Şimdi Aşiyan Mezarlığı’nda medfun bulunan Celal Yalınız’ı biz Sakallı Celal namıyla biliriz. (Kimileri de Celalli Sakal olarak anmış ki bu da epey isabetli bir tavır.) Daha çok aforizmalarıyla, nükteleriyle, fıkralarıyla hatırladığımız Sakallı Celal Türk aydınlarını: “Doğu’ya giden bir gemide, arkaya doğru koşup Batı’ya gidiyoruz kuruntusuna kapılan yolculara” benzetiyor. Avrupa’ya sefer veya zafer için değil aydınlanmak ve oradan devşirdiği medeniyeti bu topraklara taşımak için giden münevverlerimizin orada gördükleri ve görmediklerini okumaya tabi tutmakta fayda var.
AVRATLARIN CENNETİ
28 Çelebi Mehmed’in Fransa Sefaretnamesi, -her ne kadar ilk olmasa da- bizim bugün anladığımız batıya bakışın miladıdır esasen. Şimdilerde Lale Devri ismiyle biliyoruz o günleri. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa bir heyet oluşturur. Heyetin başına da Yirmisekiz Mehmed Çelebi’yi getirir. Mensup olduğu Yeniçeri ortasının isminden dolayı “28” olarak anılan Mehmet Çelebi, 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması’nda devleti temsil etmiştir. 400 kişilik bir heyetle Fransa’ya giden Mehmet Çelebi’nin kaleme aldığı Sefaretname hakkında Ahmet Hamdi Tanpınar: “Bu kitabın hemen her satırında gizli bir mukayese fikrinin beraberce yürüdüğü görülür." der. Batıya büyük bir merakla bakan Çelebi orada halkın büyük bir merakla kendine bakışına şahit olur. Fransa için “avratların cenneti” der. Kadınların sosyal hayattaki rolünü anlatır. Bir beyzadenin avamdan bir kadına saygıyla davranması dikkatini çeker. Ulaşımı ve şehirleri övgü ile anlatan Yirmisekiz Mehmet Çelebi, Opera’ya, Rasathaneye gider; seraları dolaşır. Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Yüzyıl Türk Edebiyatı Tarihi’nde Çelebi için “"Ahmed III'ün sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 1721 de gittiği Paris'i, Evliya Çelebi'nin Viyana'yı seyrettiği gibi Kanuni asrının şanlı hatıraları arasından ve bir serhat mücahidinin mağrur gözü ile görmez. O, XVIII. asır Paris'ine Karlofça'nın ve Pasarofça'nın milli şuurda açtığı hazin gediklerden ve devlet işlerinde pişmiş zeki bir memurun tecrübesiyle bakar.” tespitinde bulunur.
AKLIN VARSA PARİS’E GİT
Ziya Paşa’nın "Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm/Dolaştım mülk-i İslam-ı bütün viraneler gördüm" mısralarındaki hiç tek başına kalmamıştır. Abdülhak Hamid Tarhan’ın hocası Tahsin Efendi “Paris'e git bir gün evvel, akl u fikrin var ise/Aleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris 'e.” Talebe Abdülhak Hamid ise ilk defa babasıyla birlikte gidip gördüğü Paris'e ilişkin "Bir Hatıra" şiirinde şöyle anlatır: "Paris, diyordu/Pek çok işitmişti Paris 'i/On bir yaşında gördü ve girmişti mektebe/…/Kudret, birınci medrese etmişti Paris 'i/Paris, diyordu/Mavi ipekten bir aşiyan.” Günümüz Türk şairleri de Paris’i överler Ataol Behramoğlu: “Paristi, hüzünlerden hüzün beğen/Orada ölmek istiyordum/Yazılmamış şiirlerimi/Ardım sıra sürüklüyordum” der. Attila İlhan alır sazı ve “paris’in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım/kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım “ diyerek sözü sürdürür.
MARX’IN KOMŞUSU NAMIK KEMAL
Namık Kemal’in Londra’ya gittiği 1867 yılında, Karl Marx da Lonrda’dadır ve “Das Kapital”in ilk cildini yazmayı o yıl bitirmiştir. Namık Kemal, Marx aynı sokakta otururlar. Namık Kemal, Londra’da Charles Dickens’ı ve Victor Hugo’dan baba-oğul Dumas’lara kadar ne bulduysa okuduğu, Shakespeare’in oyunlarına gittiği, Times’ı ziyaret edip, baskı kâğıtlarının miktarı ve matbaa makinesinin bir saatlik verimini araştırdığı bilinir ama Marx’tan hiç bahsetmez. Londra’yı medeniyetin timsali olarak anlatır ve “Bütün dünyayı dolaşmaya ne hacet” der idealleştirir Londra’yı. Adalet sistemini, şehir yapısını, eğitimi, kütüphaneyi, ticaret hayatını över. Beri yandan o tarihte Namık Kemal’in çıkardığı İbret gazetesinde Paris Komünü haber konusu olmaktadır ve Namık Kemal’de yazılarıyla Paris Komünü’nü destekler. Hatta Hıfzı Topuz’a göre Namık Kemal, Paris Komünü’ne bizzat katılmıştır.
