Menu
BOŞLUK VE PENCERE
Öykü • BOŞLUK VE PENCERE

BOŞLUK VE PENCERE

gökyüzü çalınanlar için…


çoğu zaman odamdayım, karanlığın tam ortasında. üzerime çimento dökülmüş gibi hareketsiz. kendimi öldürmeye çalışsam bunu başarabilecek gücüm yok. sürekli yattığım için bir tutam etimden fırlayan sivri kemiklerim yatağın bazı yerlerini çukurlaştırmış. neyse ki pencere çoğu zaman açık. gün ışıyınca ıhlamur ağacını ve gökyüzündeki bulutları görebiliyor, rüzgârın şarkısını, sessizce ağlayan yağmuru, kırlangıçların ötüşlerini duyabiliyorum. rüzgâr ve ıhlamur dans ediyorlar. sağ elimle sigaraya uzanıp ağzımla tek bir sigara alıyorum paketin içinden, sağ elimle yakıyorum, dumanını rüzgâr ve ıhlamura doğru yolluyorum, eşlik ediyorum onlara. 

***

ara sıra annem geliyor yanıma, seviniyorum. hareketsiz bedenimi kaldırıp duvara yaslıyor. 
getirdiği çorbayı yedirmeye çalışıyor. ona diyorum: karnım acıkmadı, daha dün yedim. üzülüyor, ısrar ediyor yemem için. onu üzmemek için birkaç kaşık alıyorum çorbadan. kendi başıma dışarı çıkmak istediğimi söylüyorum ona. annem, yapma böyle, diyor, nasıl? nasıl mı? ah anne! bir bilsen neler yaptığımı! bilmiyor annem, bazı şeyleri bilmiyor. tekrar yerime yatırmadan önce gözlerimin içine bakıyor, bir ihtiyacın var mı, diye soruyor. var, diyorum, senin gülüşüne ihtiyacım var anne. gülümsemeye çalışıyor, bak gülüyorum oğlum, diyor. küçük televizyonu açmasını, bir süre yanımda kalmasını söylüyorum. biraz sonra gitmesi gerek. gidecek, dönünce sevinmem için… ve dönünce ben bir an olsun yalnızlığa sırt çevirip annemin gözlerinde can bulacağım. yanıma oturuyor, varlığını hissediyorum. konuşmuyor annem. nefes alış verişi odayı dolduruyor. sessizlik koyulaşıyor, koyulaşıyor, zirveye ulaşıyor… sonra dağılıyor. annem soruyor yine, hep sorar: bir ihtiyacın var mı oğlum? var anne, var. ama söylemiyorum bu kez ihtiyacım olanı.

***

karanlığa öyle alıştım ki, odamdaki her şeyi görebiliyorum: sedir, yastıklar, sehpa, odanın 
ortasındaki soba, duvara asılı pilsiz saat, küçük televizyon, radyo, çok önceki bir tarihte kalmış takvim… gözlerim hepsini ezberledi. hatta odamın dışındakileri de görebiliyor ve duyabiliyorum. annemin ağladığını, babamın onu dövdüğünü, ona nasıl vurduğunu görüyorum sanki. annemin ağlama sesi kulağımı parçalıyor. yerimden kalkmak için çabalıyorum, yapamıyorum, böyle zamanlarda sesi duymamak için bağırarak şarkı söylemeye başlıyorum. babamın buna sinir olduğunu biliyorum çünkü. babam sesimi duyuyor ve geliyor, beni yüzüstü çeviriyor, sarsıyor, hırpalıyor, yastığa başımı gömüyor. sus artık, sus Allah’ın cezası diyor, sus, sus, sus. ben yine de şarkı söylemeye devam ediyorum. sonra annem geliyor, beni kollarımdan tutup çevirmek istiyor, babam engelliyor. annem boğazından tuhaf sesler çıkararak duvarın dibine çöküyor. bir süre hıçkırıklar içinde şarkı söylemeye devam ediyorum. susunca babam gitmiş oluyor. annem beni tekrar eski hâlime getiriyor. titreyerek kollarımdan tutup göğsüne bastırıyor, içini çekerek ağlıyor, sağ elimle sarılıyorum ona, göğsünde derin bir uykuya dalıyorum.

