Menu
bukağı
Şiir • bukağı

bukağı

hafıza dolu olsa da bilemediğin ölüm şekline kapanıp ağla,

şehir kadar kalabalık değil buralar , buralar vardan daha var değil

oyuncaklar gibi çınlıyor burada. burada işte altüst olmamış bir kara parçasında

ağırdan alıyorsun daha hızlı akıyor bilgi, bilinçaltı epiği,

körlük bilgi, her şeyi kavradığını sanan kibir, denizde bir damla olmayan bilgi

bir ağ içinde boğulmuş bilgi, bir örümceğin can havliyle kendinden var ettiği ikilem;

kargaşa, coşku ve titreme ve bu coşkulu söylem


böyle olmayacaktı, bir şeylerin varlığı sadece hissetmekle kalacaktı

çağrı buydu, bütün çağrıların içinde en çok sesi çıkan çağrı bu, can alıcı komut bu

mikroişlemci çığlıkları bu, masaüstü ögelerinde verilen zayiat bu!

çapraz bir çatlak, kırık değil, olsa karşı kıyıya düşerdi

çocukken gördüğün düş doğrudan cennete düşerdi

seni bukağılardan, seni aygıtlardan, seni gelecekte olacak ateş doğurucu aşklardan

seni barboros yapmamış dalgalardan, nefes mi ekmek mi sorularından

seni sabit bir disk sanıp çöp kutusu sanıp, kör bir fare sanıp kuyulardan...


ağlamayan göz su vermiyor, monitör uğultusu ruhları kelimelere göm!

bir istanbul olsun, kuyruklu yıldız ardından gözlerinde kamaşan göktaşı olsun

öğle uykularından uyan yalnızlıklara vur kendini, kendini bakışa yüklenen ışığın ötesine

geçir

kendini kuş takımlarına çevir, kendini hırpalanmamış gök boşluğuna çevir

ramdan daha ötelere, çevrimiçi kaldığın bütün gölgelere

sen bir yazılım ustası kadere konuş, bu kadar hız hangi kürede insan eritir de

hangi telaş hangi heyecan gül kokusunun ardından gelir de

cennetin bu dünyada yaratılma serüveninin içine düştük de,


ekran kartlarının ve tarayıcıların şövalyeleri bizi alıp götürdü de,

salt okunan bellek bize tanrı’dan armağan de, sabit hataları kaydediyor de,

kamp güneşi de, güneşten ayrılan gökkuşağı de, ondan önce herkese yağan bir tas su de

daha elim bir kaza olsun diye kendini vurmuş de

tavşan dağa küsmemiş, dağı görmeden küsmenin derinliğine aldanmış de


antrede vurulmuş, odalar temiz

dokunduğun her şeyin saydam bir cama dönüştüğü cevapsız mesaj korkuları

anlamadığın yerden kurşunlar, anlamadığın yerden ölüm

bahar bunca mutsuzluğun üzerini örterken belki yaralının yanından geliyordur

belki bilekleri deniz kumu gibi darmadağın, belki kokuya kaçıyordur

belki tuşlara son suru üflüyor nefesi

belki hiç ölmüyordur

ADEM
ADEM YAZICI ADEM YAZICI

Şair ve Yazar

1977 Sivas-Suşehri doğumlu, Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Milli Eğitim Bakanlığı’nda Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalışmakta. Taş Beşik ve Minyatür Okuyucuları, Türkçenin Göklerinde olmak üzere üç şiir kitabı yayımlandı. Şiirleri ve yazıları İpekdili, Dergah, Merdivenşiir, Karabatak, Yediiklim, Hece, Fayrap, İtibar, Muhit dergilerinde yayımlandı. İstanbul’da yaşıyor.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları