Sonsuza ve aleme,
Bakî olana bakî muhabbetle ses vermek gayretiyle,
Başlıyorum soluk almaya ve dahi vermeye, bugün de…
Günlerden pazarın ertesi. Biraz düşününce anımsıyorum. Aklım fikrim vakte pek de takılı değildir esasında ya, bazen susmak neticesinde zihnime ekilen soru tohumları filizleniyor istemsiz, düşünüyorum.
Yol boylarında kendi kendine büyümüş bir sürü sazlık var zihnimde. Nasıl olur da bunca eza, cefa, kötü, yalan vesair ruhlar ile dört yanı mamur bir âlemde bunca azimkârane duruş, bunca dimdik oluş ve bunca asil…
Filizlenen tohumlar yanıt veriyor: Eza, cefa var ise; azim ve asalet de var ki, hem en yüksek, en ulu mertebe de onundur. Serin sazlıklarda kibir, haset görmezsin. Onlar dimdik olmakla insaniyetin utancına ‘vesile’ olur.
Hem en yüksek, hem kendiliğinden…
Kâinata sırt çevirmek zor. İnsan bazen özünü inkâra kalkışıyor. Kalkışıyor da çiğ sözler savurmaktan geri durmuyor..
Akbaba artıklarının kokuşmuş hükümranlığına daha ne kadar seyirci kalabilirim?!
İşte bu düşünceler beyni deliyor. Bakıyorsun, yok olmaya yüz tutmuşsun.
Niçin peki?
Ne iç’in?