceğimiz, dostluğuna güvenebileceğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz tek gerçek, kendi varlığımızdır esasında. Çünkü ötekiler düşündüklerimize ya da hissettiklerimize vâkıf değildirler, olmamışlardır, olamayacaklardır. Her bilinç kendi evreninde doğar, büyür ve ölür bu yüzden. Ötekilerden bağımsızdır yani ve sırf bu bağımsızlıktan korktuğu için insan, ötekileştirmeye çalışır gücünün ve hayalinin yettiği herkesi ya da rıza gösterir ötekileşmeye. Sürüyü güden de yalnızdır yani; güdülen sürünün paydasında buluşan her bir pay da.

Carl Gustav Jung bu bağlamda, yalnızlığa dair şunları söyler: ‘Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.’



Yalnızlığa galip gelen tek çıkar yol sevgidir. Sevebilme yeteneği ne kadar güçlü ise insanın ve ötekine olan inancını -öteki olmasına rağmen büyük bir teslimiyet ile- bütün çıkarlardan soyutlayıp son raddeye vardırabiliyorsa; yalnızlığı yenebilmiştir. Kendinizi kendinizden çıkardığınızda sıfır kalmıyorsa geriye, sizi en az sizin onu sevdiğiniz kadar seven biri var demektir; yalnız değilsinizdir yani, soluduğunuz hava aynı bedende iki yüreğe yetecek kadar sahicidir. Nişanlısı Adèle’e yazdığı mektuplarda, bu yeteneğe Victor Hugo şu sözler ile değinir:



“Ruhumda büyük bir yetenek gizli, sevme yeteneği bu ve tamamen sana adanmış; çünkü senin için hissettiklerimin yanında, dostlarıma, aileme, takdire layık ve zavallı anneciğime hissettiğim sevgi hiç kalır. Onları dostların, ailenin, annenin sevilmesi gerekenden daha az sevdiğimden değil bu; ama, seni, yeryüzünde hiçbir kadının sevilmediği kadar sevmemden ve bu sevgiye senin kadar kimsenin layık olmamasından…”

Edebiyat ürünlerinde yalnızlık temasının apayrı bir yeri vardır. Çünkü, yazar ve şairleri besleyen ana damarlardan biridir bu duygu. Yazma ihtiyacını doğuran bir neden belki de ya da yazmayı mümkün kılan bir gereklilik. Edebiyat tarihinde, sırf daha rahat yazabilmek için evliliklerini sonlandıran onlarca yazarı listelemek mümkündür örneğin. Ve, adlarıyla/kimlikleriyle özdeşleşen, onlar hakkında aklımıza ilk gelen sözleri de yalnızlıkla ilgilidir çoğunlukla. Aldous Huxley şöyle der: ‘Vücut bulmuş her ruh yalnızlığa mahkumdur.’ Peki kaçınılmaz olan yalnızlık hayatlarımıza nasıl etki eder ve biz yalnızlığı nasıl ehlileştirebiliriz?

Arthur Schopenheaur bu soruya şöyle yanıt verir: ‘Zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir.’ Orhan Pamuk, bu duygunun hayatındaki yerine şu sözlerle dikkat çeker: ‘Yalnız kalmak için yazıyorum; yalnız kalmaktan korktuğum için de tabii.’ Bir tanımlama getirmekten uzak duruyorum, çünkü yapılan tüm tanımlamalar, kişinin idraki ile sınırlı kalacaktır. Yalnızlığı hiçbirimiz aynı şekilde hissetmiyoruz yani ve paylaştığımız ortak noktalar dışında, hiçbirimiz aynı şekilde etkilenmiyoruz ondan.

İngilizcede, Türkçedeki ‘yalnızlık’ kelimesine karşılık gelen iki farklı kelime var: ‘loneliness’ ve ‘solitude’. İlk kelime genel olarak kullanılanı… Ancak ‘solitude’ biraz daha farklı bir tanıma sahip; sözlükler, ‘yalnız olma durumu, özellikle, bunu memnuniyet verici olarak bulduğunuz zaman’, olarak tanımlıyor. Edebiyata kaynak olan, olanak tanıyan yalnızlık, İngilizcedeki karşılığı ile ‘solitude’… Bu kavrama güzellemeler yapanlar da var, tehlikeli olarak görenler de! Birkaç örnek vermek gerekirse:




‘Yalnızlıktan (solitude) zevk alan kişi, ya bir canavardır ya da bir tanrı.’
- Sir Francis Bacon –



‘Dil, yalnız kalmanın acısını ifade etmek için ‘yalnızlık’ (loneliness) kelimesini ve yalnız kalmanın muhteşemliğini ifade etmek için de ‘solitude’ kelimesini yarattı.’

