Duran Çetin Konya’da yaşıyor. Hikâyeler ve romanlar yazıyor. Beka Yayınlarından çıkmış Sana Bir Müjdem Var, Bir Kucak Sevgi, Yolun Sonu, Güller Solmasın, Portakal Kızım, Gözlerdeki Mutluluk, Kırmızı Kardelenler, Bir Adım Ötesi… gibi kitaplarına 2008’de bir yenisini ekledi: Toprak Gönüllüler… Yazarla son romanı üzerine konuştuk.
“Toprak Gönüllüler”e gelmeden, daha önce yayınladığınız kitaplara biraz değinelim istiyorum.
-Elbette. Edebiyat yazın alanındaki ilk kitaplarla başlangıç 2000 yılında oldu. 5 öyküden oluşan "Bir Kucak Sevgi" ilk kitabımdı. Şimdi ikinci baskısı yapıldı. Bu kitaptaki hikâyeler köy hayatındaki güzelliklerini, günümüz insanının özlemlerini anlatıyor. Mutlaka her insanın kendi hayatında da “ben bunu yaşamıştım” diyebileceği konuları içeriyor. İkinci kitabım yine öykü oldu: “Güller Solmasın” toplam yedi öykü var içinde. Hikâye tarzımın oluşmasında önemli bir yere sahip.
İlk yazdığım kitap olan “Bir Adım Ötesi” isimli roman ancak bunlardan sonra yayınlandı. Burada eğitim ve eğitimcinin yaşadıkları geçeklerden hareketle sürükleyici kendini başkalarının yerine koyucu bir fikirle yazıldı. Aslında bu romanın yazımı belki de sekiz yıl sürdü.
Sonra tekrar öykü kitabım “Kırmızı Kardelenler” yayımlandı. On yedi öyküden oluştu.
“Yolun Sonu” gerçek bir yaşam öyküsü. Hayatı sorgulamayı birincil görev olduğunu ifade eden bir roman. Hayatın gerçekten yaşattığı, acılarla yoğrulmuş duygusal bir yaklaşım…
Okurken heyecanlanacağınız, üzüleceğiniz, duygulanacağınız; içinde kendinizi bulacağınız, gerçeklerle yüzleşeceğiniz,yaptıklarınızı sorgulayacağınız, anne-baba ve komşuluk hakkının nasıl olması gerektiğini, en açık, acıklı ve gerçeklerden hareketle işlediğim “Portakal Kızım” isimli romanımın ikinci baskısı çıktı.
Sana Bir Müjdem Var (Hikâye) güzelliği, anlayışı, hoşgörüyü, iyiliği ve iyiyi öngören müjdeli bir kitap... Hikâyelerle hayatı anlatan ve doğruyu işaret eden...
Her kesimden insanın dertlerini, kültür ve yaşam biçimlerini işleyerek, okuyucuyla bütünleştiren hikâyeler…
Gözlerdeki Mutluluk (Hikâye) http://www.kitapyurdu.com/yayinevi/default.asp?id=266Gözlerdeki mutluluğu anlamak o kadar da zor olmasa gerek. Hayatımızı anlamlı yapan bunca duygu ve düşünce varken. Sevdiğinize kavuşmak, sevdiğinizin işaretini anlamak ve yürümek... Anadolu’nun kavurucu yazından ve dondurucu kışından, dahası sımsıcak ve yanık bağırlı insanlarından kareler bulacağınız, anlamlı, gerçekçi ve çocuksu duyguları yaşayacağınız, gençlik yıllarınıza döneceğiniz hikâyeler…
- “Toprak Gönüllüler” ne anlatıyor? Daha doğrusu “Toprak Gönüllüler”i yazarken neler düşündünüz? Neler hissettiniz? Neyi amaçladınız?
-Çok şey düşündüm. Farklı, yaşanmış bir öyküydü beni yola çıkaran. İnsanımızdı, garibanlıktı, yoksulluktu, cahillikti, ilgisizlikti… Yazarken hissettiklerimi anlatmak kolay değil. Bir süre geçince artık roman kahramanı gibi davranmaya, düşünmeye, duygulanmaya başladım. Bazı bölümlerde duygularımı gizlemedim. Olduğu şekliyle yansıttım. Gerektiğinde ağlamaktan çekinmedim. Çünkü onlar bu olayları yaşamışlardı. Bu olaylar onları olgunlaştırmış, gönülleri kocaman olmuş, kocaman yüreklerine bütün olumsuzlukları gömmüşler ve bu sıkıntılı anlarında bile toprak kadar geniş, toprak kadar kabul edici, toprak kadar mütevazı olmasını bilmişlerdi…
Toprak Gönüllüler, Almanya’ya giden ve kendi kimliklerin kaybeden Zekileri, benlik ve kimliklerini koruyan ve dindar birer insan olarak dönen Anadolu insanımızı hikâye ediyor. Mevlânâ coğrafyasının insanlarını konuşturuyor. Saf Anadolu insanının yazgısını, billur bir ırmak gibi akan, duru, sade ve yalın bir dille mütevazı bir üslûpla, acele etmeden hazin hazin sunuyor Toprak Gönüllüler.
-Kitaplarınızda okurlara mesaj verme kaygısı çok belirgin. Edebiyatı anlayış biçiminiz, edebiyat anlayışınız demek istiyorum, bu noktadan mı neşet ediyor?
