Menu
AŞURELER KARILMAKTADIR KERBELA SUSUZ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • AŞURELER KARILMAKTADIR KERBELA SUSUZ

AŞURELER KARILMAKTADIR KERBELA SUSUZ


Ne zaman mevsimi gelse, ne zaman takvim tükene tükene yeni bir yılın başına varsa, ne zaman muharrem olsa günler, geçmişi geride bıraksa, buğulanır gözler… Susuzluğu hatırlar, zulmü koklatır, laneti solutur Muharrem on…

Ve damarlar kaynar, âşûrânın sevinciyle, Âdem’in tevbesi kabul edildi, Nuh’un gemisi yere indi diye; geçmişe, aidiyet bilincimize gönderme yapılıyor diye huzur solur yürekler… Kucaklamaya adımlar, paylaşmaya hazırlanır… Bir kazanın içine bin şeyi katarak, bir leziz şey yapmaya adaydır mahir eller… Kıvamından yapanın ehliyeti anlaşılır, elde kalıp kalmamasından bereketi…

Ve yol uzar, Kerbelâ’ya gider… Bilmem kaçıncı kez dinlendiği halde yüreği altüst eden mersiyenin havasına bırakılır hisler, göz pınarları çağlar, maneviyat incelir… Yürekler Hüseyinleşir, kutuplar netleşir; bilinç kazanılır, kimin yanında olunması gerektiğiyle ilgili ciddi bir bilinç…

Âşûrâ soluktur bir yerde… Malum ya, her sene zamanı değişmektedir Muharrem’in mevsimi biraz daha. Yazın biraz daha soğuğu makbuldür âşûrânın, kışın ise biraz daha ılıkça ikram edileni… Lezzet veren unsurlar da değişmektedir mevsime göre… Her ne kadar şimdilerde, yemişler mevsimlerini kaybetmiş olsalar da…

Zeynep yorgun Hüseyin’in yanında… Hüseyin’in kucağında can veren bir bebe… Etrafta kalan birkaç dertli, yalnızlık içmekten susuzluğunu unutmuş bir yürek. İhanete uğramanın acısı mı daha çok hırpaladı yüreğini, yoksa Ehl-i Beyt’in tüketilişi mi? Susuzluk mu daha çok yaraladı bedenini, yoksa dik duramamayı tabiat haline getirmişlerin “insan”ı tüketişleri mi?

Âşûrâ… Yenilmesinden çok ikramı, muhabbeti olan bir şey gibime geliyor. Eşle dostla, huzurla dolan kazanlar. Hele de apartmanların katlettiği komşuluğu diriltmeye dair bir iddiası oldu mu, tamam oluyor; tadı damakta kalıyor…

Ve nedense hep böyle oluyor, bir kaşık âşûrâ, bir yudum hüzün…