Menu
HASAN BOZDAŞ İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • HASAN BOZDAŞ İLE SÖYLEŞİ

HASAN BOZDAŞ İLE SÖYLEŞİ

İlk kitabın 2018’de yayınlanmıştı. İkinci kitabın “İnsanın Madde olmayan Kısmı” ise 2023’te okurla buluştu. İki kitap arasındaki dönem biraz uzun mu sürdü? Neler yaptın bu dönemde?

Bence uzun sürdü ve bu kadar uzun sürmesini planlamamıştım. İlk kitap sevildi ama o konfor alanı biraz tehlikeliymiş. Ben de ilk kitaptan itibaren yaklaşık 2 yıl boyunca şiir yazmadım ve hiç şiir düşünmemeye çalıştım. Ama okumalarım, dergi takiplerim sürdü. 2020 ortalarında Buzdokuz’u çıkarmaya başladık, Hayriye hanım böyle bir teklifle gelince ister istemez tekrar şiir düşünmeye başladım. Kitapta yer alan şiirlerin tamamı Buzdokuz sürecinden sonraki şiirler, derginin verdiği motivasyon gerçekten farklıydı çünkü ilk kez bir derginin mutfağında yer alıyordum. Sonrasında avukatlıktan ayrılıp akademiye geçişin de beni şiir anlamında dinginleştirdiğini söyleyebilirim. Öğrencilerimden şiir konuşacaklarım da olsun isterdim ama daha çok hukuk konuşuyoruz, bunun da getirdiği bir sendrom da var, sonrasında Ayhan Çitil, Burhanettin Tatar ve Hadi Adanalı’dan aldığım dersler de yeni kavramsal dünyamı tamamladı, bilmiyorlar ama bu kitapta çok emekleri var. Daha hızlı bir şiirden daha suskun bir şiire dönüş oldu. 2022 sonlarında da artık hızlı bir şekilde dosyayı tamamlama gayretine giriştim. Hatta esprisini yapıyor eşim, kitabın yarısını 3 yılda diğer yarısını 3 günde yazdın diye, öyle oldu sanki.

 “İnsanın Madde Olmayan Kısmı” ikinci şiir kitabın. Şiirinde “insan” tam olarak nerede duruyor, insan ile alışverişin/kavgan nedir?

İlk kitabım bir hisler kitabıydı, yeni kitabım bir nevi fragmanlar gibi. İki kitap arasındaki süreç insanı ve kendimi izlemem için olağanüstü bir atmosfer oluşturdu ve çok korkutuyor geldiğim nokta. İlk kitapta adalet hakkında konuşuyordum, şimdi anlıyorum ki kendisiyle buluşamamış insanın adaleti anlama şansı yok. Dışarısı korkunç, dışarısı politik. Söylenmemesi gereken her şey çekinmeden söyleniyor, insanlar çoğunlukla nefret taşıyor, kendilerinde temellük hakkı görüyorlar, diğer herkesin fikrini kendi mülklerinde sanıyorlar ve bunu yadırgamıyorlar. İnsan iyi olan her şeyle kavgalı. Bununla birlikte kendisini fazlasıyla yerli kılmış, bu çelişki beni sıkıyor. Konforu yerinde, hiç yabancılık çekmiyor. Oysa şu anda bir yeşil perdenin önünde şakalaşıyoruz, birazdan cin falan çıkacak. Yönetmenin renk ayarlarıyla oynamasına bakıyor her şey. İnsanın farkındalığı ise sadece imaja ait. Diğerleri bilgi, etik, söz… Ne söylerseniz söyleyin insanın üzerine oturmuyor. Varlıkla ilişki içerisinde olan ve varlığı bilmeyen insan arasında hep bir çatışma oluyor, ben bu çatışmayı izleyip bunun şiirini yazıyorum. Başka yapabileceğim bir şey yokmuş gibi, sadece yaşamak ve düşünmek, işte düşününce şiir oluyor. “Ben varım, bu da tavrım!” demiş oluyorum.

Şiirinde somut dünyaya ilişkin pek çok “veri” var. Niçin “madde olmayan” kısmı?

Şiirimin öznesi eskiden çok konuşuyordu şimdi düşünüyor. Bu, kabuğuma çekilmemle aynı. Geçenlerde arabamın aynasında bir salyangoz gördüm, tam yaklaşıp nerelisin diye soracakken bir akrabasını ezmişim, sonra bir tanesini daha. Bastığım yeri göremedim ama öldüklerini işittim, oradalardı, maddeleri artık yok ama oradalar. Yakın zamanda rüyamda Rasim Özdenören’i ve Annemarie Schimell’i gördüm, madde değillerdi.

