Menu
GUGUKLU SAAT
Öykü • GUGUKLU SAAT

GUGUKLU SAAT


On iki dilimli saate karşın, onun dokuz dilimli saati tıkır tıkır işliyordu. Dokuz dilim harflerden oluşuyordu. İlk harf "K", kalbinin kırıklarını vuruyordu saat başlarında. Her bir kırığı tek tek eline alıp okşuyordu. Artık acıtmıyordu kırıklar. Yüreği, parmaklarından çok önce nasır tutmuştu.
İkinci dilimin gonk sesleri duyulduğunda, saatin kapısında beliren kuş "I" yı tutuyordu pembe gagasında. Iraklık zamanıydı. Perdeleri, lambaları kapatıyor, uzaklaşıyordu başkalarına ait olduğunu düşündüğü dünyadan. Uzaklaştıkça daha bir kendi içine kapanıyordu. Zaten kimse de ona yaklaşmaya çalışmıyordu. Böylece "I" gönlünce çalıyordu.
Sonbahar iyiden iyiye hissettiriyordu kendini. Sözlüğünde sarının diğer adı hüzündü. Yeni bir gonk sesinde pembe gagalı kuş "L"yi attı çatıdan. Yere düşen "L"nin iki bacağı ayrılıverdi geniş açıyla. "L" kalabalık bir leylek sürüsü oldu. Her biri kanatlarına sıcaklıkları alıp havalandılar. Havanın sıcaklığı, dostlukların sıcaklığı, sevginin sıcaklığı, insan sesinin sıcaklığı... Soğuklar kaldı avuçlarında. Terk edilmek, hem de sonbaharda, üstelik leylekler tarafından... Geride kalmak, kanadı kırık... Soğuklar içinde... Yüreğini yokladı. Buz kesmişti.
Sabırsızlanıyordu. Gözünü saatten alamıyordu. Bir elinde mektup açacağı, diğer elinde zarf öylece bekliyordu. Alıcıyla gönderen aynıydı. Saat dört cılız vuruşla "Z"yi gösteriyordu. İçinde bir sevinç gezindi. Zarfını özenle açıp mektubunu okudu. Dün başka semtteki postaneden kendisine yolladığı mektup, söyle başlıyordu:
"Öyle yalnızım ki içimi sana dökmek istedim. Okyanusta yüzüyorum. Bir an bakıyorum etrafımda ne bir balık var ne bir gemi ne bir kayık. İnsanlar zaten kıyıdan uzaklaşmamış. Gerçi kıyı da yok. Sular bile çekilmiş. Boşlukta kulaç atıyorum. Anlıyor musun? Kocaman, uçsuz bucaksız bir boşlukta tek başıma..."
Sonuna kadar okudu mektubu. Katlayıp zarfa yerleştirdi. Çekmecesini açıp son gelen mektubun üzerine zarfı bıraktı. Gönderileceklerden birini alıp, evden çıktı. Bu defa bir başka semtteki postaneye gidecekti. İnsan her gün kendine mektup yollayınca, posta memurları tarafından tanınmak istemiyor. Büyük şehirde yaşamanın tek avantajı çok postanesinin olması. Dönüşte yeni zarflar almalı, diye düşündü. Daha çok anlatacakları var içindeki yabancıya.
O, postaneye gitmişken saatin sesi bir daha duyuldu. "I" diyordu ısrarla. Issızlık. Yalnızlığını yanına alıp gitmese, ev bu kadar ıssız olmayacaktı. Yabancı ayak seslerinden yoksun taban tahtaları birbirlerine göz kırptılar. Pencereler, duvarlar, fincanlar tek olmamanın verdiği rahatlıkla kahkahalar attılar. Onlar bile yalnız değilken nasıl oluyordu da o bu dünyada bir başına yaşıyordu? Yalnızlık insanın tabiatına aykırıydı. Kendi evi, eşyaları bile onunla alay eden bir sirkin kahramanlarıydılar.
Guguklu saat "N"yi vuruyordu. Çıplak bir dağ başında, dalına kuş dahi konmayan naçar bir ağaçtı şimdi. Ne sulayanı vardı ne budayanı ne de aşılayanı. Naçar kalmak tam da onu anlatıyordu.
Yedi kere duyuldu kuşun sesi. "L" diyordu, lafazan. Bu evde eşya seslerinden başka ses duyulmazdı. Musluktan akan su sesi, kapı gıcırtısı, pencere çarpması, perde uçuşması, çatal bıçağın tabakla kavgası, onun ayak tıkırtısı... Yalnızlığın kol gezdiği bir evde ne çok ses duyulur, yalnız olmayanlar bilmez. Lafazan kuş da her saat başı, gözüne sokarcasına haykırmıyor muydu harf harf, o sonsuz boşluk hissini... Kafasını koparıvermek geliyordu içinden. Hemen vazgeçiyordu bu düşünceden. Ya o da olmasaydı?
Canının tehlikede olmadığını sezen kuş en çok da "A"yı haykırıyordu. A, ay, ayrı, ayrılık... Burnunun direği sızlıyordu, "A"yı duyunca. Terliklerini sürüye sürüye dolaşıyordu odanın ortasında. Nefes alabilmek için pencereyi açıyor, yine hemen kapatıyordu. Ayrılıklar geride kalana yalnızlığı miras bırakmaz mı giderken? Gidenleri düşünüyordu. Geçmişini. Red-i miras yapma hakkı olacağını bilse hemen evi terk edecekti. Ne çare ki mirası omuzlarına yük, kalbine kara bir mühürdü. Üzerinden atamıyordu.
Günün son vuruşunu yaptı lafazan: "Y". Yaşam! Akıp giden. Kendi kurallarını dayatan, uymayanları dışlayan. Yaşamı güzelleştiren, etek altında sakladığı ayrıntılardı. Birliktelikler, paylaşımlar, düğünler, doğumlar, kutlamalar, buluşmalar, geziler, komşuluklar, hatta kavgalar, tartışmalar, didişmeler, küsmeler ve barışmalar, ölümlerde toplanmalar. O, bunların hepsinden azadeydi. İnsan kendisiyle bunların hangisini yaşayabilirdi?
Yatmadan önce, soldan sağa ters işleyen saatine baktı. Yarın yine lafazan her saat başında haykıracaktı: K, I, L, Z, I, N, L, A, Y.

Diğer Yazıları