Semiha Kavak Sordu, Işık Öğütçü Babası Orhan Kemal’i Anlattı.
-Orhan Kemal, düşünceleriyle yargılanmasına, hapis yatmasına rağmen onun eserlerinde çağdaşları ya da benzerlerinin yaptığı gibi bir ideolojiyi öne çıkarmayı değil, yaşamdan gerçek kesitleri okurlara sunmayı tercih ettiğini görüyoruz. Orhan Kemal eserleri için siz neler söylemek isterdiniz?
-Orhan Kemal, aynı kuşaktan olan birçok yazardan farklı olarak, eserlerinde köyden kente göç eden köylü işçileri yansıtır. Kendisi de işçi olan bir yazar olarak, yapıtlarında işçiler ve çalışma yaşamına yer vermesi ayrıca önemlidir. Sanayileşmeyle birlikte değişen çalışma yaşamını, şehirde geçim derdine düşmüş işçilerin kaygılarını, yaşam mücadelelerini anlatır. Tarla ırgatlarından fabrika işçilerine uzanan, kimi zaman çalışanları, kimi zaman işsiz insanları konu edinen, önce ekmeği düşünerek ekmek kavgası veren yoksul kesimin yaşamını anlatan öykü ve romanlar yazmış, insan toplum ilişkilerini yalın bir anlatımla, gerçekçi bir dille yansıtmıştır. Tüm bu devinim bir estetik duruşla okuyucuya aktarılır. Bu aktarımda yazar görüşlerini ne kadar açık etmezse, eser için o kadar iyi olur. Amaç, anlatılan konudan ve eylemden kendi kendine doğmalıdır. Yani hareketin kendisinden çıkmalıdır. Böylece Orhan Kemal ortaya atılıp okura, gösterdiği toplumsal çatışmaların gelecekteki tarihi çözümlemelerini anlatma zorunluluğu duymaz.
-Orhan Kemal eserlerini emeğiyle, emekçiliğiyle yoğurmuş bir isim. Bu sebeple eserlerinde toplumcu gerçeklik yerli yerine oturmuş durumda. Orhan Kemal romanlarına bu açıdan bakıldığında onu dünya ölçeğinde kimlerle eşleştirirdiniz?
-Dünya edebiyatındaki toplumcu gerçekçi tüm yazarları saymak mümkündür. Örnek olarak: Maksim Gorki, John Stainbeck, Jack London, Howard Fast, E.M.Remarque gibi yazarlar ilk aklıma gelenler içinde. Bu yazarların eserlerine baktığınızda edebi anlamda kalıcı olduklarını görürsünüz.
-Orhan Kemal romanları birçok diziye, sinema filmine konu oldu. Bu film ve dizilerdeki senaryolar eserlerinin ana temasını birebir yansıtıyor mu? Romanların senaryolaştırılmasından, sinema diline evrilmesinden edebiyatımız adına memnun musunuz, rahatsızlık duyduğunuz şeyler var mı?
-Bir edebiyat eserinin birebir diziye, filme uyarlanması kolay bir süreç değil. Bu süreçte pek çok etken edebiyat eserinin uyarlanması sırasında değişmesine etken olabiliyor. Bunu da bir yere kadar anlayışla karşılamak gerekiyor. Ben burada kitabın konusunun yüzde yüz değişmeyeceğini bilerek, uyarlamaların yazarın toplumsal hafızada tekrardan canlanmasına, hatırlanmasına vesile olmasını önemsiyorum. Çok geniş bir kesime film ve dizilerle ulaşma imkanı bulabiliyorsunuz. Böylece yazarla okuyucuyu tekrar buluşturma, okumadığı kitapları alıp okuma fırsatı yaratabiliyorsunuz.
-Bursa cezaevinde birlikte yattığı Nâzım Hikmet’in 3,5 yıl öğrencisi olduğu, şiirlerini beğenmediği için onu şiirden, düz yazıya, hikâyeye, romana yönlendirdiği söylenir. Siz babanızın yazar kimliğinin yanında şair olarak da anılmasını ister miydiniz?
