Menu
AYFER TUNÇ'UN YEŞİL PERİ GECESİ...
Deneme/İnceleme/Eleştiri • AYFER TUNÇ'UN YEŞİL PERİ GECESİ...

AYFER TUNÇ'UN YEŞİL PERİ GECESİ...

Ayfer Tunç’un son romanı Yeşil Peri Gecesi, Phoenix dergisinin kapak kızlarındanŞebnem’in içine doğduğu öznel ve toplumsal koşulların psiko-sosyal sonuçlarını günümüze doğru izlerken, bir yandan da ‘insan’ dürtülerinden yararlanan çağcıl ideolojilerin toplumsal marifetlerini gözler önüne seriyor.

“Hiçbir şey değişmeyecek diye düşündüm. Bugün yeni bir gün değil. Yarın yeni bir gün olmayacak. (…) Bu tükeniş çağının orta sınıf hayaletleri olan bizler için, günün koşullarına göre yeri orta-üstle orta-alt arasında değişen (kriz hali malum, bir sürekliliktir ülkemizde), her gün biraz daha inceltmeye çalıştığı zevklerine sıkı sıkı tutunarak yaşayan biz zavallı hayaletler için yeni bir gün yok artık. Umut bitti.”

Roman, marifet ehillerinin; sömürü ahlakına özgü bencillik, aç gözlülük, menfaatçilik, vicdansızlık, tembellik gibi yükselen değerleri parlattığını, var oluşunu gerçeklemek üzere insanın gereksindiği yegâne şeyi, onuru, onun elinden aldığını vurguluyor.

“Mesajı almıştım. Mesajın konusu açıktı. Kafası proje kaynayan Osman beş parasızdı. Köpekli lokantacıda ise bok gibi para vardı. Kilitle anahtar, tencereyle kapak, şarapla peynir aynı masadaydı. Onca aşağılanma ve aşağılanmayı sindirme tecrübeme rağmen, beynimde bir şey çıt etti…”

Kimilerinin öz kıyıma yönelerek zamanda bıraktığı boşlukların, geri kalanların yüreklerindeki yansıması, roman içinde Tunç’un da gönderme yaptığı yazar ve düşünür Cioran’ın “Zaman boşluğunun önünde yürek boşluğu: Karşı karşıya birbirlerine yokluklarını yansıtan iki ayna, iki hiçlik görüntüsü” deyişine uygun düşüyor.

Böylelikle, insan toplulukları ‘hiçliğe’ güdümleniyor.

“Daha fazlasına gönlüm olmadı hiçbir zaman. Demedim çünkü çok akıllı bir kadınım ben, azıcık toplasam kendimi kıvırırım, hayatın bana layık gördüğü şartları değiştiririm. Demedim. Ben çünkü oldum olası inatlaşıyordum hayatla. Ey hayat! Sen mi çökerteceksin beni, ben mi? Bakalım hangimiz daha başarılı olacağız?”

Sonuç: bir virüs gibi yayılarak dünya görüşü halini alan öz kıyım arzusunun çağcıl ideolojik stratejilerin ekmeğine yağ sürmesi; erkin, ‘bizden olanlar bin yaşasın’politikasının aracına dönüşmesi!

Bütün bu olguların önünde aile dururmuş gibi geliyor, insana. Oysa çocukların yetişmesinde en yakın ve güvenilir sosyal halka olarak kritik rol üstlenen aile, aynı zamanda aile fertleri tarafından toplumsal çelişkilerin birkaç adım uzaklıkta sahnelendiği kaygan bir zemin de olduğundan, ne bireysel ne de toplumsal çözülmeye çare getirebiliyor. Hatta çözülmenin (çürümenin) şiddetini arttıran bir yanı var. Yeşil Peri Gecesi’nin Şebnem’inin başına gelen de bu. Üyesi olduğu tüm çekirdek ailelerin ve tarafı olduğu ilişkilerin sağaltıcı olmaktan çok yaralarını derinleştiren katılımıyla ‘hiçlik’e sürükleniyor: “(…) anlam ne ki?”

