Menu
ÜZÜME DOĞRU MUSTAFA ATAPAY
Şiir • ÜZÜME DOĞRU MUSTAFA ATAPAY

ÜZÜME DOĞRU MUSTAFA ATAPAY

Ben vücuttan fışkıran ışığın resmini yapıyorum.
Egon Schiele

Son yılların dikkat çeken genç şairlerinden Mustafa Atapay’ın, adından daha ziyade erken dönem şiirlerini içerdiği anlaşılan ilk kitabı ‘Eski Kalp’, geçtiğimiz yılın son günlerinde, Yitik Ülke Yayınları tarafından yayımlandı.

Öte yandan Atapay’ın çeşitli dergilerde yayınladığı halde Eski Kalp toplamının dışında bıraktığı ve kanımca Eski Kalp’in kimi problemlerini aşarak mesafe katettiği tereddütsüz söylenebilecek Tenimde Bir Böcek, Tufan, Ufuk Ötesi, Ruh Sözü gibi şiirlerini de bu kısa değerlendirmeye dahil etmekte fayda var.

Hemen söylemek gerekir, özellikle amaçlanmamakla birlikte oldukça kapalı ve güç anlaşılır bir şiir Atapay’ın şiiri. Kapalılık, Atapay’ın “eşyanın içindeki gizli gerilimi” hisseden bir şair olmasından kaynaklanmaz. Bilakis Atapay’ın şiiri eşyadan değil ben’den yola çıkan son derece “benmerkezci” bir şiirdir ve bana göre kapalılığının temel nedeni de budur. Şairin bakışı doğrudan doğruya eşyaya yönelmez. Gözleri, deyim yerindeyse iç dünyasına saplanmış birer çivi (‘iğne’) gibidir. Bütün eğretilemeler, bütün imajlar aslında ben’den kaynaklanmakta, eşya ben’in kendi kendini ifşası için bir vasıta olmaktadır. Atapay’ın okurun beklentisine yüz vermeyen, sarsan, şaşırtan mısralarının, yer yer tek başına kaldığı izlenimini bırakan imajlarının bu bağlam içinde okunması gerekir.

Benmerkezcilik, Atapay’ı genel-geçer şiir algılarının uzağına taşımakla kalmaz, Eski Kalp’i ayrıksı bir kitap haline getiren özgünlük arayışını da açıklar. Bu bakımdan, 80 kuşağı içinde kendilerine mahsus şiir dünyalarıyla öne çıkan Sami Baydar, Hüseyin Atlansoy, Serdar Koçak gibi isimlere, belli bir özgüven farkıyla, akraba olduğu öne sürülebilir Atapay’ın. Bununla birlikte yukarda sözünü ettiğim ‘benmerkezcilik’inde bir çerçeveye oturtulması açısından, benim temel iddiam, Atapay’ın poetikasının, Trakl ve Benn başta olmak üzere alman ekspresyonistlerinin poetikasıyla önemli ölçüde örtüştüğü yönündedir: “Benn’e göre şair kendi iç sesini takip etmelidir. Aslında bu sesi hiç kimse duymaz. Şair bu sesin nereden geldiğini bilmez, ne istediğini de bilmez ama onu takip etmelidir. Yaratma zorunluluğu içindedir. Şiirler mutlak umutsuz olmalıdırlar. Hiç kimseye yönelmemeli, hiç kimseyi muhatap edinmemelidirler. Karanlıklardan ve derinliklerden kaynaklarını almalı, gerçekleri bir nebze içinde barındırmalıdırlar. Dini elden bırakmalı, kolektif olanın ardından koşmalıdırlar.” (Zeynep Sayın’dan aktaran Ahmet Sarı; Türk ve Alman Poetikasının Kitabı).

