Menu
Deneme/İnceleme/Eleştiri • "söylenemez aşk, hal diliyle hecelenir"

"söylenemez aşk, hal diliyle hecelenir"


Yıllardır Türk Edebiyatı’na yaptığı değerli katkılarıyla* tanıdığımız Ömer Lekesiz, sekiz güzel şiirden yola çıkarak hazırladığı Ateşten Kelimeler adlı yapıtını, ‘kimi imgelerden hareketle üretilmiş öznel şerhler**’ yazma amacını ise, okurları, kullanılan şerh dilinin arkeolojisine yöneltmek olarak tanımlıyor.

Selis Yayınları’ndan çıkan kitabın kapağında, anlatılan konuları açıklamak, anlatıma yardımcı olmak amacıyla kullanılan minyatür sanatının çağdaş bir yorumuna yer verilmiş. Derinlik yaratma üslubu, geleneksel sanatları kültürün önemli bir elemanı olarak yaşatma çabasıyla, Batı ile Doğu’yu, estetik, teknik ve ışık-gölge zıtlığında buluşturan İran’lı dünya vatandaşı, Mahmoud Farschian’ın bir çalışması. Sanatçı minyatür için, Mevlâna Celâleddin-i Rumi'nin Mesnevi’sinden esinlenmiş. Kitap okunduğunda, yapılan seçimin tesadüfi olmadığı da anlaşılıyor: Kadının, hayatın devamlılığındaki yaratıcı rolünü, aşk-aşık-maşukluk kalıbıyla, dünyevi ve ilahi aşk bağlamında metaforlaştıran görsel,Ateşten Kelimeler için başarılı bir çağrı oluşturuyor.

Giriş sayfasında, ‘Yangın kavmindeyiz, ne giysek alev. -Hulki Aktunç’ alıntısına yer verilmiş. Alıntı, secili şiirlerin eşiğinden geçilerek gidilecek Lekesiz’in anlamlar dünyasına uzanan yolu imliyor.

Her sanat yapıtı yazarından, şairinden kopmaya, okurunca yeniden üretilmeye yazgılıdır.  Bunun bir belirtisi olarak eleştirmen ve yazar Ömer Lekesiz, çıkış noktasındaki bu eserleri adeta yarıyor, örtülü gerçeklerine sokuluyor. İlintili kavramların somut anlamlarını araştırırken, bir yandan da birer tasarım öğesi denebilecek kelimeleri şiirlerinden özgürleştiriyor.

"(...) Kelime ki, nefesin ses, sesin söz olup vücuttan yarılışıyla gerçekleşen bir varoluştan; kalemin yüreğinden akıla, akıldan dile akan; döküldüğü dilden koptuğu anda yine yarılan, tekrarlandıkça kendi içinde tekrar yarılan; her yeni yarılışta yokluğa daha çok katılan... Kıyamet ki kelimelerin tekrar toplanışından; kovanına dönen arılar misali yarılmışın kendi cevherine, parçanın bütününe Sur-u İsrafil ile koşuşundan. (...)"

Kelimelerin mahşerinde bizi bekleyen ne? Bir pınar ya da çavlan gibi değil, deniz gibi kabarmış kelimeler. Ne kadar kıyı varsa değdikleri, artık güldür, reyhandır, yasemindir, günlüktür, tüm kokuları kuşanmış ve mor bir şala dolanmışlar... Dolanış o dolanış... İnsanın tutkusu, hazzı, hayal kırıklığı, acısı... giderek tevekkülü ile kaleme gelip, olgun yaşın bilgisiyle, yeni metinlere ulanmışlar. Ne güzel ki bu metinler de sanatın esinleme ediminde zincire eklenen yeni bir halka olmakla kalmamış.

Ağlamak, akşam, kalp kırıklığı-hüzn, beklemek, yorgunluk, uyku, mağara, put, gönül, kelime... rüzgâr, yürümek, gitmek, uzak... sabah, usul usul açılmak, el, eldiven, saklamak... siyah, beyaz... aşk!

‘Söylenemez aşk, hal diliyle hecelenir…’ diye yazıyor, Lekesiz.

Bir kısım okur, ‘aşk’a dair  büyük özlemler devşirecektir, bu kitaptan, doğrudur; nasıl ki, ‘Mum söner, pervane divane olur!’, anlatılmaktadır. Leyla metinlerdedir, Şirin metinlerdedir.  Ferhat da, Mecnun da... Züleyha da... Gerçi Züleyha’nın sesi çatallanmıştır, ne erkektir o, ne kadın. Yusuf sessizdir. Seslenir Züleyha... "(...) parmak uçlarıyla okuyan kör bir hafız gibi / Kavislerinden, köşelerinden, kıvrımlarından, yivlerinden, açılarından harfi.../ Harfin harfle ülfetinden heceyi.../ Hecenin heceye eşik oluşundan kelimeyi.../ Kelimenin kelimeyle nişanlanışından cümleyi.../ Parmak uçlarında verilmiş gözleriyle bilen... / Bilen ısısından, neminden nesneyi... / Nesnede gizlenmiş bilgiyi, bilgiden türeyen imgeyi... / Öyle bir körlükle ezberleyerek giyin ki beni... (...)"

Çok duyumlu kitap sürer giderken, meraklı okursa, yazarın geçtiği yollardan süpürüp biriktirdiği sosyolojik ve mitolojik öykü uçlarını izleyecek, yaşamın hakikatine farklı yollardan varmayı deneyecektir. Çünkü okur, mensur*** tarzında kaleme alınan metinlerde, şiire özgü işitimsel kullanımın harekete geçirdiği yeni bir imge uzayına girer, kelimelerin çağrışımlarını çeşitlendirme davetine uyarken, bir yandan da bilgiyle gönenmenin fırsat uçlarına rast gelecektir:

"(...) Belkıs gibi ötelerden uçup gelen sevgili, ayaklarını cam sanarak tatlı bir çekingenlikle bastığın yerdir gönlüm./ Rüdabe’ye bağlanmış Zâl kalbidir avuçlarına sunduğum./ Eros’un Afrodit’e emniyeti içindeyim, Nil’in de balık olmaya yok tereddütüm. (...)"


Lekesiz, kendi öznel duygu değerleriyle üflediği kelimeleri kullanıma alarak kurduğu yeni anlam evreninde felsefi hazzı da vaat etmektedir:
"(...) Güneşimin ilk yıktığıdır yüreğim; olumsuz düşlerimin ağır kelimeleridir ki, içimdeki hal putlarının boynunu bu kırar./ Getiren ben değilim güneşi evime! Onun gelmesi bir tenezzül, gönderilmesi bir hikmet! Putlarımın boynunun kırılması, koca buzların düşmesi bir zulmet değil, bir rahmet./ Mesele benim Efendim, paradoks olan ben! Güneşi özleyen, boynu kırılan putlarına üzülen, putsuzlukla övünen, putsuzlukla yerinen ben!/ Güneş de bir kelime değil mi Efendim, maksadından öte maksatlar taşıyan. (...)"

Söz ve anlam sanatlarına başvurulan yapıtın, klasik aşk hikâyeleri, yücelenmiş kadın figürü, din ve tasavvufla ilgili konular, felsefî düşünceler, İslâm mitolojisiyle zenginleştirilmiş olduğu ortada; yola hangi şiirlerle çıkacağız, derseniz... İşte şu şiirlerle: Ağlasak (Celal Sılay), Her Akşamki Yolumda (Ziya Osman Saba), İbrahim (Asaf Halet Çelebi), Bir Gün İcadiye’de (Ahmet Hamdi Tanpınar), Rüzgâr (Sezai Karakoç), Yağmurlu (Gülten Akın), Nişanlı Koltuğu (Hüseyin Atlansoy), Karagözlü Eldiven (La edri).


Ayrıca Kerküklü Nevrûzî, Şeyh Galib, Nâbî, Fuzulî, yazarın toparlama ya da açımlama ihtiyacına cevaben karşınıza çıkacak şairler arasındalar ki, kitaptaki varlıkları, onların evrenlerine de bir davet olarak okunabilir.
Edebi bakımdan damağında tat arayanlara ne güzel bir armağan!
_________________________________________________________


* Eleştiri, deneme, inceleme yazıları, söyleşiler, edebiyat dergileri kurmak, editörlük, edebiyat programları ve benzeri...
** Şerh: Bir şeyi enlemesine yarmak, açmak, içini sergilemek; Yorumlama Edimi.
*** Doğudaki edebi söyleyiş biçimi "mensur"  düz yazı anlamına gelir. Ancak, Doğu kültüründe şiirsellik düz yazıyı da kavramıştır. Anlamı daha anlaşılır ve etkili kılmak üzere anlatımı zenginleştirecek söz sanatları da bu şiirsellik halinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ateşten kelimeler, bu dil kullanılarak kaleme alınmıştır.

(BU YAZI SABİT FİKİR.COM’DAN (İDEFİX) ALINTILANMIŞTIR)

Diğer Yazıları