Şehadet yaralı yanık bir türkü gibi akıp gitti bu topraklarda. Darbe demek eksik sanırım. Bu tam anlamıyla kutsallara, masum insanlığa yapılmış haince bir kalkışma idi. Toplum olarak büyük bir travma yaşasak da reflekslerimiz tıpkı şairin dediği gibi, Sen şehit oğlusun, unutma yazıktır atanı… Sözleriyle köklerimizden aldığımız o güçlü ve kavi imanın sağladığı eşsiz direnişle doğruldu millet.
Şehitler kendi hikâyelerini en güzel şekilde şehadetle yazıp bu topraklarda Rablerine kavuştular. Geride kalanlara arkalarından dua niyetine yazmak düştü. Yazmak da zordur ama daha zoru ve cesaret isteyeni yaşamaktır. Onlar yanık bir türkü gibi bu topraklara, bulvarlara, caddelere, köprübaşlarına unutulmaz hikâyelerini yazıp gittiler, hepsine rahmet olsun.
Yaşanan acı günler, travmatik durum günlerce ekranlarda konuşuldu. Medya dili, aktüalitesi ile yaşananları güncel haberlerin sıcaklığında her daim aktardılar televizyon ekranlarından. Ama şu bir gerçek ki; aktüel anlamda konuşulanlar hiçbir zaman iz bırakmazlar. Onlar anlık olaylar gibi kişilerin muhayyilelerinde sadece o dönem ve o anlarda algılar oluşturup bir su gibi akıp giderler.
Oysa edebiyatın şahitliğinde gerçek anlamda yazmaya çalışan, usta öykü yazarlarının ve bu toplumda yetişmiş olan şairlerin eserleri geleceğe seslenişler gönderecek ve izler bırakacaklardır. En son Abdullah Harmancı benimle yaptığı söyleşi de şöyle bir soru sormuştu: “Kitabın ilk iki öyküsü bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiş cinayetleri ve şehadetleri konu alıyor. Bizim için bu olaylar çok sıcak ve dehşet verici. Şöyle düşündünüz mü? Bu olayların güncelliği, sıcaklığı kaybolduğunda, yeni nesillerin bu öykü metinlerini anlaması zorlaşır mı? Bağlamından kopuk düşünüldüğünde gene de öyküleri anlamak mümkün olacak mıdır?”
Abdullah Harmancı’ nın sorduğu mezkûr soruya verdiğim cevap bu yazının da başat konusunu oluşturuyor gibi. Cevabı olduğu gibi bu yazıya aktarıyorum: “Zaman bir kum saatından gibi akıyor göç develeriyle. Henüz sıcak yataklarını, kovalamaca oynadıkları, kendilerine ait birkaç sevimli eşyayı ve arkadaşlarını niçin terkettiklerini bilmeyecek kadar küçük çocuklar bile, develerin yorulmaz adımlarıyla çalkalandıkça besleniyorlar o hüznün ve öcün yemişleriyle” diyerek ‘Bir Afganistan Güzellemesi’ yazısına anlamlı bir giriş yapar usta şair Cahit Zarifoğlu. O yaşadığı yıllarda yüreğine, o eşsiz dizelerine ilmek ilmek dokudu Afganistan Cihadını. Kendi çağının ve yaşadığı dönemin çetelesini tutar gibi o acımasız savaşı, Afgan çocuklarının perişanlığını yazdı.
Bizim zamanımıza düşen hüznün ve öcün yemişleriyle beslenen kuşaklar, coğrafyalar var. Bunları da sonraki kuşaklar okuduklarında muhayyilelerinde çok manidar karşılıklar bulacağını düşünüyorum. 15 Temmuz direnişi gerçekleşmemişti bu sorular geldiğinde. Nitekim çok uzak sandığımız acılar bizim coğrafyamızda, kutlu Anadolu topraklarında her an yaşanabilirmiş bunu gördük ve yakinen yaşadık. Hayatın acılar yüklü damarlarından süzülüp gelmiş edebiyat her seferinde okuru şahitliğe taşıyacaktır. Duaya, selamete, hakikat duraklarına, muhkem duruşlara taşıyacaktır. Bu olaylar ne yazık her zaman sıcaklığını koruyacaktır. Çünkü Habil ve Kabil dünya kurulduğundan bu yana kendi temsilcileriyle yaşıyor. Hak ve batıl cephesi hep var olacak ve bunun öyküsü, hikâyesi, şiiri, destanı her kuşağa ulaşacak tüm sıcaklığı ve samimiyeti ile…”
Kitabın ilk öyküleri şehadeti bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden cinayetleri konu alıyor. Bizim için bu olaylar çok sıcak ve dehşet verici. Şöyle düşündünüz mü? Bu olayların güncelliği, sıcaklığı kaybolduğunda, yeni nesillerin bu öykü metinlerini anlaması zolaşır mı? Bağlamından kopuk düşünüldüğünde gene de öyküleri anlamak mümkün olacak mıdır?