AVRUPA’DA BİR CEVELAN
Ahmet Mithat Efendi, 1899’da İsveç’in başkenti Stocholm ve Norveç’in o tarihte adı Christiania olan Oslo şehirlerinde düzenlenen, Müsteşrikler Kongresi’ne ve Paris Sergisi’ne katılmak üzere uzun bir yolculuk yapar, yolu da olabildiğince uzatmaya çalışır. Ahmet Mithat Efendi; İtalya, Fransa, Danimarka, İsveç, Norveç, Almanya, İsviçre ve Avusturya’ya uğradığı bu geziden dönüşte izlenimlerini “Avrupa’da Bir Cevelan” ismiyle kitaplaştırır. Paris, Viyana, Berlin gibi büyük şehirlerine uğrar. Gerçi romanlarında da gitmediği veya yazıldığı esnada henüz gitmediği diyarları anlatan “hâce-i evvelimiz” bu kitabında şahitliklerini kaleme alır. Bir doğu-batı sentezi taraftarı olan Ahmet Mithat, romanlarında batının maneviyatının büyük fenalıkları olmasına karşılık insanı kendisine hayran bırakan özellikleri olduğunu vurgulamıştır. “Paris’te Bir Türk”, “Rikalda yahut Amerika Vahşet Âlemi” bu tarz kurgu kitaplarındandır. Peki, Avrupa’da neye hayran kalmıştır? Paris’te matbaalardan etkilenir, yolda çamur görmemesine şaşırır. Eyfel Kulesi’nin anca ikinci katına kadar çıkar. Daha yukarı çıkmaya mecali elvermez ve okuruna ister acıyın, ister ayıplayın der. İsviçre’de bir saatçiyi gezerken gördüğü salisiyeleri gösteren saatler, “biz dakikalara bile önem vermiyoruz” diye hayıflanmasına sebep olur. Marsilya’da tuğla ve kiremit fabrikalarından numüne alır ve İstanbul’da bir benzerini kurmayı hayal eder.
TANPINAR’IN PARİS’İ
Yahya Kemal Beyatlı’nın 19 yaşındayken gittiği Paris’e Ahmet Hamdi Tanpınar, 52 yaşında gidebilir. Bu pek çok Türk aydını için çok ileri bir yaştır. Kendisi de bu durumdan şikâyetçidir. Sağlığı yerinde değildir. Rahatsızlığı sebebiyle kan kusar. Nasırı da fena canını yakar Tanpınar’ın. Günlüğüne şunları yazar: “Yirmi bir sene evvel gelmem lazım gelen yere şimdi geliyorum. Bugünkü Avrupa, fikirlerimin, itiyatlarımın (zihni) ve ideallerimin hazin bir mezarlığıdır. Hakikatte ben Avrupa’da bir hortlak değilse bile, bir artık gibi dolaşıyorum.” Yine de Brueghel’den Van Eyck, Picasso ve Miro’ya pek çok ressamın eserlerini görür. Seinne Nehri kıyısındaki sahafları dolaşır. “Potemkin Zırhlısı” filmini bir propaganda filmi olduğu için eleştirir ve beğenmez. Paris’e uçakla giden Tanpınar’ın “Yaşadığım Gibi” kitabında yer alan “Bir Uçak Yolculuğundan Notlar” başlıklı yazısı çok güzeldir. Notre-Dame’da başıboş düşüncelere kapılır. Org sesinden etkilenir. Montparnasse Garı’nda duvara yaslanmış armonika çalan görme engelli adamı görünce Âşık Veysel’i hatırlar. İkisinde de aynı iç aydınlığı olduğunu vurgulama ihtiyacı duyar. Hugo’nun, Verlaine’nin hatırlarının peşinde giderken “hatıra enflasyonu” yaşadığını hisseder. Daha önce Paris’e giden Türk aydınlarına sitem eder Tanpınar: “Baudelaire’in öldüğü günlerde, bizim Tanzimatçılar, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa Paris’te idiler. Fakat hiç biri ondan bahsetmez. Zaten Tanzimat neden bahseder ki? Onlar Avrupa’yı başları sıkıldıkça uğranılan attar dükkânı gibi bir şey sanıyorlar, alacaklarını aldıktan sonra çabucak kapıyı kapatıyorlardı.”
ZORAKİ AVRUPA SEYYAHI: AHMET HAŞİM
Seyahate çıkmayı bir “hârikuladelikler avı” olarak tanımlayan Ahmet Haşim, kendini iddialı bir avcı olarak görmez ve Paris gezisini anlattığı satırlarında “Öyle olsaydı, şu kötü Avrupa’ya değil, arzın daha bâkir bir mıntıkasına gitmenin yolunu araştıracaktım” diyen Haşim’in yolu daha sonra da sağlık sorunları sebebiyle Frankfurt’a düşer. Meşhur Frankfurt Seyahatnamesi’ni de bu vesile ile kaleme alır. “İlk adımda bitmiş bir Almanya ile karşılaşmıştık.” der Ahmet Haşim. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktıktan sonra bir türlü belini doğrultamayan, yüksek enflasyon ve işsizlik oranlarıyla mustarip Almanya’yı çok daha sıkıntılı günler beklemekte Naziler hızla yükselmektedir. 1932 yılında Almanya’da iki seçim yapılır Naziler ilkinden yüzde 37, ikincisinden yüzde 33 oy alır. Diğer koalisyon alternatifleri tüketilince Adolf Hitler, Ocak 1933’te Şansölye olur. Almanya’nın çalkantılar içinden geçtiği bu dönemi, Ahmet Haşim “Caddeler” başlıklı yazısında anlatır. “San bezden uydurma bir avcı üniforması üzerinde, uydurma bir kayış, uydurma bir matra ve bir muhayyel müstakbel seferin uydurma donatımı ile erken süslenmiş şu bayağı çehreli adamlar kim! Bunlar Hitler askerleridir. Etrafa yan bakarak, sessiz ve karanlık dolaşan kırmızı kravatlı gençler kim? Bunlar da Hitlercilerden daha hayırlı olmayan komünistlerdir. Akşam oluyor: lacivert gece, bin bir ışık beneğiyle caddeleri dolduruyor; karanlık köşelerde siyah mantolarına sarılmış birtakım korkak, genç kadın çehreleri belirdi. Bunlar bir değil, iki değil, belki binlerden fazla! Bunlar ne? Bunlar da açlığın günden güne arttırdığı kıt müşterili Alman gece fahişeleridir. Almanya pembe ve büyük bir elmadır. Fakat içi kurtludur.”
PAKDİL’İN “BATI NOTLARI”
Nuri Pakdil’in kurduğu Edebiyat Dergisi, 1972’den itibaren kitap yayınlamaya başlar ve ilk kitap “Batı Notları”dır. Fransa’da bir seminer vesilesiyle yaptığı Avrupa yolculuğunu, izlenimlerini ve tespitlerini kitaplaştıran Pakdil, “Batı, geometrisi ve “eşya ateşiyle” karşıladı beni”, “Uyandım gözüme plastik bir güneş parçası yapışmıştı. Uzun süre silmeye uğraştım. Niçin güneşi plastik Paris’in? Çünkü yükselen Batı isi, güneşle Paris’in arasında kalın bir duvar. Bu is, bildiğimiz baca isi değildir. O yüzden temizdir Paris’in havası. Biz Doğuluların, Doğulu duygusuyla hissettiğimiz, yorumu da bize ait olan bir is.” diyerek Avrupa’ya bakışını özetler. Heykellerin çokluğundan şikayet eder Pakdil. “Taşın bile fıtratını bozdular” der. Roma için “put kuyusu” der. Batı Notları’nda İstanbul ve Paris’i şöyle karşılaştırır: “Şimdi İstanbul’da ne kadar güvercin varsa, belki Paris’te o kadar köpek vardır. Güvercin bir sevincin, bir yükselişin, bir umudun simgesi ise; köpek, bir yalnızlığın, bir korkunun, savunma gereğinin Paris’liye yapışık belirtisi olabilir.”
Nuri Pakdil, batıya baka baka boynumuzun tutulmasından bahsediyordu. Gerçekten de batıya bakmak ve batı hakkında yazmayı esas alan bir nicelik açısından zengin bir literatür inşa etmiş durumdayız.
Batı hakkında yazmaya devam edeceğiz besbelli…
1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.