Nizamüddin Ali Şir Nevâyî, Şubat 1441’de Afganistan’ın Herat şehrinde doğmuş ve aynı yerde vefat etmiş Türk şairi, yazarı, siyasetçisi, dilbilimcisi ve ressamıdır. Timur Devleti döneminde yaşayan Ali Şir Nevâyî Çağatay Sülalesinden olup babası Siyabettin Kiçkine idi. Daha küçük yaşta babasını kaybedip Horasan Valisi Ebul Kasım Babür Mirza bin Baysüngör Beg himayesinde ve ileride sultan olacak Hüseyin Baykara’nın dostluğu ile yetişir. Çok büyük bir alim ve sanatçı olan Ali Şir Nevâyî, Sultan Hüseyin Baykara'nın her zaman hürmetine mazhar olur ve devletin önemli görevlerinde başrolü oynar. Zenginliğiyle Horasan’da 370 kadar cami, medrese, kütüphane, hastane, kervansaray ve diğer birçok eser inşa ettirir. Herat’ta 40 kervansaray, 17 cami, 10 konak, 9 hamam, 9 köprü ve 20 havuz yaptırır. Ne kadar büyük hürmet gördüğünü Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Doğumunun 500. Yılında verdiği ve kitaplaştırılmış konferansında şöyle anlatır:
“Veziri, Sultan Hüseyin Baykara’ya bir ziyafet verir ve Sultan da bu yüzden vezire bir kürk hediye eder. Vezir, Sultan huzurunda Türk töresi gereğince 9 defa diz çöküp teşekkür eder. Nevai ise feracesini vezire hediye eder. Vezir, Nevainin önünde de 9 defa diz çöker.”
Yine bir gün, Sultan Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevâyî ’ye yazdığı bir mektubun altına “Elhakir Hüseyin” diye imza atar.
Türkçenin bu büyük savunucusu, alimi, edibi, şairi Ali Şir Nevâyî bunların yanında lirik gazeller, mesneviler ve diğer birçok türde eser yazıyordu. Hiç evlenmemesine rağmen şiirlerinde derin bir aşk öğesine rastlanıyor ve hassas karakteri bu eserlerinde kendisini gösteriyordu. Ayrıca Türkçenin yanında anadili kadar Farsça biliyor, büyük Fars şairlerini kıskandıracak eserler kaleme alıyordu. Türk Edebiyatındaki ilk hamseyi ve ilk şuara tezkiresini yaratan kişi de oydu. Farsça hakimiyetine rağmen anadiline, milletine aşık olan bu yüce şahsiyet, Muhakemetül Lugateyn eserinde Türkçenin Farsçadan üstün ve değerli olduğunu söylüyor ve yüzyıllar sonrasına Türkçe ile ilgili büyük bir hazine armağan ediyordu.
Nevâyî, eserleriyle yalnızca Türkistan Türkleri ve Çağatay Sahasını değil, Rumeli’den Hindistan'a dek geniş bir coğrafyayı etkiler. Aristokrat oluşu, Osmanlı ve Timur Devletlerinin parlak zamanlarında yaşaması, Sultan Baykara ile dostluğu ve devlet işlerinde onun baş yardımcısı olması elbette ki onun bu nüfuzunu ve ilimdeki, sanattaki başarısını arttırır. O, yardımsever kişiliği ile sosyal ve siyasî anlamda Türk halkını yaşadığı dönemde ihya eder ve şiirleriyle, mensur eserleriyle Fars Edebiyatının son büyük klasik şairi sayılan Câmî’yi dahi etkiler. Bununla birlikte, onun en kayda değer yanı, Türk Dili için yaptığı çalışmalar ve bir Türk milliyetçisi oluşudur. Fânî mahlasıyla şiirler yazarak Fars şairlerine dahi ustalık eden bu deha, aynı zamanda Türkçe ile yazıyor, Türkçeyi Fars dilinden üstün görüyor ve kendi zamanında Türkçeyi Farsça seviyesine getirebilmek için tüm gayretini sarf ediyordu. Onun tüm eserlerinden bahsetmek, tam da bu aşamada yerinde olur.