Şiir bana metnin ayrıca düşünebildiğini öğretti, aynı anda farklı hakikatleri olabileceğini. Şiire onun yetkisini veriyorum, kendini inşa ediyor. Çünkü o da madde ve ruhtan oluşuyor. Kendim ve varlık hakkında çok soru sormamı sağladı ve bunun yoluna dönüştü, hakikati dilin imkânlarına indirgemenin, onu saklamanın ve onunla temas kurulmasına izin vermenin yoluna. Bunu yaparken sözde büyü açığa çıkıyor. Bu yüzden çok çalışılmış bir sözle, varlığın dayattığı söz arasında birkaç boy hikmet farkı var.

Sözün iyi dizayn edilmiş olması, bilgece kurgulanmış olması ve haz vermesi onu tek başına şiir kılmıyor nitekim. Bağlantı gerekiyor. Maddeyle yaşıyoruz, varlıkla düşünüyoruz. Karanlık da, boşluk da, portakal da, uçak da somut dünyaya ilişkin veriler. Ama hakikatten bağımsız değiller. Madde içinde yaşamak için madde olmayan kısma ihtiyacım var.

Şiir madde olmayan kısmımızla ilgili hatta belki madde olmayan kısmımızın kendisi. Geçenlerde ChatGPT’ye bir şiirimi yükledim, o şiir hakkında yorum yapmasını istedim. Neyse ki insanın eksikliğini, yoksunluğunu, bencilliğini ve çaresizliğini hiç yaşamayacaklar, o yüzden bir sanatçı özne olamamaları muhtemel, bizden iyi lügat bilecek ama onlara öğrettiğimiz ölçüde özgür olacaklar. Bu yüzden yapay zekâ ile bir insanın şiirini her zaman ayırt edebileceğiz. Yazıya ilişkin kritiğini beğendim ama yazdığı şiiri beğenmedim. Çağdaş insanın, Taha Abdurrahman’ın deyimiyle ölü insanın bazı hastalıkları var, her şeyi mülk edinme, sınırları aşma, her şeyin delillendirilmesini isteme gibi. Yapay zekâya bunların kodunu veremiyoruz. Bu yüzden onların hep maddesi olacak.

Şiirlerinde “hikâyesi” anlatılmayan ama bir hikâyesi olduğunu hissettiren insanları “anlatıyorsun” demeyeceğim “gösteriyorsun”. Biraz bundan bahseder misin?

Şiirimin pek çok çıkış noktası var ama hikâyeler etrafında çok dolaşıyorum. Bir doktor arkadaşımdan dinlediğim kadavranın doğum günü seremonisi, geceleri mezarlıklarda ölülere vaaz veren müvekkilim, kendisine vahiy geleceğine inandığı için peygamber mağarasına gidip yerleşen Endülüslü bir filozof, benim yüzümden bir ağacı yaktılar diye yıllarca acı çeken babaannem… Bunlar gerçek ve benim için büyük hikâyeler, bir başkası içselleştiremeyebilir, bir filin idam edilmesi, bir idam mahkûmunun kalp krizi geçirmesi, sınavda öğrencilerimin hukukun amacını sevgi olarak işaretlemesi… Bunlar da hukukla bağlantısını kurduğum şeyler. Gerçi Farabi beni yalancı çıkardı, “adalet, sevgiye tabidir” demiş Fusûlün Müntezea’da. Ama hikayeler çok fazla, ben de anı biriktiriciliği yapıyorum. Şiirimi bunlarla inşa ediyorum. Cuma namazında arkamda söyleyeceklerinin provasını işittiğim dilenciyi yazıyorum. Esenboğa’da iç hatlar terminalinde yaşayan birkaç güvercin var, Starbucks’tan aldığı simitle onları besleyen kadını yazıyorum. Hakiki mi, muzip mi, trajedi mi.

“Poetik Chart ya da Şiirin Rotası” hem görsel şiir denemesi hem de poetik bir manifesto. Tam olarak neye denk düşüyor bu şiir? 

Ben Buzdokuz’un ileri şiir iddiasının en arka safındayım, tam burada gülmemiz gerekiyor. İşin şakası ekibin konvansiyonel yönü ağır basan tarafındayım, şiirin imkânlarının geliştirilmesi, yeni ifade biçimlerinin ortaya çıkması konusuna açığım ama kendi çalışmalarım konusunda görerek uçmaya çalışıyorum, (aletli uçuşta daha deneysel işler yapılıyor, ayrıntısı manifestoda). Dergide asemik, gliç, montaj gibi pek çok avangard iş konuştuk, görsel şiire ilk kez belki bu kadar geniş bir alan açtık hatta pek çok şairi görsel işler yapmaya da teşvik ettik. Kendi işlerime gelince tipografiden yanayım.