-Babamın yazı dünyasına kendisinin ifadesiyle küçük oyunlar yazarak girdiğini biliyorum. Daha sonra şiir denemeleri olmuş, bunları dönemin çeşitli dergilerinde yayınlatmış. 1938-----1943 yılları arasında çeşitli cezaevlerinde kalırken şiir yazmayı sürdürmüş. Ta ki 1940 yılında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le karşılaşıp, onun şiirlerini beğenmemesi ve arkasından babamın yazdığı bir metni beğenerek, “Sen de iyi bir kumaş var. Sen nesir adamısın hikâye yaz,” demesiyle üstadın yaşamını değiştirdiğini biliyoruz. İyi ki Nazım Hikmet onun yazdığı başarılı olmayan şiirleri beğenmedi. Ya beğenseydi, bugün hikâyeci, romancı Orhan Kemal olmayabilirdi. Babam da zaten şiir yazacağım diye ısrarcı da olmadı ki, düzyazıda çok önemli eserler verdi. Hakkını teslim etmek lazım. Bütün şiirleri de kötü değil. Hatta çok güzel şiirleri olduğunu da gördüm. Bunlardan bir tanesi hapisten çıkmadan Nazım Hikmet için yazdığı şiirdir ki, Nazım Hikmet okurken ağladığını biliyorum.
-“İstanbul’dan Çizgiler” adlı kitap 1960’lı yılların ortasında yazılmaya başlayan ve babanızın vefatına yetişen bir eser oldu. Bugün İstanbul zenginlik ve fakirliğin kol kola gezdiği bir metropol. İstanbul’un babanızda ayrı bir yeri var mıydı? Bugün yaşasaydı İstanbul için neler yazardı acaba?
-1960’lı yıllarda çeşitli gazetelerde “Şehirden Çizgiler” ve “İstanbul’dan Çizgiler” adı altında röportaj-hikâye türünde yazıları var. Bunlar yıllar sonra Ferit Öngören’in çizgileriyle kitap halinde yayınlandı. İstanbul’un çeşitli semtlerindeki gözlemlerini, halkın yaşantısı ve sıkıntılarını belirtti. Önsözde yazılı olduğu gibi, “Orhan Kemal topluma, konularına bir kahve penceresinden bakar gibidir. Konularına bir aydın bilgiçliği ile eğilmeyişi ayırıcı özelliklerindendir. Topluma, geçmişe, geleceğe çekidüzen vermeye yeltenen, buyuran bir bürokrat bakışı hiç yok. Bir kurumdan, bir dernekten değil de halkın arasından, sözgelimi bir kahveden bakıyor.” Halkın ve ezilenlerin zabıt katibi diyebiliriz. Bugün yaşasaydı ne yazardı bilemem ama, yıllar önce “Kötü Yol” kitabında İstanbul için şunları yazdığını biliyorum, “Islak kirpikleriyle gece yarısından sonraki İstanbul’a dalgın dalgın baktı. Evet, büyük, güzel, çok güzel bir şehirdi İstanbul. Uçurum kenarlarında bitmiş göz alıcı çiçekler gibi. İnsanı kendine çekiyor, sonra da uçuruma yuvarlanışına sadece bakıyordu."
-Babanızın eserleri arasında sizde ayrı bir yeri olan, daha çok sevip beğendiğiniz bir eseri var mı? Hangi eseri daha önemli sizin için?
-Babama da benzer bir soru sormuşlar. O da “Bir baba ne kadar çocuğu varsa hepsini sever, birbirinden ayırmaz,” demiş. Benim içinde öyle… Tüm kitapları artık benim birer evladım gibi. Hepsini çok seviyorum. Ama Orhan Kemal okumaya ilk kez başlayacaklara onun otobiyografik kitapları olan, “Baba Evi”, “Avare Yıllar”, “Cemile”, “Dünya Evi” ve “Arkadaş Islıkları” kitaplarını öneririm. Bu kitaplarla yazarımızı tanırlar, arkasından diğer kitaplarını büyük bir keyifle okumaya başlarlar.
-Ülkemizde 2000’li yıllardan beri kitap okuma oranlarında ciddi bir artış olmamasına rağmen Orhan Kemal eserlerinin 2000 yılı sonrasında önemli bir ilgiyi yakalamasını neye bağlıyorsunuz?
-Orhan Kemal’in görünür olmasıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum. 2000 yılından beri onunla ilgili pek çok etkinliği yaptım ve hâlâ da sürdürüyorum. Okurlar edebiyatçımızı tekrar keşfetmenin hazzını yaşıyorlar. Toplumun yüreğinde yer alan gerçek yazarlar, unutturulmaya çalışılsa da, görmezden gelinse de, onların her zaman var olduğuna örnek Orhan Kemal’in 21. Yüzyılda yaşamasıdır.
-Orhan Kemal'i okuyan herkes, okuduğu herhangi bir kitabının sonuna geldiğinde onun yazdıklarının bugün bile canlılığını koruduğunu duyumsar, Bu olgunun sebepleri sizce neler olabilir?
-Orhan Kemal’i önemli bir eleştirel gerçekçi sanatçı yapan, yaşadığı toplumsal olguyu edebi bir üslupta yansıtmayı başarmış olmasıdır. Onun anlattığı Türkiye’nin toplumsal, ekonomik ve siyasal olarak yaşadığı yakıcı dönüşümdür. O bir köy romancısı değildir ama kentlere ucuz emek ırmağı olarak akan köylünün yaşadığı sömürü çarkının nasıl döndüğünün estetik edebi bir anlatıcısıdır. Kısacası, Türkiye’yi ve onun yüz elli yıllık serüvenini anlamak için Orhan Kemal eserleri ciddi ve keyifli bir okuma macerasıdır. Bir okuyucusunun şu yorumunu da belirtmek isterim, “Öyle bir kaleme sahiptir ki Orhan Kemal, okuyucu sayfalar boyu ‘şimdi her şey düzelecek’ umuduyla okur, işler düzelmedikçe okuyucu hiddetlenir, sinirlenir. Bazı bazı Orhan Kemal’e bile kırılır, işleri yoluna sokmadığı için. Ama Orhan Kemal, belki de okuyucuyu bu kadar da gerçeklikten koparmamak için, gerçek hayat ne kadar acıysa, ne kadar hainse öyle başıbozuk bitirir anlatısını. Okuyucu kırgın ama hayran kapatır kitabın kapağını.”
-Babanızın adına Cihangir’de kurduğunuz müze için neler söylemek isterdiniz? Örneğin bu müzeye genelde kimler gelip gidiyor, müzeye nasıl bir önem addediyorlar?
-Müzeyi 2000 yılında açtım. Ailenin ve dostlarının hep düşündeydi. Ama imkânlar elvermediği, hiçbir kurumun niyetlenmediği içinde ölümünden tam otuz yıl sonra burayı açabildim. Orhan Kemal zaten yaşıyordu, bu müze onun yaşadığının bir kanıtıdır. Her kesimden, her yaştan ve her ülkeden ziyaretçi geliyor. Müzemizi edebiyat müzeleri içinde çok önemli buluyorlar. Bu da Türkiye için gurur verici bir duygu. Belirtmeliyim ki, bir halk yazarına yakışır şekilde müzemize de giriş ücretsizdir. Müzeyle birlikte kitap satış yerimiz ve “İkbal Kahve”si de faaliyette. Müzeye gelirken Orhan Kemal’e gelirsiniz, giderken onunla kol kola çıkarsınız. Kendisi sıcak bir insandı, sanırım müzesi de aynı duyguyu veriyor. Zaman zaman beni tanımadan soruyorlar, “Siz görevli misiniz?” Cevap veriyorum, “Müzenin bekçisiyim!”. Orhan Kemal Müzesi’nin bekçiliğini, pek çok şatafatlı unvana tercih ederim. Ne güzel şeydir biliyor musunuz, “Orhan Kemal Müzesi’nin bekçisiyim,” demek.
-Işık bey, söyleşi için teşekkür ediyorum.
-Ben de size ve Ayna İnsan Dergisi'ne Teşekkür ediyorum.
(AYNA İNSAN DERGİSİ, AĞUSTOS 2013)
İstanbul doğumlu. Edebiyat alanında, kitap eleştiri, analiz, deneme yazıları yazıyor. Ayna İnsan Kültür ve Edebiyat Dergisi'nin İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Halen serbest düzeltmenlik ve editoryal çalışmalar yapıyor. Star Gazetesi, Yeni Şafak Gazetesi, Karar Gazetesi, Hece Edebiyat Dergisi, İtibar, Şiar, MOCCA Dergisi, Edebistan'da aktif olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Yazarın spesifik portre çalışmaları da bulunmaktadır.