“Zaman bir kum saatından gibi akıyor göç develeriyle. Henüz sıcak yataklarını, kovalamaca oynadıkları, kendilerine ait birkaç sevimli eşyayı ve arkadaşlarını niçin terkettiklerini bilmeyecek kadar küçük çocuklar bile, develerin yorulmaz adımlarıyla çalkalandıkça besleniyorlar o hüznün ve öcün yemişleriyle” diyerek ‘Bir Afganistan Güzellemesi’ yazısına anlamlı bir giriş yapar usta şair Cahit Zarifoğlu. O yaşadığı yıllarda yüreğine, o eşsiz dizelerine ilmek ilmek dokudu Afganistan Cihadını. Kendi çağının ve yaşadığı dönemin çetelesini tutar gibi o acımasız savaşı, Afgan çocuklarının perişanlığını yazdı.
Bizim zamanımıza düşen hüznün ve öcün yemişleriyle beslenen kuşaklar, coğrafyalar var. Bunları da sonraki kuşaklar okuduklarında muhayyilelerinde çok manidar karşılıklar bulacağını düşünüyorum. 15 Temmuz direnişi gerçekleşmemişti bu sorular geldiğinde. Nitekim çok uzak sandığımız acılar bizim coğrafyamızda, kutlu Anadolu topraklarında her an yaşanabilirmiş bunu gördük ve yakinen yaşadık. Hayatın acılar yüklü damarlarından süzülüp gelmiş edebiyat her seferinde okuru şahitliğe taşıyacaktır. Duaya, selamete, hakikat duraklarına, muhkem duruşlara taşıyacaktır. Bu olaylar ne yazık her zaman sıcaklığını koruyacaktır. Çünkü Habil ve Kabil dünya kurulduğundan bu yana kendi temsilcileriyle yaşıyor. Hak ve batıl cephesi hep var olacak ve bunun öyküsü, hikâyesi, şiiri, destanı her kuşağa ulaşacak tüm sıcaklığı ve samimiyeti ile…” diyerek bu soruyu cevaplandırmıştım.
Edebiyat Dergileri kalkışmadan sonra büyük bir cesaret ve soğukkanlılıkla özel sayılar çıkarttılar. Yaşanın acıların üzerinden zaman geçememiş ve tüm yakıcılığı ile insanımızın şaşkınlığı ve travması devam ederken, Edebiyat dergileri üzerlerine düşeni fazlasıyla yaparak, büyük bir cesaretle kalkışmayı kapaklarına, yazılan şiirlere, öykülere ve dahi yazılara taşıdılar. Hastanelerde ve evlerde gaziler tedavi görüyor, hala sıcak topraklara belenmiş genç ve yaşlı tüm şehitlere ağıtlar yakılarak acılar her daim yürekleri kavuruyordu. Ama yaşanan acının tazeliği ne kadar acıtsa da yürekleri o acıları satırlara hemen sıcağıyla aktarmak ânı kalemin şahitliğine taşımak gerekir. Zamana bırakılmayacak, anında yaşanmış acıların soğukluğu yürekleri terketmeden, kalemi de bu acıların yangınına taşımak gerekir ve beklenmez… Edebiyatın kamusal ve soğuk barikatlarını aşarak, acılara belenmiş kalemi akan kana taşımak gerekir. Şehadetin o kutlu zamanlarındaki şahitliğini, duayı, an an bütün sıcaklığıyla yazmak gerekir. Kurutuluş Savaşında, Çanakkale’de Mehmet Akif Ersoy da aynısını yapmıştır. Ve onun şiirleri sanki bu gün yazılmış gibi yüreklerin derinliklerinde, samimi, içten karşılığını her daim buluyor. O coşkulu sesleniş, o derin nida, o yürekten haykırış ve teslimiyet şiirlerin satırlarından hala yüreklerimize akmaktadır.
Edebiyat dergilerinin tümünde istisnasız darbe sayısı yapıldı. Yalnız sol cenahtan bu konuya dair kayda değer bir çalışma göze çarpmadı. Şehitlerin kanı, yaşanan travma, milletin direnişi ne yazık onların muhayyilelerini işgal etmekten, inandırıcılıktan hep uzak oldu.
