Menu
ENDÜLÜS MEDENİYETİ
Öykü • ENDÜLÜS MEDENİYETİ

ENDÜLÜS MEDENİYETİ

Ger Endülüs olmasa ziyâdâr,
Kim Avrupa’yı ederdi bidâr

(Eğer Endülüs ışık saçmasaydı, Avrupa’yı bilgisizlik uykusundan kim uyandırırdı?)
Ziyâ Paşa

Kurtuba, Yitik özlemimiz...

Kurtuba, İslam Medeniyetinin gözü yaşlı beşiği...

Kurtuba, Zihin dünyamızda keşfedilmeyi beklenen bir nutfe, nur huzmesi...

I. Abdurrahman sürgününde Kurtuba’ya gelmiş ve Endülüs Emevi Devletinin başkenti olarak da Kurtuba’yı seçerek etkisi yıllarca sürülecek, Muhyiddin İbn Arabî, İbn Cebirol, İbn Bâcce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd gibi büyük düşünürlerin, filozofların yetişmesine ortam sağlayacak bir medeniyet inşasına başladı.

“Görkemli Kurtuba şehri ve bu şehri başşehir yapmış olan Endülüs yönetimi, Batının kültürel, maddi ve entelektüel refahının kara deliğini doldurmuştu. 1000 yılını izleyen ilk asır içerisinde her türden yan yollar açılacak ve nasıl bir yaşamın var olabileceği ve bir kültürün neler elde edebileceği ile ilgili olarak dikkatler uzak kuzeydeki eteklerde yer alan toprakların dış köşelerine ulaşmaya başlayacaktı.” ¹

Tarihî kaynaklar Endülüslü âlim Abbas Bin Firnas'ın da uzun çalışmalar sonunda yeni bir keşifte bulunup bir cihaz yaptığını, üzerine kumaş geçirip kanat yerine büyük kuş kanatları taktığını ve bu aleti çalıştırarak havalanıp uçtuğunu kaydeder. Üstelik havada uzun süre kuşlar gibi süzüldüğünü, daha sonra da yavaşça yere indiğini söyler. Endülüslü âlim Abbas Bin Firnas, laboratuarlarda suni bulutla gök gürültüsü ve yıldırım meydana gelişini gösterecek kadar, yüksek ilmî seviyeye ulaşmıştı. Nobel ödüllü ünlü Fransız fizikçi Pierre Curie “Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı. Atomu parçalayabildik, eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı elimize ulaşmış olsaydı, bugün çoktan uzayda galaksiler arasında seyahat ediyor olacaktık” demişti. ²
Muhyiddin İbn-i Arabî, Muvahhidun döneminde İspanya’da doğmuş bir Endülüslü âlim olarak, metafizik, kozmoloji, ahlak, İslami ilimler, psikoloji gibi çok geniş bir perdede eserler vermiş, “Vahdet-i Vücud Teorisi”ni sistemleştirmesi ve böylece kendinden sonrakiler için büyük bir kolaylık sağlaması ile kendinden sonraki gelenlere ışık olmuştur. Endülüslü astrolog Zerkali, Toledo’da bir rasathane kurmuş ve eserleriyle bu uzay biliminde öncülük etmiştir.

İbn Tufeyl, İşraki felsefesinin Endülüs’teki en önemli temsilcilerindendir. Uğraştığı ve önemli eserler verdiği başlıca konular, tıp felsefe ve gökbilimi idi. Günümüze ulaşan ve bütün dünyada tanınmasını sağlayan eseri ise Hayy bin Yakzan ya da diğer adıyla Esrarü’l-Hikmeti’l-Meşrikiye’dir. Dünya da felsefi romanın ilk örneği ve ilk “robinsonad” olan Hayy bin Yakzan, 14. yüzyıldan başlayarak dünyanın bütün belli başlı dillerine çevrilmiş, başta Robinson Crusoe’nun yazarı Daniel Defoe olmak üzere birçok Batılı sanatçı ve düşünürü etkilemiştir. İbn Cübeyr, Endülüs asıllı şair ve yazar olarak ün yapmıştır Kurtuba’da.
Medeniyetin temeli atıldı Kurtuba’da. İlmin kapısı, irfanın kapısı, aralandı; hikmet evi oluşturuldu adeta. Yine ünlü Arap filozofu, tasavvuf felsefesinin kurucusu İbn Messere Endülüs asıllıdır. Tarihçi, tıp âlimi ve ediplerinden İbn Hâtime, tıp âlimi İbn Zühr, ilim dünyasında tarımdan bahseden ve sadece İslam âleminde değil, bütün dünyada kendi sahasında kullanılan “Kitab-ül Felaha”nın yazarı botanik âlimi İbn Avvâm Endülüs âlimlerindendir.

Bu medeniyet tasavvurlarıyla birçok sanatçıyı etkilemiş, hem dini hem de pozitif bilimlerde ilerleme kaydedilmiş, inşa edilmiş Kurtuba, Emevi Devleti’nin bir uzantısı olarak göründüğünden İslam Dünyasında ilk başlarda beklediği etkiyi bulamadı. Abbasilerin zayıflamasıyla varlığı tekrar gündeme oturan dünyanın en zengin ve entelektüel şehri olmaya aday şehri Endülüs, ilmin, irfanın, hikmetin ve bilimin beşiği haline gelmişti. Abdurrahman, Kurtuba’ya geldiğinden beri tek düşündüğü doğuştan sahip olduğu hakkı sürgününde iddia ettiği andan beri İslam’ın Evi’nin gerçekte tek bir yönetim altında olmadığını alenen dile getirmişti. Ancak. I. Abdurrahman’dan iki kuşak sonrasında torunu III. Abdurrahman ile Yahudi veziri olan Hasdai başlattığı saltanat akımıyla, halifeliğin Kurtuba’da olması gerektiği konusunda görüş birliğine vardılar ve bunu tüm İslam âlemine ilan ettiler. III. Abdurrahman görkemli “Medinetü’z Zehra” şehrinin inşasını bitirerek yüksek binalardan dünyaya mağrur bakışlar yöneltmekte ve gittikçe seküler bir hayata kollarını açmaktaydı. Zaten Kurtuba daha fazla dayanamadı, 951 yılında yarım asırlık süren saltanatı sona erdi.

