Menu
Aşkın, Toplumun ve Bireyin Çelişkisi, Varoluşun Sancısı: Anna Karenina
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Aşkın, Toplumun ve Bireyin Çelişkisi, Varoluşun Sancısı: Anna Karenina

Aşkın, Toplumun ve Bireyin Çelişkisi, Varoluşun Sancısı: Anna Karenina

“Anna Karenina’da anlatmak istediğim şey, modern toplumun temelsizliği ve ahlaki çöküşüdür.” Lev Tolstoy


Edebiyat, insanın kendine açılan bir aynadır. Bu ayna bazen yumuşak, bazen acımasızdır. Tolstoy’un Anna Karenina’sı ise bu aynanın en kırılgan ve en sarsıcı yüzlerinden biridir. Anna, aşkın, özgürlüğün ve toplumun birbirine dolandığı bir düğümün ortasında, varoluşun sancısını tüm çıplaklığıyla yaşar. Bu roman, yalnızca bir kadının trajik aşk öyküsünü değil, aynı zamanda insanın içsel çatışmalarla ve toplumsal rollerle olan hesaplaşmasını anlatır.


19. yüzyıl Rus aristokrasisinin kapalı, muhafazakâr dünyasında geçen Anna Karenina, bireyin toplumsal normlarla çatışmasının çarpıcı bir örneğidir. Toplumun biçtiği rollerin reddetmek, kendi benliğini aramak ve aşk uğruna tüm yaşamını riske atmak Anna’nın yaşamının omurgasını oluşturur. Ancak bu meseleler sadece dönemin aristokrasisine değil, bugünün bireyine de dokunur.


Anna’nın kimliği, aşkı ve toplumla olan çatışması, modern insanın da varoluş sorunlarını gözler önüne serer. Onun içsel dünyasında bitmek bilmeyen bir mücadele vardır: Özgürlük arzusu ile dışlayıcı sosyal normların baskısı arasında sıkışmış bir ruhun dramı. Anna’nın yaşadığı bu içsel gerilim, aslında günümüz insanının da sık sık karşılaştığı bir çelişkinin farklı bir yüzyıldaki tezahürüdür.


Toplumsal kimliklerin ve cinsiyet rollerinin hâlâ tartışıldığı günümüzde, Anna’nın yaşadığı çatışma bize uzak değildir. Kadın olmak, anne olmak, eş olmak gibi rollerin iç içe geçtiği bir dünyada, birey olarak var olma çabası hala büyük bir mücadele. Anna’nın özgürlük arayışı, toplumsal dışlanma ve yalnızlıkla neticelenir.


Anna Karenina’nın hayatına damga vuran şey hiç şüphesiz aşkıdır. Ancak Tolstoy’un yarattığı aşk tasviri, klasik romantizmin ötesinde, son derece karmaşık ve çelişkilerle örülüdür. Anna’nın Vronski ile yaşadığı tutkulu ilişki hem özgürleşme ve kendini bulma arayışının bir sonucu hem de yıkımın ve çaresizliğin kaynağıdır. Aşk, Anna için hem bir kaçış hem de bir kapanma halidir. Bu ikilem, aşkın doğasındaki paradoksal yapı üzerine derin bir düşünme alanı açar. 


Sevgi, insanı özgürleştirebildiği kadar esir de edebilir. Anna’nın trajedisi, aşkın bu karmaşık yüzünü gösterir. Onun yaşadığı çatışma, sadece bireysel bir duygu problemi değil; aynı zamanda toplumun kadına biçtiği rollerle de doğrudan ilgilidir. Tolstoy, aşkı idealize etmek yerine, aşkın bireyi nasıl dönüştürebildiğini hatta bazen yok edebildiğini anlatır.


Tolstoy’un Rus aristokrasisini tasvir ederken sergilediği gerçekçilik, Anna’nın trajedisini daha da derinleştirir. Kadınların toplumdaki yerinin sınırlandığı, katı ahlak kurallarının hüküm sürdüğü bu ortamda Anna, toplumun yargıları altında ezilir. Onun yaşamı, aşk uğruna gelen dışlanma, itibarsızlaştırma ve yalnızlıkla şekillenir. Toplumun dışına itilmiş bir bireyin, içsel yalnızlıkla nasıl baş etmeye çalıştığına tanık oluruz.


Bu dışlanma, onun kimlik arayışının en büyük engeli olur. Kadınların bireysel özgürlüklerini elde etmelerinin ne denli zorlu bir mücadele olduğu, Anna’nın dramıyla çarpıcı bir biçimde anlatılır. Günümüzde hâlâ toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine yapılan tartışmalar, Anna’nın yaşadığı sorunların modern biçimlerini gözler önüne seriyor. Bu yönüyle roman, feminist edebiyat eleştirisinin de temel taşlarından biri olarak değerlendirilebilir.


Anna Karenina’nın trajedisinde yalnızlık teması özel bir yer tutar. Toplumdan kopuş, içsel çatışmalar ve aşkın karmaşasında sıkışan Anna, giderek daha derin bir yalnızlık içine hapsolur. Bu yalnızlık, aslında varoluşun temel sancılarından biridir. İnsan, kendi benliğiyle yüzleştiğinde bazen en büyük yabancılaşmayı yaşar.

Tolstoy, Anna karakteriyle bu yabancılaşmayı tüm insani kırılganlığıyla okuyucuya aktarır.


Anna’nın yaşadığı yalnızlık, modern insanın kendini kaybetme korkusuyla, aidiyet arayışıyla da doğrudan ilintilidir. Kapitalist modern toplumlarda birey, çoğu zaman başarı, statü ya da aşk arayışı içinde kendine yabancılaşır. Tolstoy’un bu karakteri, insanın kendine yabancılaşmasının, toplumla çatışmasının ve aşkın belirsizliğinin bir sembolüne dönüşür.


Anna’nın dramatik sonu, pek çok yorumcunun da üzerinde durduğu gibi, özgürlüğün ve varoluşun en uç noktasını temsil eder. İntihar, bir vazgeçiş olduğu kadar, toplumun birey üzerindeki acımasız baskısına karşı son başkaldırıdır. Tolstoy, bu sonla okuyucuyu hem derin bir hüznün içine çeker hem de insan varoluşunun sınırlarını sorgulatır.


Anna Karenina, aşkın, özgürlüğün ve toplumun karmaşık dansında sıkışan bireyin portresi olarak edebiyat tarihindeki yerini korur. Onun hikâyesi, yalnızca 19. yüzyıl Rusya’sına değil, bugün de kendi kimliğini arayan insana ayna tutar. Tolstoy’un bu romanı, geçmişe değil, bugüne de ışık tutan bir insanlık hikâyesidir.

Ayşe

1983 yılında Merzifon’da doğdu. 2006 yılında Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nden mezun oldu. 2010  yılında İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Kimya Bölümü’nde Tezsiz Yüksek Lisansını tamamladı ve pedagojik formasyon eğitimini alarak öğretmenliğe adım attı.Yaklaşık 15 yıl boyunca Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı çeşitli kurum ve kuruluşlarda, engelli bireyler ve destek ihtiyacı olan çocuklarla  çalıştı. Bunun yanı sıra çeşitli eğitim kurumlarında Kimya ve Fen Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptı. Hâlen öğretmenlik mesleğini büyük bir tutkuyla sürdürmektedir.Edebiyat alanında özellikle çocuklara yönelik içerikler üretmekten büyük bir mutluluk duyan yazarın, 2025 yılı Mayıs ayında, 3–6 yaş grubuna hitap eden “Hızlı Koşanlar Kasabası” ve “Benim Adım Cesur” adlı iki kitabı yayımlandı.Aynı zamanda Merzifon Bilgi Gazetesi’nde “Hikâye Bahçesi” adlı köşede düzenli olarak yazılar kaleme almakta; kişisel blogu üzerinden de yazın yolculuğunu paylaşmaktadır.İlk yayın deneyimini, 2025 yılında ‘23 Nisan Dergisi’nin özel sayısında yayımlanan “Egemenlik Ormanı” adlı öyküsüyle yaşadı.2025 Temmuz ayında yayımlanan Derin Kalem Dergisinin ikinci sayısında ise Gabriel Garcia Marquez'in "Yüzyıllık Yalnızlık" eseri üzerine kaleme aldığı "Zaman Unutur, İnsan Tekrarlar: Macondo'da Yalnızlık Üzerine" başlıklı inceleme yazısı yayınlandı.

Daha fazla görüntüle