Divanları: Garaib-üs Sıgar (Çocukluğun Gariplikleri), Nevâdir-üş Şebab (Gençliğin Nadir Şiirleri), Bedâyi-ül Vasat (Orta Yaşlılığın Güzelliklerini İhtiva Eden Şiirler), Fevâid-ül Kiber (Yaşlılığın Faydalı Şiirleri) ve Farisi Gazeliyat Divanı…
Bu divanlar mensur mukaddimeler ile başlar. Şair, çocukluğunda, gençliğinde, orta yaşlılığında ve ihtiyarlığında yazdığı eserleri toplayarak 4 ayrı divan haline koyar ve hepsine ayrı ayrı isimler verir. Maamafih, Avrupa ve İstanbul Kütüphanelerinde türlü şekillerde tertip edilmiş Nevâyî Divanlarına ve bunun taş basmalarına tesadüf olunur. (bkz. Köprülü)
Mesnevi türünde, nesrin çeşitli türlerinde de birçok ölümsüz esere imza atar.
Bu eserlerinin arasından, özellikle şiirleri, Türk Edebiyatının birçok sahasında geniş etki yaratır. Babür Şah, Babürname'de Ali Şir Nevâyî ile yaptığı mektuplaşmalardan ve birbirlerine gönderdikleri şiirlerden bahseder.
Ali Şir Nevâyî, Osmanlı zamanında da çok okunmuştur. İstanbul Kütüphaneleri, adeta onun eserleriyle doludur. Divan Edebiyatı’nda belirgin bir şekilde göze çarpan Nevâyî etkisi, Nedim Divanında Çağatayca bir gazel bulunması, Ahmet Paşa-Fuzuli ve Ziya Paşa gibi şairlerde görülen Nevâyî etkisi bu duruma güzel birer örnektirler. Mesela, alttaki Nevâyî mısrası ile Fuzulinin beyti arasındaki benzerlik, Fuzulideki Nevâyî etkisini göstermesi açısından önemlidir.
“Kaysı tuba cilvesi serv-i hıramanınca bar.”
Nevâyî
“Kangı gülşen gülbünü serv-i hıramanınca var
Kangı gülbün üzre gonca lâl-i handanınca var.”
Fuzuli
Öte yandan, Kafkas Türkmenlerinin saz şairleri Nevai şiirleri ile saz çalar, Doğu Türkistan şamanları ilahi yerine Nevâyî şiirlerini söylerlerdi. Yine, Ali Şir Nevâyî, Türk Edebiyatının ilk hamsesini yazarak Divan Edebiyatındaki diğer hamse şairlerine öncülük eder.
Onun hamsesi Nizami ve Hüsrev yolunda düzenlenmiş olup (1488) toplam 64 bin beyit tutar. Hayretü’l Ebrar, Ferhad u Şirin, Leyli vü Mecnun, Seba-i Seyyare ve Sedd-i Sikenderi adlarını taşıyan bu 5 mesnevi Türk şiirinde yeni bir atılım sayılır. Nevai, Nizami ve Hüsrev'in kuru bir taklitçisi olmamış, onların eserlerini büyük ölçüde yerlileştirmiş, yer yer de onları geride bırakmıştır. Nitekim Cami, onun hamsesini diğer ikisinden üstün tutar. Bu Hamse, Hive'de (1880), Taşkent’te (1964) ve Ankara’da (özetlenerek, 1967) basılır.
Mensur eserlerinden ise, şüphesiz ki, Mecalisün Nefais ve Mizanül Evzan çok önemlidir. Çünkü Mecalisün Nefais, Türk Edebiyatının bilinen ilk şuara tezkiresidir. Nevâyî, bu eserini Molla Caminin Baharistan’ı ile Devletşah Tezkire’sini örnek alarak yazar. Her bir bölümün adı “meclis”tir ve daha çok Farsça şiirde ün kazanmış şairler anlatılır. Bu eser Anadolu sahasında yazılan ilk tezkiremiz olan Sehi Beyin Heşt Behişt(8 Cennet) adlı eserine ve sonraki tezkirelere bir örnek olur. Osmanlı sahasında yazılan bir başka tezkire olan Sadıkî'nin Mecma'ül Havas'ı Mecalisün Nefais’e bir zeyl (ek) niteliğindedir. Mizanül Evzan ise edebiyat teorisiyle ilgili bir eser olup aruz vezni ve nazım şekilleri üzerine bilgiler verir. Böylelikle Ali Şir Nevai için, ilk edebiyat tarihçimiz ve edebiyat teorisyenimiz desek, yanlış olmayacağı kanaatindeyiz.
