Menu
MAĞARA
Öykü • MAĞARA

MAĞARA

Mağaranın, karanlık ve nemli havasına iyice alışıyordu. Gözleri bazı nesneleri seçmeye başlamıştı artık. Acaba nasıl bir yerdi burası? Oturduğu taşın üzerinden kalktı. Boşluğu elleriyle yoklayarak ilerliyordu. Tavandan damlayan sular, küçük ve hoş sesler çıkararak düşüyordu zemine. “Ayakkabıları da yeni almıştım” diye düşündü bir an. Sonra böyle düşündüğü için şaşırdı kendine. Karanlığın ortasına doğru usul usul ilerliyordu.

Biraz ilerledikten sonra, yorulduğunu hissetti. Bu kadar çabuk yorulduğuna inanamadı. Oysa dayanıklı ve sağlıklı olmak için az mı para harcamıştı spor salonlarına. “Galiba mağaranın havasından” diye düşündü. Bu sefer daha büyük bir taşa oturmuştu. Gözlerini gezdirdi, karanlığın derinlerinde. Boşluk hep boşluktu. Boğazını sıkan kravatı gevşetti. Etrafı sarıp sarmalayan soğuğa rağmen, bedeninden terler boşalıyordu. Yalnızlık kara bir bulut gibi çöküyordu üstüne.

Bir ışık bulmalıydı ama nasıl? Birden hatırlayıverdi. Ceketinin cebini yokladı. Evet, oradaydı küçük bir kutunun içinden bir kibrit çıkarıp yaktı. Karanlık eğile eğile geri çekiliyordu ufacık ışığın önünden. Şimdi etrafını ören taş ve kayaları net bir şekilde görebiliyordu. Başının üzerinde giyotin gibi sallanan sarkıtları görünce yüreğinde bir kıpırtı hissetti. Hayatının hiçbir anında böyle olmamıştı. Sönen kibrit elini yakmasaydı ömrü boyunca seyredebilirdi onları. Yeni bir kibrit çıkardı kutudan. Ayağa kalktı. Mağara duvarlarının yüzeyine vuran gölgeler arasında ilerliyordu. Kimi zaman devasa gölgeler takip ediyordu onu. Kimi zamansa kendi gölgesi devleşiyordu duvarların bağrında. Sönen her kibritte umudu da tükenip gidiyordu. Geçmişi düşündü bir an. Karısını, çocuklarını, işini her şeyi düşündü bir an. Bitmiş bir hayatın ardından bakıyordu hüzünle. Sahi bitmiş miydi her şey?

Ayaklarının altından gelen sesle irkildi birden. Çömeldi. Ateşi zemine doğru yaklaştırdı. Kırık bir aynanın parçalarında kendi suratını izliyordu şimdi. Unutulmuş güzel bir anıyı tekrar hatırlamışçasına hayran hayran seyrediyordu kendini. Ne kadar zamandır görmemişti yüzünü? Gerçekten kendisi miydi? İyice eğildi yere. Gözlerinin içine bakmaya çalıştı. Elindeki ateş konmuştu gözbebeklerinin içine. Hızla geri çekildi. Yüzünü, çenesini yokladı eliyle. Pürüzsüz tenini hayretle inceledi. Aynadakinin aksine tertemiz bir yüzü vardı. Tekrar bir kibrit yaktı. Eğildi, eğildi. Sakalları göğsüne inmiş bir adamla göz gözeydi şimdi."Korkuyorum" diyordu adam. "Korkuyorum, ilk defa korkuyorum. Ve bu korku içimde büyüdükçe ben küçüleceğim ta ki yok olana kadar". “Neden korkuyorsun” diye sordu. “Sence?” dedi adam. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Şeytani bir gülümseme. “Ben nerden bilebilirim? Hem sen de kimsin?” dizleri üstüne çökmüştü artık. “Sen bilemezsen ben hiç bilemem” dedi adam.”Beni sen getirdin buraya.” Parmaklarını sakallarının arasında gezdiriyordu. “Nasıl yani seni ben mi getirdim buraya? Ben daha kendimin nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Seni nasıl getireyim? Beyefendi siz onu boş verin de buradan nasıl çıkarım onu söyleyin bana”. Derin ve sarsıcı bir kahkaha attı aynadaki adam. “Beyefendi ha bırak artık bu ayakları. Hem bak ikimizden başkası yok burada. Rol yapmana gerek yok. İkimiz de biliyoruz senin ne halt olduğunu.” Adamın sesinde garip bir uğultu vardı. “Sen kim oluyorsun da bana bu şekilde konuşabiliyorsun?!” Yeniden ayağa kalkmış ve bağırıyordu. Öfkesi tüm duygularının önüne geçmiş, onu önü alınamaz bir hale büründürmüştü. Bütün gücüyle tekmeliyordu ayna kırıklarını. Koşmaya başladı. Adamın kahkahası kulaklarında yankılanıyor, her adımında daha da yaklaşıyordu ona. Nefesinin yettiği yere kadar koştu. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Bacaklarında acı hissediyordu. Yokladı bacaklarını. Yara içinde kalmıştı. Cebinden küçük kutuyu çıkardı tekrar. İçinde üç tane kibrit kalmıştı. Sağa sola döndü aceleyle. Bir şey arar gibi ama karanlıkta görmesine imkân yoktu. Bir kibriti daha yaktı. Hızlı davranması gerekiyordu. Ateşi olabildiğince dikkatle taşıyor, ne yapabileceğini düşünüyordu. Ayaklarının altında kırılan bir şeyler vardı. İçini hüzün ve korku karışımı bir şey kapladı. Eğildi eğildi. "Korkuyorum" diyordu aynada ki adam. "Korkuyorum, ilk defa korkuyorum. Ve bu korku içimde büyüdükçe ben küçüleceğim ta ki yok olana kadar"

“Bazen” dedi fısıltıyla. “Bazen yalancı ışıklardan kurtulmak için, mağara karanlığına ihtiyaç vardır”. Elindeki son kibriti usulca söndürdü.

Diğer Yazıları