Eski Kalp, bir yandan pesimist, içedönük bir mizaca ve ‘yabancı’ bir bireye işaret ederken bir yandan da hayattan kovulan, ‘sürgündeki’ şiirin ve şairin ödediği bedele tanıklık ediyor. Ezici, ‘acı’ bir yalnızlığın bir yazgı gibi kapladığı bu şiirde, tek şahıs zamiri ‘ben’ olacak, şairin seslendiği bir ‘sen’ ya da ‘siz’ bulunmayacaktır. Her ne kadar Eski Kalp’te öne çıkan ‘anne’, ‘baba’ gibi figürler varsa da büyük ölçüde şairin şahsi sembolizminin bir parçası haline getirildikleri görülür. Aslında, Atapay’ın bütün ilgisi kendi iç sesine, metafizik gerilimin kaynağındaki ‘öteki ben’e yöneliktir: “/çıkrıklarla kalbimi zaptedip kuyuya salıyorum geceleri/karanlığın bildiği bir şey var/” (Tenimde Bir Böcek), “İçinden bir gizle seçilen yol/Şarabı değil şerbeti arıyorum/Hiç boşalmayan bakraçlar/Tahta çanaklar güneş ve üzümler” (Ufuk Ötesi).

Atapay, Eski Kalp’in iyi örneklerinde, yer yer mısra tekniği açısından da yakınlaştığı Cahit Zarifoğlu gibi, ‘blok’larla yazıyor. Görece uzun ve ‘hız’ yapan bu şiirlerde yakaladığı

açılımla şiirin içinde ‘dili geç çözülen’ bir şair izlenimi de bırakıyor öte yandan. ‘Ağaç’, ‘böcek’, ‘kabuk’ simgeleri aracılığıyla her fırsatta bu psikolojik açılımı özlediğini ima eden Atapay (“Yaprakların şeffaf/Niye kabuğun var”, Heves Ve Hüner, “Daha ağzımda kabuk/Ruhun sakızından kopan söz”, Ruh Sözü), dili çözüldüğünde yakaladığı o kendilikle mısraları yerli yerine oturtuveriyor. Eski Kalp’in en güzel şiirleri de bence bu açık ilhamı taşıyan ‘Halı’, ‘Üç Ayaklı Atlar İçin’, ‘İstiklal Şaşıyor’ gibi şiirlerdir.

Suçluluk duygusu, günah; ötekinin ve Tanrı’nın inkârı/aranışı; kişisel ve toplumsal çöküşe duyulan tepki, lânetleme; daha serinkanlı bir örneğine İsmet Özel’de rastladığımız ‘şeytani kimlik’ Atapay’ın dünyasını belirleyen diğer önemli unsurlar. Yeri gelmişken ayrıca belirteyim, ‘benmerkezcilik’ ve burada andığım bazı temalar itibariyle psikanalitik düzlemde bir okuma ve yorumlama çabasına özellikle müsait Atapay’ın şiiri.

Atapay, Eski Kalp’e girmemiş, yazımın başında adlarını andığım son derece güzel şiirlerinde daha coşkun bir söyleyişe yaslanıyor. Zarifoğlu’nun incelikli tesbitiyle, şiirlerin içindeki “el kol hareketleri”nden bu coşkuyu fark etmek mümkün. Çağrışımlardan hız alan, emir kipinde ünlemlerle dolu, öfke aktaran şiirler bunlar. Zaman zaman büyüklük hezeyanlarına varan bir özgüven artışının eşlik ettiği/kurgulandığı, metafizik ürpertiden doğan kılıç gibi kesin ve keskin mısralar dikkat çekiyor. Atapay’ın Eski Kalp’in dağınık ve kısmen muğlak mimarisinden koptuğu, çok sözle çok şey söylemeyi değil az sözle çok şey söylemeyi tercih ettiği aşikâr.

Son söz olarak, kendi payıma bu şiirin önemli, dikkatle izlenmesi gereken bir şiir olduğuna inanıyorum. Vaat taşıyan, gebe bir şiir çünkü Atapay’ın şiiri.

(SONRA EDEBİYAT, MAYIS – HAZİRAN 2007)

Diğer Yazıları