Dil bilmediği, tanıdık olmadığı kimseler arasında bulunmak;bazen bir rahatlık kendisiyle baş başa kalmanın huzuru, belki içsel bir tamirat imkânı sağlıyor.
Ruhunda bir acelecilik. Kimseyi beklemeye, durmaya tahammülü yok. Aklına eseni yapıverecek. Arkadaşlarıyla konuşma isteği bile gelmiyor zaman zaman. Tenha olacak.
Hep acul, hep koşturuyor. “ Bu baş yalnız kalacak”
Burada her şey mazur görülebilir, sineye çekilebilir. Her şey aliyyülâlâdır. Dünyanın, ruhanî afiyetin, asûmanî derinliklerin merkezidir. Mutlu çobanlar, prensler ve kınalı kuzular bu toprağa gömülüdür.
Mescid-i Nebevî’de, baş yere koyulduğunda; toprağa, yola, insana secde edilir.
Ki boynunu aşk(la) kesilmiş bir bıçağa uzatası geliyor. Bayram yaklaşıyor yalnız değil ki. Pek çok kimsede benzer, hatta öte bir hissiyat seziyor.
Üstelik Sema, bütün dünyevî sorumluluklarını, kimliğini her şeyi terk etmeyi dileyip, mescitten çıkmayı bilmeyen, “özel yanıkları” tanımıştı.
Seneler seneleri devirmiş, kaç bayram, kaç umut senesi geçmişti. O(nlar) daima beklemişti. Ve şimdi… Murat edilene kısmen erişilmiş, “Kutlu İzlere” dudak değmişti. Fakat kifayet etmezdi.
Başı bıçağın altında. Varılamayan hidayetlerden korkuyor bir yandan.
Nefsin kokusu azalıyor sanki. Hiç değilse umut ediliyor. Medine sokaklarına vurgun.
Gerçek bir yerli gibi; en ince, derin noktalarına kadar gezse, gerçekten ordan olmanın zevkini bilse, deftere bir yazılsa ve hiç silinmese, küre-i arzın ağırlıklarının altında ezilmese, daimî kayıtlı kalsa.
Şimdilik mümkün değil. Belki ilerde, yürüyüş sonsuz çünkü.
Ah bu kokular bayıltıyor. Çok ötelerden, memleketindeyken bile duyuyor. Gönlü bir hasret, bir daüssıla özlemiyle doluyor. Orada yaşayası, ne bileyim orada ölesi geliyor.
Bir Medine sarmalıyor, bir Mekke hayali… Kimliksiz, nişansız, isimsiz bir taş olmak istiyor. Yahut Medine’de bir hücre.
Ortak bir düşünceyi paylaşıyorlar arkadaşlarıyla.
“Memleketteyken ibadetleri bu yoğunlukta yapamıyorduk. Hâlbuki şimdi kesintisiz bir ibadet var gibi.”
Sair zaman ibadetleriniz arasına giren koca boşluklar, malayani, aşırı uçlar, savrulmalar nispeten az. Geciktirilen namazlar, bütün hayata çöküp kalan yeryüzü tortuları nispeten azalıyor. Tehir etmek, güne yaymak,‘Yarın’ yok. “Dem bu demdir, dem bu dem.”
Zaman çoğalıp, bereketleniyor. Çoğu kimseden “Ne kadar fazla vakit öldürüyor muşuz” sözleri duyuluyor.
Cuma Namazı için bekleniliyor. Özellikle Ravza ziyaretinden sonra, namazlar apayrı bir ruhaniyete bürünüyor.
Bir seferberlik ruhu duyuluyor. Müşterek bir hamle. Muhtemel atılımlar, derûni eğitim. “Farkındalık” artmış. Açılan pencere ve kapılardaki karşılaşmalar büyüleyici…
Filistinli bir hanım Sema’yla birlikte Kur’an okuyor. Kadından “Aferin” aldı. Bir Nijeryalı uzaktan öpücük gönderdi.
Değişik bir hayat tanık olunan ki. Oradaki hayatı hiç yaşamamışsınız, içe işleyen amelleri şimdiye kadar hiç tatbik etmemiş, lezzetleri tatmamış; yepyeni bir insan tanımının idrakine varmamışsınız gibi.
Yanındaki İranlı veya Suudî kadın, sürekli secdede. Sadece ortam değil, kişiler de hareketleriyle, safiyane, süzme eylemleriyle, bir duygu geçişiyle de etkiliyor ve gayriihtiyarî teşvik ediyor.
