
Klasiklerin Gölgesinde: Günümüzü Okumak
Bu yazı dizisinde, dünya ve Türk edebiyatının öne çıkan klasik eserlerini merkeze alarak, onların bugünün insanına ve dünyasına dair ne söylediğini sorgulayacağım. Bu metinler artık "geçmişin ürünü" değil; aksine "bugünü anlamanın anahtarı" olarak ele alınacak.
Don Kişot'un gerçeklikle savaşı, Raskolnikov'un vicdanla boğuşması, Hayri İrdal'ın modernleşmeyle olan trajikomik mücadelesi…
Tüm bu karakterler, aslında bugünün dünyasında hâlâ yaşıyor.
Amacım, bu klasik metinleri yeniden okumak değil; onları bugüne düşürmek.
Onları bugünün ışığında yeniden parlatmak.
Geçen yazıda Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eseri üzerinden modern insanın yabancılaşmasını konuşmuştuk. Bu yazıda ise rotamızı edebiyat tarihinin başka bir dönüm noktasına çeviriyor, Don Kişot’un gölgeleri arasında kaybolmaya hazırlanıyoruz."
“Delilik, pek çok kişinin paylaştığı bir sapkınlıktır.”
Don Kişot, yaşadığı dünyanın gerçekliğini reddeden bir adamdı. Bugünün insanıysa, gerçekliğin kendisini artık tanıyamıyor.
Miguel de Cervantes’in Don Kişot’u, genellikle deliliğin ve hayal gücünün sembolü olarak okunur. Orta yaşlı bir adam, şövalye romanlarına fazlasıyla kapılır ve bir sabah kendi gerçekliğini terk edip, rüyalarla örülü başka bir hayat kurmaya başlar.
O andan itibaren yel değirmenleri dev olur, fahişeler prenses, meyhaneler şatodur.
Ama burada asıl soru şu: Don Kişot gerçekten deli mi?
Yoksa yaşadığı dünyanın kofluğuna karşı bir tür ruhsal direniş mi sergiliyor?
Giderek yüzeyselleşen, anlamını yitiren bir toplumda, hayali bile olsa bir değer uğruna savaşmak…
Bugünün dünyasında bu hâl bir delilik midir, yoksa kahramanlık mı?
Don Kişot’un dünyasında gerçeklik, herkes için ortak bir zemine sahipti. Yani yel değirmeni gerçekten de bir yel değirmeniydi; fakat Don Kişot onun bir dev olduğuna inanmayı seçti. Bugünün dünyasında ise mesele artık “gerçeği yanlış görmek” değil.
Çünkü gerçeğin ne olduğuna kimse emin değil.
Sosyal medya çağında, herkesin kendi hakikati var. Algoritmalar, ekranlar, kurgu kimlikler… Gerçeklik ortak bir zemin olmaktan çıktı, parçalandı. Ve bu parçalanmışlık içinde Don Kişot’un yel değirmenine saldırması bile artık saçma görünüyor. Neden mi?
Çünkü neyle savaştığını kimse göremiyor.
Don Kişot’un dramı artık sadece onun deliliği değil; hepimizin gerçeklikle kurduğu çarpık ilişkide saklı.
Don Kişot’un yaptığı şeyin özünde, bir anlam arayışı vardı. O, dünyayı dönüştürmek değil, dünyaya anlam vermek istiyordu. Bir düzensizlik çağında, şövalye etiğini, onuru, adaleti yeniden var etmeye çalıştı. Ama karşısında onu anlamayan değil, ona gülen bir dünya vardı.
Bugün de benzer şekilde, anlam arayan insanlar artık kahraman değil, gülünç figürler olarak kodlanıyor.
Sisteme başkaldıran biri hemen “drama queen” ya da “komplocu” olur. Aşka tutunan biri “romantik budala”, adaleti savunan biri “radikal” diye etiketlenir. Tıpkı Don Kişot gibi.
Çünkü dünya artık inançlara değil, ironilere inanıyor.
Bir sabah, dijital çağın içinde kendi kimliğini, değerlerini, inançlarını kuşanıp sosyal medya cehennemine dalan biri de Don Kişot değil midir?
Gerçek bir sevgiye inanan biri…
Algoritmaların güdümünde olmayan biri…
Yalnızca insan kalmaya çalışan biri…
Don Kişot’un trajedisi, artık bireysel bir sapma değil. Belki de onun deliliği, bizim sağduyulu çürümüşlüğümüzden daha gerçek.
Don Kişot bugün yaşasaydı, TikTok’ta viral olur muydu?
Yoksa algoritma onun çabasını “ilgi çekici değil” diye görünmez mi kılardı?
Belki de asıl sorun şu:
Bugün bir kahramanın değil, izlenme oranı yüksek figürlerin peşindeyiz.
Ve biz, Don Kişot’la birlikte gerçekliği değil, anlamı kaybettik.
“Don Kişot bugüne dair ne söylüyor?” sorusu, belki de “Biz bugünün insanı olarak neye inanıyoruz?” sorusuna varıyordur.
Tabi eğer hâlâ bir şeye inanabiliyorsak…
1983 yılında Merzifon’da doğdu. 2006 yılında Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nden mezun oldu. 2010 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Kimya Bölümü’nde Tezsiz Yüksek Lisansını tamamladı ve pedagojik formasyon eğitimini alarak öğretmenliğe adım attı.Yaklaşık 15 yıl boyunca Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı çeşitli kurum ve kuruluşlarda, engelli bireyler ve destek ihtiyacı olan çocuklarla çalıştı. Bunun yanı sıra çeşitli eğitim kurumlarında Kimya ve Fen Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptı. Hâlen öğretmenlik mesleğini büyük bir tutkuyla sürdürmektedir.Edebiyat alanında özellikle çocuklara yönelik içerikler üretmekten büyük bir mutluluk duyan yazarın, 2025 yılı Mayıs ayında, 3–6 yaş grubuna hitap eden “Hızlı Koşanlar Kasabası” ve “Benim Adım Cesur” adlı iki kitabı yayımlandı.Aynı zamanda Merzifon Bilgi Gazetesi’nde “Hikâye Bahçesi” adlı köşede düzenli olarak yazılar kaleme almakta; kişisel blogu üzerinden de yazın yolculuğunu paylaşmaktadır.İlk yayın deneyimini, 2025 yılında ‘23 Nisan Dergisi’nin özel sayısında yayımlanan “Egemenlik Ormanı” adlı öyküsüyle yaşadı.2025 Temmuz ayında yayımlanan Derin Kalem Dergisinin ikinci sayısında ise Gabriel Garcia Marquez'in "Yüzyıllık Yalnızlık" eseri üzerine kaleme aldığı "Zaman Unutur, İnsan Tekrarlar: Macondo'da Yalnızlık Üzerine" başlıklı inceleme yazısı yayınlandı.