Artık açmalıydım. Elimde tuttuğum siyah zarfa ne kadar süre, dolu gözlerle baktım, hatırlamıyorum. Annem, kimdenmiş, diye sorunca birden çocukluk anılarım kanepenin arkasına saklandı. Almanya’dan, diyebildim güçlükle. Annemin sesi duvarlarda yankılandı:
- Schwarz’lardan mı? Ne vefalı insanlar. Aç bakalım, ne yazmışlar. Bak bu defa cevap yazmakta gecikmemeliyiz. Geçen sefer çok geç yazdın, ayıp oldu.
Zarfı açtım. Acele etmeden. İçinden avuç içimden küçük, ikiye katlanmış kartla, bir sayfalık mektup çıktı. Bayan Schwarz, hatır sorma faslından sonra; Andreas’ın acılarının bittiğini, ebedi huzura kavuştuğunu, artık babasının yanında olduğunu, kendisinin de evi satıp bir huzurevine yerleşmeyi düşündüğünü yazmıştı. Yeni adresini bizlere mutlaka bildirecekti. Sevgilerini gönderiyordu.
Kartın dış yüzünde bir demet çiçek resmiyle haç vardı. ıç yüzünün sol tarafında Andreas’ın gülümseyen fotoğrafı, sağ tarafta ıncil’den bir söz. Ölmeden önce, bu karta yazılması için kendi seçtiği söz.
Kartı kiraz tabağının yanına bıraktım. Andreas kilerden büyük tahta merdiveni çıkarıyordu. Ona yardım etmek için koştum.
- Bana yardım etmene gerek yok küçüğüm, kendi başıma halledebiliyorum.
- Sana bakabilir miyim Andreas?
- Elbette. Üstelik bu beni çok mutlu eder.
- Tamam. Hadi o zaman, kiraz toplamaya....
Andreas bahçeyi adımlayarak ilk ağacın yanında durdu. Yardımıma gereksinmeden merdiveni ağaca dayadı. Sağlamlığını eliyle kontrol ederek basamakları birer birer çıktı. Kolundan çıkardığı sepeti, merdivenin kenarına taktı. Düşüp bir yerini incitmesinden endişe ediyordum. Hissetmiş gibi:
- Korkma, yıllardır bu ağaçlardan kiraz topluyorum. Her birini kendi ellerimle dikmiştim. Onları hissedebiliyorum. Gözlerini kapat, ellerini ileriye doğru uzat ve bahçede dolaş. Ne zaman bir ağaca yaklaşsan, hissedeceksin. Yalnız dikkatli ol, ben yıllardır antrenmanlıyım, dedi.
- Senin yanında kalmak istiyorum.
- Nasıl istersen.
- Kartta yazanlar doğru mu Andreas?
- Ne yazıyor kartta küçüğüm?
- Bahçedeki bisikletin bana ait olduğu.
- Ah, evet. Hoşuna gitti mi?
- Hem de nasıl! Ne zamandır babama söylüyordum, bana bisiklet almasını.
- Biliyorsun ki Ali çok yoğun çalışıyor. Sana doğum günü hediyesi, özel bir şey vermek istedim.
- Beni çok mutlu ettin. Ama bisiklete binmeyi bilmiyorum.
- Ben sana öğretirim.
- Gerçekten mi?
- Bahçemiz büyük. Dur şu kirazları toplayalım, bir deneme turuna çıkarız. Edith doğum günü pastan için kirazları bekliyor.
- Yaşasın! Seni çok seviyorum Andreas.
- Biz de seni çok seviyoruz küçüğüm. Bu bisiklet sadece benim seçimim değil. Edith rengine karar verdi. Biliyorsun...
- En sevdiğim renk, mavi.
- Maviyi unutalı çok oldu...
Kedilerle nasıl anlaşacağımdan, yılbaşı ağacının nasıl süsleneceğine kadar öyle çok şey öğretti ki bana. Şimdi teypten Andreas ve Edith’in benim için doldukları kaseti dinliyorum. Andreas şarkılar söylüyor, Edith bizleri çok özlediğini. Andreas uçaktan korkuyor. Edith’de otobüs yolculuğuna çıkamayacak kadar rahatsız. Türkiye’ye gelemiyorlar. Bizi davet ediyorlar, doğduğum ülkeye. Kasetin yollandığı yıl, babam hala yoğun çalışıyordu. Gidemedik. Belki Edith bu yıl uçakla gelebilir...
Babam ve Andreas bizleri görebiliyordur. Bir ihtimal annemle, Edith’e destek olmaya, birkaç haftalığına gidebiliriz. Evini toplaması için. Tam zamanı. Şimdi kiraz mevsimi. Belki de hepimiz bir gün bir yerde, eskiden olduğu gibi... Kimbilir?
(İLKAY NOYLAN, DOKUNUŞLAR, KANGURU YAYINLARI, ANKARA 2007, SS: 25-28)