“Kendi yazdığı mağdur manifestosuyla kimsenin sallamadığı bir biçimde hayata kafa tutmuş (mağduriyet ilanı etkisiz de olsa bir kafa tutma biçimidir bence), lakin tuttuğu kafayı bizzat kazımış, gençliği çoktan uçmuş bir kadınım ben. Sen bırakıp gidince talihin elinde oyuncak oldum diye sızlanan,… (…) Ah Ali! Kırlaşmış saçlarını soluk bir hale gibi saran hüznüyle bana babamı hatırlatan (…) Artık ev kadınlarının bile bildiği gibi, psikolojide buna ‘güvensiz bağlanma’ deniyor. (…) üfürük TV programlarında iki cümleyi bir araya getiremeyen yetersiz psikologlarla sahte uzmanların alt sınıf hatta dip sınıf seyircilere satabileceği kadar basit ve kaba bir bilgi bu artık.

Ruhumuzun deşifre işlemini geçen yüzyılda bitirdik, bu yüzyılla birlikte ölü ruhlarımızı tahnit etme işlemine başladık.”

Ontolojik ‘hiçlik’ kavramını metaya dönüştüren günümüz ideolojilerinin, ‘çakma’ varoluş problemleriyle ‘mış’ gibi dayattığı sahte paradoksların önünde yalnızca sanat yükseliyor! Umutsuzlukta derinleşmeyi öneren sanat!

“Bu dünyada önümüze geleni kabul etmemize neden olan, ama bu dünyanın kendisini bize kabul ettirecek güçte olmayan bir bayağılık vardır” diye ekliyor Ciaron.

“Böylelikle hem hayatı boşlayıp hem de onun dertlerine tahammül edebilir, hem arzuyu reddedip hem de kendimizi arzunun aktığı maceralarda sürüklemeye bırakabiliriz. Varoluşa rıza göstermede bir nevi alçaklık vardır!”

Kendimizin, kültürümüzün ve hatta coğrafyamızın gerçekleriyle yüzleşmek için sanat… Yegâne eylem olarak kendi öncelikleri dolayımıyla diğerlerini de hiçe saymakta çekincesi kalmayan öz kıyımcıları çözümlemek için sanat…İkiyüzlülüğümüzün, ahlakımızı kurarken gerekçelendirdiği sistemleri çökertmek üzere işe girişmek için sanat… Şebnem’in hayatına giren Vatuş, Gün veya Selda gibi insanların etrafımızdaki varlığını anımsamak için sanat, umut için!

“‘Sana bir şey sorabilir miyim?’ dedim. ‘Bu görüntülerdeki ben olmasaydım, gene böyle mi davranırdın? Böyle koruyucu, kollayıcı… Reytingmiş, başarıymış umursamadan…’

‘Hiç düşünmeden evet diyebilseydim, kendimi çok daha iyi hissedecektim.’”

İnsanın, attığı adımın boyunu aştığını düşünürken, yıkımın beklediği şiddette olmamasına sevinip sevinmemekte ikircikli kalarak kendi izini sürmeye devam etmesi için… Yaptığı iş hayra geçecek olsa da, işin ilkesel yönüne dair sorular sıralamayı hatırlaması için…Umuttan güç kazanarak!

Ayfer Tunç, popüler bir hikâyeyi edebiyatın değerlerinden süzerek kalıcılaştırıyor ve onu dönemin sanattaki izdüşümü kılıyor; ikiyüzlü ahlakla hemhal olmuş yeni toplumun ipliğini pazara çıkarmaya soyunanlara karışarak.

Çağı kişisel coğrafyasından yorumlayan Şebnem’in kullandığı sert erkek dilini işitmek, bir uçuruma bakmak ve bütün gerekçelerden sıyrılarak alarm olmak zorunluluğu yaratıyor.

Fazladan, umutsuzluk sarıyor insanın içini. Ama sarsın. (Bir varoluşun aslında uygunluk derecesi kendi yıkımından ibarettir.*) Derinleşiyoruz: Yazarın anlatacak sözü olduğu için detaylanan roman, fazlalık bulunup dışlanamayan yoğun kurgusuyla epey düşündürücü.

Yeşil Peri Gecesi… Önemli bir roman!

* E. M. Cioran, Çürümenin Kitabı