Saate baktı, randevusuna daha kırk beş dakika kadar vardı. Çantasını açtı. Firma için hazırladığı teklif dosyasını tekrar kontrol etti. Fiyatlarayeniden baktı. Tedirginliğini üzerinden atmak ister gibi; “Olmuştur herhalde” dedi kendi kendine. Bu görüşme O’nun için önemli bir fırsattı. Dört ay önce, bu şehirde başladığı yeni görevinde, henüz aylık hedefini geçme başarısı göstermemişti. Bu firmadan mutlaka bir şeyler çıkarmalı, reklâm anlaşması yapmalıydı. Son toplantı da, müdürün söyledikleri çınladı kulaklarında: “Hedefini geçemeyenin işine son verilir” demişti.
Oysa yeni geldiği ve ancak tanımaya başladığı bu metropolde başarılı olmak zaman isterdi. Bunu kendileri de biliyorlardı ama; ‘Bize de yukardan baskı var’ cümlesini bir kale gibi, bir kalkan gibi kullanıyorlardı. Hizmet içi eğitim seminerlerinde anlatılan samimiyetsiz satış tekniklerini hatırladı. Firmaya hemen hepsini uygulamıştı. Şimdi teklif mektubunu da verecekti. ‘Daha ne yapa bilirim ki’ diye geçirdi aklından. Bütün yapması gerekenleri yapmıştı. Omuzlarında tonlarca ağırlık varmış gibi hissetti. Alnında boncuk boncuk terler birikti. Sıkıntısı yüzünden okunuyordu. Yan masada ki mesai arkadaşı takıldı:
—Sıkma canını her şey olacağına varır.
—Doğru diyorsun da, ne umutlarla gelmiştim.
—İnşallah bu firma ile iyi bir sözleşme yaparsın.
—Teklif hazır, bakalım ne olacak?
—Nasıl durumu?
—Aslında firmanın zamana ihtiyacı var. Fazla sıkıştırdık gibi geliyor bana. Önümüzde ki yıla bıraksak anlaşma imkânımız daha yüksek bence.
—Zamana bırak o zaman, sıkıştırma, sabret.
—Benim beklemeye sabrım var ama, ya yukarıdakiler; sence onlar sabreder mi?
Bunu söylerken son toplantı aklına geldi. Tehdit edercesine konuşan müdürü hatırladı. Oysa kimseden korktuğu ya da işsiz kalma endişesi ile çalışmıyordu burada.
Bütün bunları düşünürken öğle namazını kılmadığı aklına geldi. Koridorun sonunda bulunan lavaboda abdest alıp ofise geri döndü. Fazladan yer kazanmak için her odaya üç masanın konulduğu ofisin en boş yerine serdi seccadesini. Namaza durdu. Dudakları ayetler okurken, aklında firma vardı. Teklifi değerlendiriyor, firma yetkilisinin söyleme ihtimali yüksek olan cümlelerini düşünüyor; onların itiraz edecekleri yerlere yama yapabileceği cevaplar üretmeye çalışıyordu. Aklını allak bullak, beynini sünger gibi hissetti.
Selam verip seccadeyi toplarken, arkadaşı uyardı.
—Son sünneti üç rekât kıldın!
***
Firma ile görüşmesini bitirmiş, şirketin aracı ile ofise geri dönüyordu.
—Görüşme nasıl geçti dedi şoför.
—Hayırlısı, bekleyip göreceğiz diye geçiştirdi bu soruyu.
Görüşme pek iç açıcı geçmemişti. Bu üçüncü randevuydu. Henüz sonuca giden, anlaşma yapabilecek bir zemin oluşmamıştı. Şehrin bütün yükünü omuzlamış gibi ezik hissetti kendisini. Firma yetkilisi pek sıcak bakmamıştı teklife. ‘Bu son şansım olabilir ama neyi eksik ya da yanlış yapıyorum’ diye düşündü. Kendine cevap verecek, kendi gerçekleri ile yüzleşecek cesareti bulamadı. Sadece acı bir tebessüm...
Ofise geri geldiklerinde yan odadan arkadaşı seslendi. Görüşmedeyken bir telefon gelmişti. Heyecanlandı. Firma aramış olabilir diye düşündü. Çantasını masasının kenarına bıraktı. Doğruca yan odaya yöneldi. Kendisine bilgi verecek kişi başka bir telefon görüşmesi yapıyordu. Boş sandalyeye oturdu. Arkadaşının konuşmasının bitmesini bekliyordu. O’da kendisi gibi reklâmcıydı. Müşterisi ile konuşuyordu.