…
Sema sabah Ravza ziyaretindeki bir hadiseyi hatırlıyor. Dizleri üstünde, saatler gibi gelen dakikalarca, O güzel kapının açılmasını bekliyorlar. Yeşil halıda namaz kılabilmek, gerçekten büyük bir nimet, mazhariyet, bir yandan da savaş(!).
“İranlıları salmışlar” lâfı dolaşıyor bir ara. İranlılardan herkes çekiniyor “Salma” sözüne, yanındaki alev bakışlı hanım gülüyor.
Fakat takdir de etmiyor değiller. Çünkü karşılaştıkları bazı İranlı guruplar, son derece canlı, sürükleyici, tesirli bir ibadet diliyle kalbe çarpıyorlar. Hareketlerinde, kendilerine yakıştırdıkları İslâmî bir gurur ya da vakar seziliyor.
Önden pek çok gurup gitti, gene en arka sıradalar. Türkler pek talihli değil gibi geliyor, sanki daima sonuncu sıradalar. Sinirler gergin.
Diyanetçe verilen çantasını karıştırıyor. Peçete, kâğıt mendil gibi nesnelere rastlıyor. Mendil hayli fazla. Allah Allah aceleden yerlerini mi karıştırdı, tıkıştırdı. Ancak aradı taradı, telefonunu bulamıyor; iyice şaşkınlaştı.
En son gözde, kırmızı bir cep telefonuna rastladı ki… İrkildi. Yanlışlık.
Kızgın bir genç kız, onu dürtüyor. Ve bir hışımla çantayı önüne çekiyor. Meğer onun çantasını karıştırıyormuş. Bekleme heyecanıyla, ince ayrıntılara dikkat etmemiş.
Zaten sersemdir, biraz kalın kafalı, eblehtir. Aklından her şey uçup gitmiş, her şeyi sil baştan öğrenmektedir.
Daha önce gördüğü bu manzaralar, mekânlar hep yepyenidir. O da bir ilkokul öğrencisidir. İşin elif ba’sındadır, başındadır. Anlamaya, mânâlandırmaya, hatta emeklemeye çalışmaktadır.
Fakat pek utandı, kafası önünde. Arkadaki kıza bile bakamıyor, özür dileyen bir şeyler mırıldanıyor.
Esasen sürekli yer değiştiriyorlar. Uzun dakikalar. Durdular, kalktılar, yürüdüler, oturdular, koşturdular, eklediler. Önde olabilmenin yarışı. Simalar habire değişiyor.
Bir ara, önündeki anne ve kız dikkatini çekiyor. Kız annesine kâğıt mendil uzatıyor. Ve gözlerindeki, çapakları silmesini istiyor. Kâh gözü, kâh yüzü… Annesini sürekli kontrol ediyor. Aynı sahne birkaç kez daha tekrarlanıyor.
Genç kız titiz, sinirli ve bezgin. Elinde mendil, gözleri sürekli yaşlı kadının üzerinde.
Henüz sıcaklığını kaybetmemiş, yaşadığı bir sahne tekrar canlanıyor. Sema, sonradan fark ettiği, kâğıt peçete deposunun sırrını da anlıyor. Yanlışlıkla çantasını aldığı, aynı ana-kız bu.
Belki asık yüzünün arkasında da bir haya(l)t kırıklığı yatmakta. Keşke yüzünü güldürebilseydi. Teselli verici bir hareket, bir sevgi gösterisinde bulunsaydı. Ama büsbütün yanlış anlaşılmaktan çekindi.
Binlerce kadında benzeri olan çantaya gözü takıldı, gülümsedi.
“Ayşen olsaydı, çiçeklere, eşyaya, taşa toprağa hep buraların isimlerini koyan; en umulmaz olayları, ilgi ilgisiz kişileri, bir aşk mantığıyla yahut yüksek bir akıl ya da cünunla hep o tarafta irtibatlandıran Ayşen.. biçare çantayı da, mendili de kuşkusuz “Resul’den, validelerimizden bir hatıra, aslî hüviyetini kaybetmiş azîz bir nesne gibi ele alırdı.” diye zihninden geçiriyor.
“Yolun çantası.”
Ruhu, rayihalı bir mendille silinmiş gibi serinliyor. Atmosfer değişti.
İnanamıyordu. “Huzur’a” kabul ediliyordu.
Bedeni aniden bir cereyanla, mutluluk püskürmesiyle titredi ve önünü alamadığı küçük bir çığlık atarak, havaya sıçradı…
Annesini temizlik konusunda uyarmaktan vazgeçen genç kız, kafasını çevirip, Sema’ya ters bir bakış fırlattı.