Menu
SİLAHLAR SUSARKEN
Öykü • SİLAHLAR SUSARKEN

SİLAHLAR SUSARKEN

İnsan, bir zaman sonra kulaklarını sağır eden seslere alışıyor. Belki de sağır oluyor da, alıştığını zannediyor. Sarp kayalıkların ardından doğan güneşe bakıyorum. İki dudağımın arasında, son nefesimi bekleyen sigaram. Aylardan mayıs. Günlerden cumartesi. Şehir, fırtınalı akşamların, ayaz sabahlarını çoktan geride bıraktı. Oysa burada güneş daha yeni görünür oldu. Hâlâ soğuk oluyor geceleri. Soğuk ve karanlık. Bazen öyle oluyor ki, gökyüzüne bir tane bile yıldız değmiyor. Onlarda yalnız bırakıyor bizi.

Alınlarımızda, ölümün soğuk terlerini hissediyoruz, çoğu kez. Ve kalbimizde hayatın ahenksizliğini. Bazı geceler sabaha kadar susmuyor gürültüler. Kapatıyorum kulaklarımı sıkı sıkıya, ama nafile. Yer sarsılıyor, gök deliniyor adeta. Sonra kesiliyor gürültüler bir an. Annem geliyor aklıma. En çok kulaklarımdan öperdi beni. Parmakları, saçlarımda dolaşırken. Ah ne de güzel olurdu kış akşamları sobanın çevresinde oturmak. Huzurluyduk. Sonra gürültü sinsice aramıza girdi. Hiç fark etmemiştik oysa. Yerimizden, yurdumuzdan edildik. Kovulduk. Belki de kovulma sebebimiz kendimizdi. Sokmamalıydık aramıza onu. Ama girmişti bir kere. Fısıltıyla yaklaştı ilk zamanlar. Bir yılanın tıslaması gibi.

Sonraları, fısıltılar konuşmaya, konuşmalar emir vermeye başladı. Hepimiz kölesi olmaya başlamıştık. Bizi büyüten artık annemiz, babamız, değildi. Yüreğimizin tam ortasına oturttuğumuz, kinimizdi. Ve onu dillendirdiğimiz silahlarımız. Eskisi gibi konuşmuyorduk birbirimizle. Kahramanlarımız değişmişti çoktan. Hoca Nasreddin’in mayası tutmamıştı. Aşklarımız artık Leyla’ya değildi. “Ya benimsin ya toprağın” şarkıları dinliyorduk. Biz bizi kaybetmiştik.

Şimdi bu kayalıkların üstünde onu durdurmak için bekliyorum. Bir haftadır sesi çıkmıyor. Kuşların sesleri geliyor arada bir. Ne de çok özlemişim seslerini. Etrafıma bakma fırsatını yeni buluyorum. Siperin ardından bir vadi uzayıp gidiyor. Vahşi dağ çiçekleri selamlıyor hayatı. Bir türkü duyuluyor uzaklardan. Yankılanıyor dağ ova. Belli ki orayı da terk etmiş gürültü. Birden çok uzakmış gibi gelmiyor karşı taraf. Belki de sandığım kadar uzak değildir. Tekrar türküye kulak kesiliyorum. Gözlerimin dolduğunu hissediyorum. Daha önce duymadığım bir türkü. Ne zamandan beri söylüyordu acaba? Yeni mi başlamıştı? Yoksa gürültüden mi duyamamıştım? Anlaşılan çok şey kaçırmıştık, silahlar konuşurken.

Ben de mi türküye başlasam diyorum? Aklıma gelmiyor hiçbir şey. Sonra annemin sesi yankılanıyor kulaklarımda. “Erzurum çarşı pazar, içinde biz kız gezer” gözyaşlarım eşlik ediyor türküye. İkimizin sesi buluşuyor vadide. Annemin dudaklarını yeniden hissediyorum kulaklarımda. Umut, doğuyor güneşle birlikte içime. Silahlar susarken…

Diğer Yazıları