—Evet Kemal Bey… Tabi, tabi… Güzel bir ek olacak… İlanın yanında haberde kullanacağız… Ne demek, nasıl isterseniz… Ödeme her zaman ki gibi… Fiyat uygun Kemal Bey… İnanın daha bu sabah en çok ilan aldığım müşterilerimden birisine, aynı ekte yer verdim, sizden daha pahalı… Adet yüksek biliyorsunuz… Türkiye genelinde yayınlayacağımız bir ek bu… İkiyüzseksen bin adet basıp dağıtacağız…
Devam edip giden konuşmadan sıkılmıştı. Ama kendisine gelen telefonu merak ettiğinden bekliyordu. Arkadaşının son cümlesi kafasına takıldı. Sabah yaptıkları toplantıda, ek için alınan reklâmların maliyeti karşılamadığı ve bazı bölgelere dağıtım yapılmayacağı söylenmişti. Kemal Bey’e sizden daha pahalı dediği müşterisinin sözleşmesi de masasında duruyordu. Oturduğu yerden göz ucuyla baktı; yine acı bir tebessüm yayıldı dudaklarına.
“Hedefini geçemeyenin işine son verilir” diyen müdürü hatırladı. Hedefi geçmek için her yol mubah mı? Dedi kendi kendine. Bu arada arkadaşının telefon görüşmesi bitmişti.
—Beni arayan kimdi?
—Bu gün açılış ilanı çıkan firma aradı. Görseli yanlış basılmış. Açılışı bu gün değil yarın olacakmış. Tarih bilgisinde yanlışlık olmuş.
—Eyvah!
—Bu rezervasyonun hatası.
—Bakalım, hallederiz herhalde.
—Bak sözleşmeye, ek için ilan aldım.
Bir şey diyemedi; dudaklarında acı bir tebessüm… Sustu. Arkadaşı yerinden kalktı. Masanın altında bulunan terliklerini ayağına geçirdi. Kollarını sıvadı…
***
Yanlış çıkan ilan için firmayı aradı. Firma yetkilisi yanlış çıkan ilandan çok, tebrik için çiçeklerin gelmeye başlamasına ve açılış için misafirlerin mağaza önünde birikmelerine üzülmüş. Uygun bir dille izah etti durumu. Yarın telafi ilanı çıkacaklarını söyledi. Ama olay kısa zaman da bütün ofiste duyuldu. Müdür ve diğerleri aradılar sırayla. Hepsine tek tek anlattı durumu. Rezervasyon yeni ilan yerine, tarihi değiştirilmiş olan eski ilanı koymuştu sayfaya.
—Akşam sayfa teslim edilmeden neden kontrol etmedin? Dedi müdür.
—Kontrol ettim efendim. Benim baktığım ilan doğruydu. Sonradan değiştirilmiş olacak.
Rezervasyon hatasını kabul etmiş, O’da rahatlamıştı. Masasına oturmuş, birkaç saat önce görüşme yaptığı firmanın internet sitesini inceliyordu. Telefonu çaldı. Karşısında reklâm için teklif verdiği firma yetkilisi vardı.
Firma yetkilisi, teklifi genel müdürüne ilettiğini, ancak fiyatı pahalı buldukları için başka bir gazeteyi tercih edeceklerini söyledi. Acaba kabul görür mü diye hemen aradaki tiraj farkını hatırlattı. Muhatabı bu farka rağmen diğer teklifin daha uygun olduğunu iddia etti. Fiyatları tekrar gözden geçirip size dönelim diyerek kapattı telefonu.
Müdür fiyatlara tekrar baktı. Başka yapılabilecek bir şey olmadığını söyledi. Aklına geçen gün göz attığı dosyadaki sözleşme fiyatları geldi. Hatırlatınca; ‘Onlar daha önce yapılmış anlaşmalar, bu firmaya yapabileceğimiz başka bir şey yok’ cevabını aldı.
***
Sene başında ilk toplantı yapılıyordu. Firma dağılımları yapılacaktı. Mevcut firmalar üzerinde konuşmalar başladı. Kendisi yeni olduğu için müdahil olamıyordu. Herkes cirosu yüksek firmaları istiyordu. Bazı konuşmalardan geçen yılki dağılımda haksızlık yapıldığı sonucunu çıkardı. Toplantı uzadıkça hava gerginleşiyordu. Birbirlerini yalancılıkla suçlayanlar bile oldu.
Ara sıra kendisinin adı da geçiyordu konuşmalarda. Geçen yıl alınan ilan cirolarına göre dağılım yapılacaktı. Kendisine verilen firmalara baktı. Dudaklarında acı bir tebessüm…
***
Lavaboya gitti. Düşüncelere dalmıştı, başı önündeydi. Kapıdan girince fark etmemişti. Az sonra aynaya bakmak için kafasını kaldırdığında gördü. Ayna tam orta yerine aldığı bir darbe sonucu tuz buz olmuştu. Arkasında ki kâğıt tutuyor olmalı, yoksa bin parçaya bölünürdü diye düşündü.
Tam orta yerinden, bilemem kaç parçaya bölünmüş olan aynadan kendisine baktı. Donakaldı oracıkta. Bütün parçalardan ayrı bir suret kendisine doğru bakışlarını dikmişti. Hangisi benim diye düşündü. Her biri ayrı bir yüzüm mü diye geçirdi aklından. Eliyle yoklama gereği hissetti: Orada olduğundan emin olmak istiyordu sanki; yanağına dokundu avuçlarıyla. Bazı parçalarda gördü dokunuşunu. Bazılarına yansımadı bu hareketi. Sendeledi. Başı öne düştü. Korktu, tekrar bakmaya, çekindi. ‘Yüzleştiğim kendim ise hangisi benim’ dedi.
Kendi elleri ile fırlattığı eski ve paslı bir mızrağın, bir yerlerden sekip kendi göğsüne saplandığını sandı. Kadim bir acı hissetti kalbinde. Yıllardır orda duran ama ortaya çıkmak için fırsat kollayan: Bir çatlak bulur bulmaz da, sızısını yanardağ gibi, kırık aynadan yüzüne doğru püskürten bir acı duydu.
İbadetlerini hatırladı; ‘Kötülüklerden korunamayacak kadar hissiz yapıyorum demek ki’ dedi. En narin yerinden kopuveren hayallerini tekrar birleştirmek ister gibi; telaşlı: Kırık aynadaki suretlerine baktı, acaba burada mıyım… Buldum sandı, hangi parçada olduğunu kestiremedi...
Hâlâ abdest almak için geldiği lavabonun başındaydı. Düşünce helezonlarında, kapıldığı vehimlerle boğuşuyordu. Kırık aynadan, gözünden yaşlar akan suretine tekrar baktı. Bazı parçalarda gördü gözyaşlarını. Bazıları gülüyor gibi geldi kendisine...
‘Bir suret iyi tarafımsa, sahtekâr; yalancı yüzüm hangisi’ diye merak etti. Bulsa kırıverecekti o parçayı. Oysa hakikatler içinde sanıyordu kendisini…
***
Kabanının yakalarını kaldırmış, elleri cebinde, metropolün kalabalıklarına karışıvermişti. Kırık aynayı düşündü. Bütün doğru bildiklerinin, buruşturulup yüzüne çarpıldığını hissetti. Kaldırımda ki karo taşları sayar gibi yürüdü. Düşünceleri sıktıkça kendisini, hızlandırdı adımlarını. Yanından geçen adam sigarasını yaktığı kibrit çöpünü denize attı. Atılan kendisi sandı, uçsuz denize. Dalgalar arasında bir oraya, bir buraya savrulan bir kibrit çöpü gibi hissetti kendisini.
‘Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek’ diyen adamı hatırladı. Bu gün, karşısında cesaretle durmadığı yanlışların kendisini boğmasına seyirci kalmıştı. Eğri eğri yüzüne düşen, ince yağmur tanecikleri ile irkildi.
Semaya doğru yükselen ilahi çağrıyı duydu. Kalabalıklar içinde, bu şehre geldiğinden beri, bunca gürültüye rağmen, ilk defa bu kadar net bir duyuş, O’nu şaşırtmıştı. Sese doğru yöneldi. Adımlarını sıklaştırdı. Kalbini yokladı; atıyordu. Aynayı kıran kişiye, dudaklarında tatlı bir tebessümle teşekkür etti…
Aralık 2008
Akif Hasan KAYA: 1977 Balıkesir doğumludur. Öykü ve denemeleri Aşkar, Post Öykü, Muhayyel, İtibar, Yediiklim, Ğ, Hece Öykü dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı Islak Kibritler ile 2012’de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Hikâyecisi ödülüne layık görüldü. Bazı kitapları Arnavutça’ya çevrildi. Kitapları: Islak Kibritler (Öykü, Okur Kitaplığı, 2012, İz Yayıncılık, 2017)Ölmüş Oyuncaklar müzesi (Öykü, İz Yayıncılık, 2014)Uzun ve Lacivert Günler (Öykü, İz Yayıncılık, 2015)Bu Bir Aşk Hikayesi Değildir (Öykü, İz Yayıncılık, 2017)