Eski model apartmanın, dışa çıkıntılı balkonunun dikey çubuklardan oluşan demir korkuluğuna dirseklerimi, ellerimi de yüzüme yaslayarak çıkış kapısı arıyordum. Hayatım gri tonlarındaki yumağın içine sıkıştıkça rüyalarımın da rengi kaybolmaya başlamıştı. Belki bir renk arayışı, umut beklentisi yada hayatla hesaplaşma... Biraz sonra ne yaşayacağımı ve yazacağımı bende bilmiyorum.
Tam karşımdaki çam ağacına baktım. "Nasılsın orman kaçkını?" dedim içimden. Duydu galiba iç sesimi. Çam ağacı hafif titriyor. Devasa büyüklüğüyle civarda tek olmasından dolayı ona bu adı münasip görmüştüm. Aynı hizadaki tüm balkonlara gölgelik yapıp, tek başına birçok vazifeyi üstleniyor.
Üzerinden eksik olmayan serçeler suskundu ya da ben duymuyordum seslerini. Belki de nezle olmuş cıvıldayacak güçleri kalmamıştı. Yok yok! Serçe kuşları yoktu çam ağacında. Neden gelmemişler? Ya da gelip gizlenmiş olabilirler mi dalların arasına? Mutlu olmamı onlarda istemiyor sanırım.
Sarsılmaya başlıyor orman kaçkını çam ağacı. O da ne öyle? Sanki kökleri onu dibe çekiyor. Evet evet! Çam ağacı küçülüyor. İnanamadığım gözlerimle görüyorum. Test etmeliyim. Parmaklıklardan dışarıya çıkardığım ayağımdaki terliği ağır ağır iterek bırakıyorum. Hızla yere düştü. Çam ağacının tam dibine… Terlik de ağacın köküne takılıp toprağın altına girecek mi? Kafamı aşağıya doğru biraz sarkıtıyorum. Gözüm kararıyor.
Terliğin hemen yanından bir ses "Hadi gel!" diye seslendi. Terlik mi konuştu yoksa çam ağacının ağır ağır gömülen bedeni mi konuştu? Karışık kafam telaşlanıyor. Hemen ayağımdaki diğer tekine bakıyorum, sesi çıkmıyor. Biraz daha eğiliyorum. "Gel hadi, atla!" diyor. Hayatım ayaklarımın altından kayıp gitmek üzere.
Çam ağacına tekrar baktım, sonra terliğe... Terlik hiç kıpırdamıyor. Çam ağacı biraz daha küçüldü. Etraf çok gri hiç bir şey göremiyorum. Biraz daha sarktım. Terliğin yanındaki ses daha hevesle çağırmaya başladı. "Gel, gel..." Gözüm iyice karardı, hiç bir şey seçemiyor. Biraz daha sarkıp gitsem mi diye düşünüyorum. Arkamda kimlerin kalacağını idrak edemiyorum. İlk depresyonumun kaçıncı atağı olduğunu da bilmiyorum. O balkona kaç defa ve niçin çıktığımı da... Ama daha önce terliğin yanındaki sesin benimle hiç konuşmadığını biliyorum.
Terlik hala orada bekliyor. Bir kaç serçe geldi sanırım. Birinin boğazı ağrıyor zannımca. Sesi korna gibi çıkıyor. Hangisinden çıktı bu ses? Çam ağacı biraz daha küçüldü. Arkasına gizlenen bir başka ses daha var sanki. Cızırdayıp vızıldıyor. Terliğin yanındaki ses değil. Sesi kornaya benzeyen serçede değil. Bir anda "Abla, abla!" diyor üçüncü ses. Evet, abla dedi eminim. Kulaklarım çok iyi... Duyduklarıma rağmen neden hiç bir şey göremiyorum?
Çam ağacı biraz daha küçüldü. Serçe korna gibi ötüyor. Doğrulmaya başladım? Çam ağacının arkasında kim vardı? Doğrulmuş vaziyette yerdeki terliğime bir daha baktım, konuşmadı. Ayağımdaki diğer teki zaten konuşmuyordu. Çam ağacının arkasında bir karartı hafiften gözüme ilişti. Abla diyen sesi hala duyuyorum. Çam ağacının arkasından sesleniyordu. Diğer balkonlara bakıyorum kim bu abla? Kimse yok. Çam ağacı biraz daha küçüldü ve arkasından konuşan, belli belirsiz görünüyordu. Tekrar "Abla, abla!" dediğinde "Ne var?" demek geçiyor içimden ve geçip gitmeden bir çırpıda "Ne var? diyorum.
Çam ağacı iyice küçüldü ve arkadan konuşan kırmızı kamyoneti gördüm. Cızırdayıp vızıldayan hoparlörden tekrar konuştu. "Domates Çanakkale'den abla… Yemeklik, salçalık, konservelik... Beş kilo yapiim mi?"