Menu
YEATS: BİR KIRLANGICIN UÇUŞU
Şiir • YEATS: BİR KIRLANGICIN UÇUŞU

YEATS: BİR KIRLANGICIN UÇUŞU

“Güzelliğin kendi umarsızlığından, uykulu bilgeliğin

Gece yarısı kandilinin yağından doğmadığı bir yerde.”

W. B. Yeats

W. Butler Yeats’ten bahisle bahsini ettiklerimizin başında, hiç şüphesiz şiir ile gençlik-yaşlılık ilişkisi gelir. Bu bahiste emin olunan şey, ne sebepten olursa olsun şiirin genç zihinleri mesken tuttuğu; yılların zulmüne uğramamış bedenlerde ziyadesiyle oyalandığıdır. Şiir, ortaya çıkan eserin keyfiyetinden bağımsız olarak, bir gerilimin ifadesidir. Söz konusu gerilim ise, insanın “sırığa geçirilmiş bir paçavra”ya (Yeats) benzemediği yılların mahsulüdür. “Kim hayatının sonuna kadar şair kalabilir ki?” diye sormuştu bir şairimiz. Eliot da, Yeats’in ölümünden bir yıl sonra (1940) kaleme aldığı ünlü denemesinde, İrlandalı şairi istisna ederek bildik kuralı hatırlatır: “Teoride bir şairin orta yaş veya yaşlılıktan önce herhangi bir zamanda, ilhamdan veya şiirde ifade etmek istediği özden mahrum kalması için hiçbir sebep yoktur. Hayatın bahşettiği çeşitli tecrübeleri yaşama gücüne sahip olan bir insan, hayatının her on yıllık devresinde kendini farklı bir dünyada bulur ve dünyaya çok farklı bir açıdan baktığı için de sanatının özü sürekli bir şekilde yenilenir. Bununla beraber, gerçekten pek az şair, yılların getirdiği bu değişme hızına ayak uydurabilmiştir. Aslında bu çeşit bir değişmeyi kabul edebilmek, tabiatüstü bir dürüstlük ve cesaret ister. Şairlerin çoğu, ya gençliğin tecrübelerine asılı kalırlar ve yazıları ilk eserlerindeki tecrübelerin samimiyetten yoksun bir ifadesi olmaktan ileri gidemez ya da coşkularını geride bırakıp eserlerinde sadece düşüncelerini ifade etmeye başlarlar.”

Eliot’a göre bir şairin olgunlaşması, yani “şiirlerinde ifade edecek yeni şeyler bulabilmesi ve bunları ilk şiirlerinde olduğu kadar iyi bir şekilde ifade edebilmesi bir mucizedir.” Üstad, bu anlamda en kusursuz örneğin Shakespeare olduğunu vurgular. Ancak Yeats’in durumu, bu mucizevî istisnayı daha da istisnaî kılmaktadır. Zira gençliğinde de eli yüzü düzgün, ‘antolojilik’ şiirler yazmakla birlikte Yeats şiirinin referansını, şairin handiyse elli yaşından sonra yazdığı şiirler oluşturur. Yeats, yaşlandıkça Benjamin Button misali eseri gençleşmiş bir şairdir. Nitekim Yeats’in kendisi de bu tuhaf diyalektiğin altını, aklımda yanlış kalmadıysa “Ben gençken şiirlerim yaşlıydı, şimdi ise ben yaşlıyım ama şiirlerim genç.” diyerek gayet veciz biçimde çizer. Dublin’li şair, 1914’te yayınladığı “Responsibilities” (“Sorumluluklar”) adlı kitabında “bir göçmen kuşun bilgeliği ve içgüdüsü ile” büyük şiirin atmosferinde uçmaya başlar. “Geçti O Dans Ettiğimiz Günler” şiirinde “//Daha bugün düşündüm, / Saat tam öğleyi gösterirken, / Değneğine dayanan bir adam / Bir yana bırakıp her numarayı, / Durmadan şarkı söyler / Gence de kocakarıya da / Yere serilinceye kadar.” diyen şairin ölüm tarihi 28 Ocak 1939; vasiyetnamesi kabul edilen “Under Ben Bulben” adlı şiirin altına düştüğü tarih ise 4 Ekim 1938’dir (Cem Taylan; Modern İngiliz şiiri: William Butler Yeats ve Ezra Pound).

Eliot, Yeats ile ilgili denemesine bir Nobel gerekçesini andıran şu satırları düşürürken mübalağa etmediğinin farkındadır: “Yeats, büyük bir şair olmasaydı, onun genç şairler üzerindeki etkisi de böyle büyük olmazdı. Burada sözü edilen etki şairin şahsiyetinden, sanatından ve ustalığındaki olağanüstü gelişme için gereken çabayı besleyen soylu ihtirastan kaynaklanmaktadır.” Şüphesiz ki Ezra Pound ile tanışmasının, İrlanda Tiyatro Hareketi ile ilişkisinin ve 1916 Paskalya ayaklanmasının Yeats şiiri üzerinde biçimlendirici etkileri

olmuştur. Ancak Yeats şiirinin sırrını, biraz da bir devrin sonuna yetişmiş genç şairin, yeni bir çığır haline gelerek olgunlaşmasında aramak gerekir.

Cevat Çapan’ın çevirdiği ve bir kısmını daha önce “Çağdaş İngiliz Şiiri Antolojisi” kapsamında yayınladığı otuz Yeats şiirini (orijinal metinlerle birlikte) bir araya getiren “Her Şey Ayartabilir Beni”, hakiki şiir okurunun çantasından başucuna, başucundan çantasına seyahat edip duracak bir kitaba ve Yeats’in şiirine yakışan kusursuz bir yayıncılık çabasını yansıtıyor. Yeats, insanı teshir eden bir şair. Bu toplamı okurken büyük bir şairin dokuduğu bir seccadenin; sutavuğu ile kuğunun Kelt renkleri içinde ışıdığı bir seccadenin karşısında hissettim kendimi. Hem “Vision” yazarının kendisi de itiraf etmiyor mu otobiyografisinde: “Nefret ettiğim Huxley ile Tyndall, çocukluk yıllarımın kendi halindeki dininden koparıp aldılar beni. Bunun üzerine ben de yeni bir din yarattım.”

“Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar…” diye başlayan uyarıyı hiçe sayarak, Yeats’in “İç Savaş Günleri Üstüne Düşünceler” şiirinin “Penceremin Yanındaki Sığırcık Yuvası” adlı bölümünün tamamını buraya alıyorum:

“Arılar yuva yapıyor sıvası dökülen

Duvarın çatlaklarında ve oraya

Çerçöp ve sinek getiriyor kuşların anaları.

Duvarımın sıvaları dökülüyor, bal arıları,

Gelin, sığırcığın boş yuvasında kendi yuvanızı yapın.

Her yandan kuşatılmışız ve kapılar kilitlenmiş

Kararsızlığımızın üstüne, bir yerde

Bir adam öldürülüyor, bir ev kundaklanıyor,

Ama açıkça anlaşılmıyor olup bitenler:

Gelin, sığırcığın boş yuvasında kendi yuvanızı yapın.

Taşlardan ya da odunlardan bir barikat,

On dört günü geçen bir iç savaş;

Dün gece o genç askerin ölüsünü

Kanlar içinde yolun ortasına yuvarladılar:

Gelin, sığırcığın boş yuvasında kendi yuvanızı yapın.

Boş düşlerle beslemişiz kalplerimizi,

Kalpler saldırganlaşmış bu yüzden;

İçimizdeki kin daha yoğun

Duyduğumuz sevgiden; Ey bal arıları,

Gelin, sığırcığın boş yuvasında kendi yuvanızı yapın.”

(YENİ ŞAFAK KİTAP, 01.06.2011)

Diğer Yazıları