Dergilere Baktığımızda; Mahalle Mektebi bu konuda büyük çaba gösterdi. Darbe sayısında, oldukça kayda değer çalışmalarla büyük bir bölüm ayrıldı.
Emine Acar; Silinemeyen Darbeler başlığıyla bir öykü kaleme aldı. Çocuk bakış açısıyla başlayan öykü: “Bir kız çocuğunun babasını en büyük, en güçlü gördüğü yaşlardaydım. Sen bu masalı karakolda anlat, derken babamı silahlarıyla itip düşürdüler. Gözümde iki damla yaş donup kalmış, darbeyi, sokağa çıkma yasağını hafızamdan silecek özel bir silgi aramıştım” diyerek acının iklimlerini çocuk muhayyiledeki karşılığıyla gözler önüne sererek, 28 Şubat’a ve günümüzde yaşanan 15 Temmuz Darbesi’ne değindiğini gördük.
Yasemin Karahüseyin Halil Kantarcıyı anlattığı Allah Büyük isimli öykü - deneme tadında çalışmasıyla katkıda bulundu dergiye. “Ben Halil’im. Direniyorum sadece köprüden geçmek için. Köprüden geçersem iyi olacağına inanıyorum ülkemin ve ümmetin. Hem deniz var masmavi. Bir canımız var taşıdığımız. Dünyayla bağımız zayıf, çok şükür. Siz varsınız bir de, Allah’a, ümmete emanet. Korku yok.”
Zeynep Hicret, Şehid Sancaktar öykü - deneme arası yazısında yine şehit Halil Kantarcıyı anlattı. “Bu öyle bir atılış ki, bunun zerrece nedameti yok. Başınızdan aşağı bombalar yağsa da, kurşunlar kulağınızın dibinden vızıldayarak geçse de yüreğiniz ürkmüyor, dizleriniz titremiyor. Kaçışı, Allaha olanlara, Allah için olanlara korku yok bu gece. Özümü, öz benliğimi, ruhumu dolduran bu sevdanın adını yüksek sesle haykırabilirim.”
Dergide Ömer Halisdemir’ in şehadetini anlatan; “Nefes Al Ölmeyeceksin” adıyla benim de bir öyküm yer aldı.
Üç ayda bir çıkan Aşkar dergisinin kapağına Darbe’ yi taşıdığını gördük. Ve Üstad Zarifoğlu’nun anlamlı dizeleriyle: “ Dedim kardeşim, omuzlarımdaki şu yara, Ormanların serin gölgesindeki papatya değil, Arif bir bilinçle yürürken oldu, Yüce buyrukla”
Hece Dergisi 238 sayısında “15 Temmuz Dramatik Dönüşüm” başlığıyla darbe ile ilgili bir dosya hazırladı. Bu dosya da öykü yer almadı ama öykü tadında önemli yazılar değerlendirmeler yer aldı. Mustafa Kirenci’ nin, ‘Çağrılanlar Ya Da Çağrıyı Alanlar’, Hasibe Çerko’nun ; ‘Üslup Her Şeyi Değiştirir’, adlı önemli yazıları ve pek çok çalışma yer aldı.
İtibar Dergisi, arka arkaya iki sayıda Darbe’ ye yer verdi. Dergide pek çok şairin şiiri yer alıyor. Yıldız Ramazanoğlu; ‘Şehidin Taze Toprağına Doğru’ diye hikâye tadında duyarlı bir yazı kaleme aldığını gördük. Aykut Ertuğrul’un Ömer Halis Demir’le ilgili anı-hatıra şeklinde bir yazısı ve Berat Demirci’nin Satrançname-i Sağir adlı çalışması yer alıyor. İtibar dergisinde Selma Aksoy Türközün de “İki Mevsim Arasında” adlı öyküsü Ekim sayısı İtibar Dergisinde yer aldı.
Temmuz Dergisi ilk sayısında, “İnandık: Gün Muhakkak Ağaracaktır” diyerek Temmuz Direnişi dosya konusu yaptı. Ve dergi ismini de Temmuz olarak belirlediler. Güray Süngü’ nün, “Şehadet Parmağı” diye kısa bir öyküsü yer aldı dergide. İsmail Isparta’nın, “Her Şey Tiyatroydu” adlı öyküsü de dergi de yer aldı ayrıca. Temmuz Dergisi’nde yine Ayşegül Genç’in “Doksan Artı Bir Evler” öyküsü yayınlandı.
Bir Nokta Dergisi de; “Halk: Kıta Dur!” Dedi ve kapağa taşıdı Temmuz Direnişi’ ni. Mürsel Sönmez’in ve pekçok değerli kalemin çalışmalarınını yer aldığı dergide Sevil Tepe’nin de Erol Olçok hakkında yine hikâyeye yaslı bir anlatısıyla yer aldı.
Türk Edebiyatı Dergisi’nde Özcan Ünlü’ nün dostu Şehit Mustafa Canbaz’ı anlattığı “Mustafa” adlı anlatı-hikâye şeklinde çalışması yer alırken aynı özel sayıda; Mehtap Altan’ nın “Dip Direniş” ve Erhan Genç’in, “Yoklama” adlı öyküsü yer almakta.
Yedi İklim Dergisi’nde Osman Koca’nın “Ayateyn” öyküsü, Ali Haydar Haksal’ın geçmişten günümüze doğru uzanan darbeleri anlatı şeklinde kaleme aldığı “Tarihin Karanlık Sokakları” yine Osman Bayraktar’ın ve bir çok yazarın konuyla ilgili yazıları yer almakta.
Ayasofya’nın 13. sayısında da yine pek çok darbeye dair anlatı yer almakta.
Karabatak Dergisi Eylül Ekim sayısında Direniş Edebiyatı adıyla bir bölüm yayınladı. Pek çok çalışmanın yanında Emine Batar’ ın “Kayıtlı Saatler” adlı öyküsü yer aldı.
Ay Vakti Dergisinde Yunus Emre Tozal’ ın, “Tankların İçinden Geçen Çocuk” ve Serdar Üstündağ’ın, “Kalkışma Demiştik” adlı çalışması yer almakta.
Post Öykü darbe sayısı çıkarmakla birlikte son sayısındaki atölye çalışmasını 15 Temmuz Öykü Atölyesi olarak gerçekleştirdi. Dergide, Remzi Şimşek’in, “Zor Zamanlarda Dışarı Çıkmak”, Senem Gezeroğlu’nun “Ebru’nun Gecesi”, Gülhan Tuba Çelik’in; “Yılan”, M. Nezihi Pesen’in: “Başka Bir Ömer”, Enes Gündoğdu’nun, “Taş” adlı çalışmaları er aldı.
Mostar Dergisi de yine kapağına darbeyi taşıdı; “Tank Büken Demir Bilek” diyerek. Pek çok kayda değer çalışmaya, söyleşiye yer verdi.
Şiar, ‘İstiklal Destanı” diyerek kapak yaptı darbeyi. Selim Baki; “Vatan Sağ Olsun”, Oğuzhan Bükçüoğlu, “Yıkın Putlar” adlı çalışmalarıyla darbeyi konu ettiler.
Elif Sönmez Işık’ın yine anlamlı bir çalışması Tasavvuf Gazetesi’nin Darbe Özel sayısında yer aldı.
Recep Seyhan’ın, “Kayıp Güneş” adlı öyküsü, Metal Çubukların Dansı adlı son öykü kitabında yer aldı. Roman mayası taşıyan öykü tahkiyede ve gözlemleriyle güçlü mesajlar ve dil işçiliği ile dikkat çekerken, Seyhan’ı romanın kıyılarına doğru taşır gibi.
Darbelerin yankıları her dönem sonu edebiyata mutlaka yansımıştır. 27 Mayıs Darbesi ve 12 Eylül Darbesi, sonrasında askıya alınan demokrasi, binlerce insanın kamplaşmalar sonucu hayatını yitirmesi, siyasi ideoloji gözetmeksizin yapılan işkenceler, evlere düşen yangın alevi gibi evlat hasreti sonrasında edebiyatta da roman ve öykülerde, sinemada istenildiği kadar olmasa da yer aldı.
15 Temmuz Darbe Girişimi daha doğrusu bir kalkışma olarak gördüğümüz ve ihanet çetelerinin yaşattığı bu travmatik acı durum günümüz edebi kamusunda da yer buldu. Gönül ister ki; toplumu acının ve ihanetin derin iklimlerine taşıyan bu hain darbenin edebi metinlerde daha sağlam ve muhkem bir duruşla yer almasıdır. Ve unutulmaması için her daim edebiyatın kalıcı ve yarınlara seslenen eserleriyle geleceğe mesajını güçlü ve ektin bir şekilde göndermesidir.
Kaynak: Mahalle Mektebi’nden alıntılanmıştır.
1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.