-Düşüncenizde haklı olduğunuz taraf var. Aslında yazmaya başlarken illa ki şu mesajı vermeliyim gibi bir peşin kanaat söz konusu değil, ama genel itibarı ile yazdıklarımın bir yere dayanması gerektiği düşüncesinden de uzak kalamıyorum. “Hayır” söylemeyi, “iyi insan” olmak uğrunda yapılması gerekenleri yazmaktan hoşnut olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. İnsanın sorumluluklarının olduğunu, sorumluluklarını yerine getirirken hayatın gerçekliğinden uzaklaşmadan yaşamanın da bir hedef olduğunu hatırlatmak, güzellikleri unutturmamak, hatalı davranışlarının nelere mal olduğunu göstermenin gerekliliği ve bunun yapılmasının görev olduğunu düşünerek böyle bir tercihim söz konusu. Herkesin bu şekilde yazması gerekmiyor. Bunun da edebiyatımızın ayrı bir güzelliği, ayrı bir zenginliği olarak görüyorum. Mesaj derdi/kaygısı taşımadan da yazılar kaleme alınır. Yeri geldiğinde de mesaj da olabilir. Mesaj kaygısı taşımamak ne kadar tabii ise bu kaygıyı taşımak da o kadar tabiidir.
Aslında bu düşüncenin yazılarımın tamamını kapsadığını söyleyebilmek de çok güç. Bazen kendiliğinden gelen, kendiliğinden oluşuveren düşünceler olabiliyor. Bu güzellikleri, edebiyatın güzelliğiyle birleştirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Çocuklar için yazdığım öykülerde bu tespitinizin doğruluğu çok daha muhakkak.
-Yazarın mesaj verme kaygısının, eserin edebi seviyesini olumsuz yönde etkilediğine dair genel bir kanaat vardır. Siz böyle düşünmüyor musunuz?
-Sırf mesaj vermek için yazılar kaleme alındığında bu düşüncenizin doğruluğu düşünülebilir. Ama yazarken kendiliğinden oluşmuş olanların bu edebi seviyeyi düşürmesi mümkün değil. Nitekim dünya edebiyatında, klasiklerde bunun çok sayıda örneği de mevcut. Yerinde kullanıldığında olumsuz bir etki söz konusu olamaz. Aksine bazen güzelliği güzellikle sırlamak gibi bir şey olur.
Victor Hugo, Sefiller’inde kötü adam Jan Valjan’ın başpiskoposun etkisiyle iyi adam oluşunu anlatır. Dostoyevski, Suç ve Ceza’da günah işleyen Raskolnikov’un vicdan azabını ve sonunda vicdanının sesine kulak vererek itirafını anlatır. İnsan Ne ile Yaşar isimli eserinde Tolstoy, yine iyi insanları, iyiliği ve iyi olma vurgusunu yaparak hikâyesini anlatır.
-Kitaplarınızda anlattığınız kişilerin genellikle “iyi” kişiler olması, “kötü”lüklerden uzak duruyor olmaları, sizin bilinçli bir tercihiniz mi? Kötüleri, kötülükleri anlatmaktan özellikle mi kaçınıyorsunuz?
-Tamamen böyledir demek mümkün değil. Hayat iyi ve kötü sarmalında geçiyor. Bunun için iyilerle kötüleri birlikte anlatıyorum. Kötülüklerden bahsetmeden sadece iyi ve iyilikten bahsetmek ortada kalacaktır. Vurgumuz “iyi insan” üzerine olduğunu kabul ediyorum. Bilinçli olarak belki de bunu yapıyorum. Yazıdaki amacımı, hedefimi, yönümü ortaya koymak belki de. Mesela Portakal Kızım romanımda bir gelin var, eşi var kötülüğün en acıtıcı yönünü temsil ediyor. Kaynana güzelliği, iyiliği ortaya koyuyor. Toprak Gönüllüler romanımda aynı durum söz konusu: Zeki ve eşi Makbule var insani duyguları sınır tanımaksızın zorlayacak kadar kötülük içinde. Ama Hanife var, Celal var, iyi ve güzeli temsil eden. Yani kötü ve kötülükler de işleniyor kitaplarımda ama iyi ve güzel önceleniyor. Bir de kötülüğün örnek olmasını istemiyorum.
Maksadım faydalı olmak. O zaman bu işi faydalı olma esasına oturtmalıyım. Toplumun içinde bulunduğu ahlaki yozlaşma beni çok rahatsız ediyor. Bunun önlenmesinde katkım olursa kendimi bahtiyar addedeceğim. Ana baba hakkından tutunda komşu ilişkilerine kadar… Toplumun özlediği güzellikleri roman ve öykülerle genç ve çocuklarımıza aktarabilmektir amacım…
-Tezgâhta neler var? diyelim, son olarak.
-Edebiyat tezgâhı kapanmamalı, ara verilmemeli, aralar uzatılmamalı en azından, diye düşünen biri olarak, kalemle arkadaşlığımın soğumasını istemem. Bunun için sürekli yazmak gibi bir alışkanlığım var. Bir kitap yayınlanınca yerine biri gelmeli. Yoksa ben rahat edemem. Ben öykü ve romanlarımı münavebeli bir şekilde yayımlanmasını istiyorum. Şimdi sırada öykü var.
Eğer bu sorunuzla yayına hazır olanları kastediyorsanız, üç roman, yaklaşık üç öykü kitabım elan hazır. Olgunlaşma süreci yaşaması gerektiğini düşünerek daha sonra okunmak üzere kenarda beklemeleri benim için vazgeçilmezlerden. Onlar şimdi o sürecin içindeler.