Poetik Chart tam olarak görsel şiiri karşılamıyor, sınıflandırılacak olursa belki kavramsal şiir olarak ifade edilebilir. Bu niyetle değil, tam olarak bir manifesto olarak düşündüm ve ona poetik harita diyorum, öyle anlaşılmasını isterim. İki tutkumu aynı ifade biçimine yansıttım. Sivil havacılıkla çok uzun zamandır ilgileniyorum. Düşünce dünyamı, algılarımı ve imgelerimi çok fazla etkiledi, etkilemeyi sürdürüyor. Şiir ve sefer kavramları benim dünyamda çok fazla iç içe, böyle olunca bir havacılık haritasından bir şairin kavramsal haritasına ulaşmaya çalıştım, VOR istasyonları bir uçak için ne kadar önemli ise, şiirin de atardamarları olarak görev yapan pek çok kavram var ve bunların arasında sonsuz bir kombinasyon, sonsuz bir döngü ile uçaklara ve şairlere rota oluşuyor. Kendi rotamı da metnin içine gizledim. Bu çalışma yayımlanınca, rastlantıyla gören bir iki pilottan çok güzel yorumlar işittim. Şiirleri ve uçakları seven birilerine bu harita daha ne kadar temas eder, sabırsızım.

Poetik Chart için bkz: https://www.buzdokuz.com/2021/07/poetik-chart-ya-da-siirin-rotasi/

Kitabın sonunda bir karekod var. “Maddesi Olmayan Şarkılar”. Bu dinleme listesi nasıl oluştu? Kitabı okuyanlara bu listenin nasıl bir katkısı olacağını düşünüyorsun?

Müzik gözden daha fazla temas ediyor varlığa, şiire yüklediğim anlam bu yüzden çok değişti. Hiç anlamamıştım dil sayesinde var olduğumu, dil sayesinde kendimi konumlandırdığımı, sözü büyüsel kıldığımı… Bir gerçeklik var ve ben onu dilde temsil ediyorum. Şiirle, olduğumu ispat etmeye çalışıyorum. Çünkü bu, kendimi bulma tarzım, düşünce tarzım. Şiir metinleştiğinde imajlaşıyor. Ama dilin bir sonucu olarak şiir, ben görmesem bile varlık âleminde değişiklikler yapıyor, müzik oluyor aslında, kozmik bir armoni.

Şiir zihnimde bir müzik olarak yürüyor, bazen aksıyor, düşüyor, kırılıyor, tekrar ediyor. Önceki kitapta bazı şiirlerim bazı şarkılarla aynı basamaklarda duruyordu, o şiir ve o şarkıyı birbirinden ayrı düşünemiyordum. Bu kitapta ise şiirleri tamamlayan müzikler var, mesela Ümmü Gülsüm.

Bir Ümmü Gülsüm rutinim var, gece 04:00 otobüsüyle Ankara’dan Düzce’ye giderim, Akçakoca minibüsü de tam olarak 07:30’da hareket eder Düzce otogarından. Minibüse bindiğimde Ümmü Gülsüm dinlemeye başlarım ve Akçakoca’ya vardığımda bir şarkısı, Alf Leila veya Enta Omry ancak bitmiştir ve kırk-elli dakika geçmiştir. Her hafta tekrar eder bu rutin. O bilmez ama ben her yolculukta Ümmü Gülsüm şarkılarına söz yazarım. Ya da listedeki, Jadaka al Ghayth, Kastilyon gemileriyle Amerika’ya giden şarkılardan biri. Her şarkının bir şekilde bir şiirime dokunan bir tarafı var, kim rüzgârsız yelken açabilir ki.

Bir sonraki kitap için de ilk iki kitap arasında olmasına benzer bir süreç bizi bekliyor mu? Gündeminde şiir hakkında teorik bir kitap var mı?

Kitaptan sonra henüz şiir yazmaya başlamadım, umarım çok beklemem çünkü taslaklar dağ oldu. Bir teorik kitaptan ziyade şiir üzerine denemeler yazmak istiyorum, zaman zaman teoriye ve eleştiriye dokunan boyutları da olacaktır belki, akademi iyice kendine mahkûm ediyor, şiir ve bilginin köleliği birlikte ilerlemiyor maalesef. Şiiri bir kalıba sığdırmaya çalışan her şeyden mümkün mertebe uzak duruyorum. Şiir üzerine daha açık daha somut ve daha hayattan denemeler yazmak istiyorum. Mesela yapay zekâ bir sanatçı özne olabilecek mi, bunun cevabını uzunca tartışmak istiyorum. Ben yazana değin her şey değişir belki. Bir çocuğu şair yapmayan şeyi bulmak istiyorum. Şiir neden felsefeden bir adım öndedir bunun da cevabını bulurum belki. Ama öncesinde bir şiir kitabının daha kemale ermesi lazım, bu konuda çok aceleci değilim. Sonuçta hem şair hem teorisyen hem eleştirmen olmak istemiyorum, sadece iyi şiir yazmak istiyorum. 

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları