Ninemin şallarına heveslendiğimde on dört, on beş yaşlarındaydım. Abdest almak için omuzundan indirdiğinde bir kaç dakikalık örtünür sonra kimse görmeden aldığım yere bırakırdım. Şalla kaçamak buluşmalarımı ninemin fark etmediğini sanıyordum.
Bir gün çoğu rengi içinde barındıran ebruli ip yumağı ile şal örmeye başladı. Küçük motifleri örümcek biçiminde birleştirdi. Saçaklarına da boncuk dizdi. Çok beğendiğim şalı başkasına hediye edeceğini sanırken bir anda omuzlarıma örttü. İlk şalımın şaşkınlığı aylarca sürdü.
Uzun bir müddet kullandığım şalım eskimeye meyillenirken ninem yeniden şal örmeye başladı. Bu defa sarı simli beyaz ip ile örüyordu. Ona en görkemli motifleri itina ile yerleştirdi. Sonra boğazındaki sıralı mavi boncukların arasından kocaman altını çıkarıp şalın kenarına iliştirdi. Sormadım... O şalın benim olduğunu biliyordum.
Dantel ve taşlarla bezenmiş, beyaz kabarık bir kostüm giyindim. Beyaz ve sıradan... Her genç kızın giydiği gibi. Annem tam yüz örtümü kapatırken ninem beyaz şalı omuzlarıma örterek sımsıkı sarıldı. Tüm bahaneleri barındıran gözlerim ıslanmaya başladı. Beyaz şalımla çok uzaklara gittim.
Aylar sonra memleketime ilk gidişimde yine beyaz şalımı örttüm. Ninem beni öyle görünce çok sevindi. "Sana vakti geldikçe başka şallarda örerim." dedi. Sormadım hangi vakitte...
O günden sonra beyaz şalı hiç kullanmadım. Büyük şehirde pek modası yoktu. Özenle katlayıp, arasına lavanta serpip dolapta ki ebruli şalımın yanına yerleştirdim.
Beyaz şalın cicim aylarını unutmak üzereyken anne oldum. Kimseye benzetemediğim minik insanı sarıp sarmaladım. Annem geldi memleketten. Oda sevinmişti. Hepimiz Mutlu olduk. Hediyelerini verdi. Mini mini tulumlar, zıbınlar, örgü kıyafetler, dedesinden özel armağan... En sonunda "Ninenin selamı var." diyerek bir hediye paketi uzattı. Pembe renkli tüylü bir şal... Biraz farklıydı. Meğer lohusa şalıymış. Kollarımı omuzlarımı sımsıkı kavradı. Ninem, usulca sarılıp "Ne de güzel yakıştı." diye fısıldadı sanki. Ağlamak istedim, izin vermediler. "Kırkı çıkana kadar örtsün." demiş. Örtmez miyim? Günlerce omuzlarımdan indirmedim. Sonra ninemi yâd ederek lavanta serpip ebruli ve beyaz şalın yanına yerleştirdim.
Bu defa aradan yıllar geçti. Bir kez daha anne olacağımı öğrendim. Nineme söylemeye utandım. Anneme söyledim. Güzel haberi aldığında buruk bir sevinç ile mavi ip istemiş. Şalı örerken sık sık rahatsızlanmış. Telefonla konuşurken "Nineciğim sağlığın sıhhatin nasıl?" dediğimde, "Gözlerim zor görüyor, ellerim titriyor..." diye yakınırdı.
Sonra iyice perişanladığı haberini aldım. Üzülmeye vakit bulamadan acı duymaya başladım. Ağlarken çokça dua etmeyi unutmadım. Ninem için de dua mırıldandım. En çok kıvrandığım an da ağlayarak doğdu. Kucağıma verdiler. Öpmeye kıyamadım. Birkaç gün sonra annem geldi. Çok sevindim. Oda sevinmişti. Yine hediyeler, altınlar... Öğütleriyle birlikte ninemin hediyesini de verdi. Turkuaz mavisi, yumuşacık bir şal... Bu defa en basit bir modeli seçmiş. Kenarlarını da süsleyememiş. Annem; "Çok yorgun, ara sıra başı ağrıyor." dedi. Mavi şalın iki kenarından tutarak omuzlarıma örtüp sıkı sıkı sarıldım. Biran onun da bana sarıldığını sandım. Sonra kokusunu içime çektim bir müddet. Genzim bir tuhaf oldu.
Annem; "Ninen yorgun bana ihtiyacı var." diyerek gitti. Mavi şalımı kırkım çıkana kadar örtmem gerektiğini tembihlemişti.
Kırk birinci gün onu da omuzlarımdan indirip; ebruli, beyaz ve pembe şalımın yanına katlayıp iliştirdim. Ona da diğerleri gibi lavanta serptim.
Çocuklarımı büyütürken bir gün telefon çaldı. Açtım. Annem ağlamaklıydı. "Yoksa... " dedim. "Evet!" dedi bu defa ağlayarak. Benimde ağlamam gerekiyordu. Siyah ve acı kelimeye dilim dönmedi. "Nasıl oldu?" diye sordum. "Şal örmeye çalışıyordu. Aniden başı ağrımaya başladı." diyerek yutkundu ve durakladı. Rengini ve kime ördüğünü sormadan, "Sonra!" dedim. "Bir anda fenalaştı. Kendinden geçerken omuzlarından siyah şalı düştü." dedi.