Müsrifçe tutumlar sergilendikçe, Kurtuba kendi kendisini çökertiyordu. İbn Hazm gibi edebiyatçıların bu içler acısı durumda çırpındıkları bu karışık durumda, Endülüs gittikçe kan kaybediyordu; sancısını, aşkını, duruşunu kaybetmiş bir şehirdi artık. İbn Hazm böylesine bir medeniyet inşa etmiş bir devletin yıkılmasına tahammül edemiyor ve farklı alanlarda uzmanlaşarak yılmadan çabalıyordu. Nitekim İbn Hazm’ın veludluğu, kendisini Endülüs tarihinin göze çarpan bir aydını kıldı.³
Endülüs’ün dağılma zaman diliminde entelektüel çevrelerde İbn Rüşd ve “ikinci Musa” ismiyle anılacak Maymodines (Musa İbn Meymun) Müslümanlarla birlikte Yahudilerin de iştirak ettikleri güçlü felsefe geleneğini geleneksel dindarlığa özgü tutumla reddetmişlerdi. Endülüs filozoflarının Antik Yunan felsefesini açıklama girişimleri her ne kadar Avrupa’da takdirle karşılansa da, getirdiği akımlar, ideolojiler ve yeni yaşam biçimleri sebebiyle Avrupa’da yıllardır özellikle İbn Rüşd kitapları okutulmadı, yasaklandı.

Endülüs, yıkıldıkça kıymeti anlaşılacaktı belki de... Öyle de oldu.

“Dünyanın İncisi Endülüs Modeli” adlı kitabında Maria Rosa Menocal, “Bu hoşgörü kültürü nasıl ne niçin parçalandı? Siyasi düşmanların ve dinî rakiplerin mimarisini veya şiirini son derece kolay bir şekilde sevip benimseyebile, iyi kitapları hangi kütüphanelerden geldiğine bakmaksızın okumaya son derece istekli olan bir kültür nasıl oldu da parçalandı?” sorusuna “Belki de kesin olarak söylenebilecek yegâne şey, bu tarihin gözler önüne serdiği olağandışı başarılardan ve başarısızlıklardan müteşekkil terkipte hem uyarı hem de teşvik öykülerinin yattığıdır” cevabını verir.

Yapılan savaşlarda Medinetü’z Zehra’nın güzellikleri parça parça edildi, binlerce kitaplar, yüzlerce kütüphaneler yakıldı. Her doğan insan gibi ölecekti Kurtuba, ölmeliydi. Hiçbir varlığın baki kalmadığı bu dünyada, Kurtuba yıkılmaya mahkûmdu. Çünkü ilim, irfan ve hikmet köpüğün altında kalmıştı. Hak olanı, suyu göremeyen Kurtubalı idareciler, iddialarıyla tüm fitne akımlarını üzerlerine çekiyorlardı. İspanya’da Kurtuba’da ikamet eden, hem dini hem de seküler yaşamda fasih Arapçayı çok iyi konuşan Yahudiler bile Berberi Savaşları sonucunda etkilenmişler ve Kurtuba’da yeşermeye başlayan ırkçılık akımlarına kapılmışlardı. Yapılan savaşlarda tahmini rakamlara göre 100.000 Yahudi öldürülmüştü.

Endülüs dünyasının günümüz dünyasında gözlemlenebilecek çok sayıda kalıntısı mevcuttur. O dönemlerden kalma eşyaların birçoğu şu anda bizim dünyamızı süslemektedir mimaride. Endülüs’teki İbranî şairler, İbranice’nin gelişmesine, halk dili olarak kullanılmasında önemli rolleri vardır. Menocal bu olayı şöyle ifade eder: “Endülüs deneyimi, bir yandan arzularımız ile kültürel tutarlılık arasında gerilimlerin kaçınılmaz olduğunu ortaya koyarken, diğer yandan kendimizdeki ve aramızdaki çelişkilerin heyecan ve canlılık sağlayıcı unsurlar olabileceklerini de oryaya koymaktadır. Endülüs deneyimi, üç büyük tektanrıcı dinin birbirine hoşgörü gösterme sorunuyla başarılı veya başarısız mücadeleleriyle geçen uzun ve olağandışı bir tarih safhamızı gözden geçirmemize imkân tanımaktadır. ”

Umarım, bu yitik coğrafyamızda inşa edilen medeniyete tekrardan sahip oluruz. Tekrardan zihin dünyamızda bilinçlenerek dimağımızı aydınlatırız.

KAYNAKÇA

1-) Dünyanın İncisi Endülüs Modeli, Maria Rosa Menocal, s. 37, Etkileşim Yayınları
2-) Genç Beyin Dergisi, Yıl: 6 Sayı: 67
3-) Dünyanın İncisi Endülüs Modeli, Maria Rosa Menocal, s. 116, Etkileşim Yayınları
4-) Wikipedia Ansiklopedisi
5-) Müslüman Bilim Adamları, c.1-2, Türkiye Gazetesi
6-) Kültür Dergisi Endülüs Özel Sayısı
7-) Tasavvufa Kısa Bir Giriş, William Chittick, İz Yayıncılık

(Bu yazı Kurtuba Dergisi’nin 17. sayısında yayınlanmıştır.)