-Paul Tillich- (Alman asıllı Amerikalı Filozof, 1886-1965)



‘Yalnızlık iyidir, ama ancak bunu size söyleyecek birileri olduğu zaman.’

-Honore de Balzac- (Fransız roman yazarı 1799-1850)



‘Yalnızlık bağımsızlıktır.’

-Hermann Hesse- (Alman asıllı İsveç roman yazarı ve şair, 1946 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, 1877-1962)



‘Taşrada yalnızlık içinde yaşadım ve sessiz bir hayatın monotonluğunun yaratıcı zekayı nasıl harekete geçirdiğini fark ettim.’

-Albert Einstein- (1921 Nobel Fizik ödülü sahibi, Alman fizikçi, 1879-1955)



Yalnızlığı bir üretmen için bir ihtiyaç olarak gördüler kimi insanlar. Ve onların yalnızlıkları sonrasında sahip olduk insanlığın ortak birikimine! Edebiyat tarihinin en özel eserleri, Vadideki Zambak, klasikler, Cymbeline, yan yana gelmiş her iki kelime ve nota, tüm fırça darbeleri, Mona Lisa, felsefe ve bilim yalnızlıkların doğurduğu eserler. Geliştirdiğimiz kolektif bilinçdışı, yalnızlıklarımızın eseri… Tüm bunların yanında; bir ihtiyaçtan öte, bir zorunluluk olarak karşımızda olduğunda yalnızlık ve bizi kendisine mahkum kıldığında, zaman aleyhimize işler.‘En korkunç fakirlik, yalnızlıktır.’ der Kalkütalı Rahibe Teresa . Artık siz ona değil, yalnızlık size sahiptir yani! Ve ne acı ki, farkındasınızdır bu acının. Tıpkı Meksikalı şair Octavio Paz’ın dediği gibi; ‘İnsan yalnız olduğunun farkında olan tek canlıdır.’

Sinan Akyüz’ün Alfa Yayınları’ndan çıkan ‘İki Kişilik Yalnızlık’ adlı eseri böyle bir acının hikayesini anlatır: 'Sözleri bitmiş bir çift… ‘İlk yıllar ne güzeldi!’ diye düşünen, mutsuz bir kadın… ‘Yalvarırım beni dinle!’ diyen bir adam… Karı kocanın arasına giren kara bir gölge… Birbirine yabancılaşan, karanlığın dehlizlerinde birbirini kaybeden iki insan… Ve yavaş yavaş çöken, iki kişilik yalnızlık…’ Paylaşılan bir yalnızlığın hikayesidir bu. Hayatlarını birleştiren iki insanın, hayatlarına doğan bu duygunun nedenleri ve niçinleri sorgulanır. Özdemir Asaf, ‘Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.’ der, ama artık hiç şüphesiz, paylaştığımız bir yalnızlık var insanlık olarak. İnternet üzerinden sürdürülen dostluklar, ilişkiler, kayıtsız kalınan/görmezden gelinen cinayetler, soykırımlar, modern savaşlar, asimilasyonlar, boyun eğilen sömürgeleştirilmeler, günahlar ve dahası… Aşkın kimliklerinde böylesine hiçe sayan, anlamsızlaştıran devlet adamlarının, siyasilerin, orduların yüreklerimize çizdiği hudutlar, bizlere neyi sevebileceğimizi dikte ettiriyorlar. Bizi yalnızlaştırıyorlar yani. Ve biz tüm farkındalığımızı hiçe saymayı öğreniyoruz. İlahi bir emir gibi. Bu vesileyle sınanıyoruz gibi:



‘Tanrı insanı yarattı ve yeterince yalnız olmadığını düşündüğü için, yalnızlığını daha iyi hissettirmesi için ona bir arkadaş verdi.’

-Paul Valley- (Fransız şair deneme yazarı ve eleştirmen 1871-1945)



Hayatının 40 yılını bütün aidiyetlerinden, kimliklerinden ötede, parmaklıklar ardında geçiren biri de yalnızlığı yenebilir; her gün yüzlerce insana hitap eden bir devlet başkanı da yalnız kalabilir. Yaşadığımızı fark etmenin tek yolu, yalnız yaratıldığımızın, yalnız öleceğimizin farkında olmamızdır her an. Ve biz hayatlarımızı, ancak, severek anlamlandırabilir, yalnızlıktan kurtarabiliriz. Yalnızlığın bir kefesinde sevgi, ötekisinde farkındalık biriktirebiliriz ve böylece aşabiliriz belki de en uzak mesafeleri…

Ne dersiniz?

(13/24 Haziran 2010 / İstanbul)

Diğer Yazıları