Bunların arasından Türkçeyi Farsçadan üstün tutuşuyla sıyrılan bir eser vardır ki, bu eser Muhakemetül Lugateyn’dir. Farsçanın resmi dil olduğu, insanların bu dille eser vermeyi hüner zannettiği bir dönemde Türkçenin Farsçadan üstünlüğünü vurgulamak için yazılmıştır. Bu eser, Türk Dili tarihinin Divan-ı Lügatit Türk ile birlikte 2 önemli kitabından biridir. Bu eserde Ali Şir Nevâyî şu ifadeleri kullanır:
“ Anadilim üzerine düşünmeye koyuldum, Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin alemden daha yüksek bir alem göründü. Bu alemin süsler, bezekler içerisinde enginleşen göğü, dokuz gökten daha üstündü, bu erdemler, yücelikler hazinesinin incileri yıldızlardan daha parlaktı. Bu alemin bahçelerine daldım, gülleri güneşler gibiydi. Her yanında gözler görmedik, el ayak değmedik neler neler vardı. Amma bu tılsımın yılanları pek korkunç, bu güllerin dikenleri pek yamandı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki demek bizim Türkçe ozanları bu korkulu ve üzüntülü şeylerden çekindikleri için Türkçeyi bırakıp boşlamışlar ve böyle göçüp gitmişler. Fakat ben bu alemden vazgeçemedim. Korkmadım, yılmadım, güçlükleri yendim, çetinliklerle savaştım, emeklerimi esirgemedim. Bu alemin aydınlık alanlarında ilhamımın şahlanan atını koşturdum. Sınırsız uzaklarında hayalimin hırçın kuşunu havalandırdım. “
Tüm bu anlattıklarımızdan Ali Şir Nevâyî’nin ne denli etkili bir şahsiyet olduğu kolayca anlaşılır. Nitekim kendisi vefat ettiği zaman Herat’ın bir ölü evine döndüğü söylenir. Sultan Baykara bile ağlar, 3 gün yas tutulur ve Nevâyî için bir-çok ağıt, mersiye yazılır.
Türk tarihi, dili ve edebiyatı için bu denli sembol olan Ali Şir Nevâyî bugünlerde kardeş ülke Özbekistan’da bir hayli önemseniyor. Öyle ki Taşkent’te metro duraklarında Nevâyî eserlerine yer veriliyor. Ayrıca benim de ziyaret etme ve bir konuşma yapma fırsatı bulduğum “Ali Şir Nevâyî Devlet Özbek Dili ve Edebiyatı Üniversitesi”ne sahipler. Ülkenin birçok yerinde Nevâyî anıtlarına, eserlerine rastlamak mümkün. Türk Dünyası ve Türkçemiz için abide niteliğinde olan bu şahsiyetlerin Türkistan’ın dört bucağında ve anavatanımızda tanınmasını temenni ederim…
8 Temmuz 1998'de İstanbul'da doğdu. 2016-2021 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi – Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden lisans derecesini aldı. 2018 yılında Kazakistan'da bulunan Hoca Ahmet Yesevi Türk Kazak Üniversitesinin Konuk Türkoloji öğrencisi oldu ve burada Kazakça, Özbekçe, Rusça öğrenme fırsatını yakaladı. 2019 yılında Özbekistan- Taşkent Ali Şir Nevayi Adındaki Devlet Özbek Dili ve Edebiyatı Üniversitesinde “Türkçenin Ses Bayrağı: Ali Şir Nevayi” adlı bir bildiri sundu ve yayınladı. “İnsan ve Hayat, Türk Edebiyatı” gibi bir-çok dergide ve kitapta edebî ve akademik yazıları yayınlandı.Uluslararası bir öykü yarışmasında mansiyon ödülüne layık görülen “Ebedî Hayat” adlı hikâyesi Azerbaycan Türkçesine de tercüme edilerek basıldı. İran'da, Azerbaycan’da ve Özbekistan'da da yayın faaliyetlerinde bulundu. İngilizce, Farsça dillerini ileri düzeyde, Rusçayı ise orta düzeyde öğrendi. Halihazırda; TRT 2'de editör olarak çalışmakta, İstanbul Üniversitesinde Eski Türk Dili alanında akademik kariyerine ve Türk Edebiyatı Vakfının Yayın kurulunda yazın hayatına devam etmektedir.* Kitaplar:1-Beyaz Güvercinler (Azerbaycan Türkçesinden çeviri bir roman): İmdat AvşarAleyna Malkoç / 20212- Türkbilimde Arayışlar: Timur Kocaoğlu Armağanı: Aleyna Malkoç (Editör) / 20213- Ziya Gökalp – Altın Işık (Özbekçeye Tercüme / yayına hazırlanmakta.)4- Geç Dönem Çağatay Türkçesiyle Yazılmış Mensur İskendernâme Metninin Dil ve Metin İncelemesi(YL Tezi)