***

bazen belediyeden görevliler geliyor, bir süreliğine evden uzaklaşmak, nereye olursa olsun 
terk etmek istiyorum evi. kasabada dolaşıyoruz. annemin anlattığı cennetteyim sanki. önce tıraşa gidiyoruz, ramazan abi berbere diyor: bizimki damat tıraşı olsun. sonra alabalık tesisi, halı saha, park, sigara, çay… bugün aynı sizin gibi hissediyorum kendimi diyorum onlara, bugün aynı sizin gibiyim, farkım yok…
sonra.
dönüş…
alçalıyorum.
beni yatağıma bıraktıklarında boşluğun içine doğru hızla düşüyorum sanki…

***

tükendiğimi hissettiğim anlarda sare öğretmen geliyor. biraz nefes, genişleme hissediyorum 
hücrelerimde. okuduğum kitaplar hakkında konuşuyoruz, yeni getirdiği kitapları anlatıyor. gözlerinin içinde başka bir şey var. o başka şeyi anlamlandırmaya çalışıyorum, anlayınca da, yüzüm kızarıyor, utanıyorum, kandırıyorum kendimi, anlamamış gibi yapıyorum. sare öğretmen hep yanımda olsunistiyorum, ama gidiyor…

***

rüyamda annemle babamın düğününü görüyorum. onların evlenmesine bir türlü engel 
olamıyorum. annem mutlu, gelinlik içindeki yüzü gülüyor. bilmiyor… ona yaklaşıyorum, anne yapma diyorum, sakın, babamla evlenme! duymuyor ve görmüyor beni, sarsıyorum onu, yapma diyorum. yanımdan uzaklaşıyor. ağlayarak uyanıyorum sonra, ağlayışımın şiddeti artıyor, anneme sesleniyorum, duymuyor. bir kez daha sesleniyorum, yine duymuyor. aslında annem beni hemen duyar, cevap vermiyorsa yorgunluktan derin bir uykuya dalmıştır, üstelemiyorum. o an pencere açık değilse yeni günle beraber şakıyan kuşların seslerinden mahrum kalıyorum. sessizce içime doğru ağlıyorum…

***

bir gün öleceğim, biliyorum, boşluğun içinde nefesimi yitireceğim… 
gökyüzündeki
bulutlara
yıldızlara
kuşlara
rüzgâra
yağmura
ulaşacağım…

ben ölünce babam da ölsün. annem hem benimle uğraşmaktan kurtulmuş olur hem de 
babamdan. otuz dokuz sene benimle, kırk beş sene babamla, altmış iki sene kendisiyle uğraşmış bir kadın. ona bunu söyledim: ben öleyim, babam ölsün, sen de rahat et. sabah kalkınca kendine kahvaltı hazırla, komşumuz hâcer ablayla pazara çık, otobüse bin, evlendikten sonra birkaç kez görebildiğin teyzemin yanına git, abimin yanında kal. annem ağladı, yapma böyle oğlum, dedi. abim başka bir kasabada tren yollarında çalışıyor. beni de iki kez götürdü, yeğenlerimle görüştük, trene bindirdi, son durağa kadar gittik. abim hiç yanımızda kalmadı, ilkokuldan sonra bizden ayrıldı, kendi yolunu çizdi, demirden yollarda yürüdü…

***

çoğu zaman sabahın tüm seslerini duymak, dünyanın uyanışını hissetmek için anneme 
pencereyi açık bırakmasını söylerim. karanlık gecenin ardından bir kurtuluştur benim için ışık. penceremden bana ulaşan sesler, görüntüler, kokular yüzünden yerimde duramam. içim kıpır kıpır eder, bir müddet sonra çağlarım… dayanamam ve pencereden bahçeye atlayıp dışarı çıkarım. günün ilk ışıkları, alacakaranlık… kasabanın sokaklarında dolaşırım, yaşamı iyice içimde duyumsarım, nefes aldığımı hissederim. özgürce hareket ederim. gecenin yorgunluğunu yavaş yavaş üzerinden atan cadde, etrafı süpüren işçiler, camiden dönen ihtiyarlar… ayaklarım ağrıyıncaya kadar yürürüm, sonra illa okul yolu… bahçede tek başıma sıraya geçerim. çocuklar yavaş yavaş gelirler, onlar da sıra olurlar. 

sare öğretmenin sınıfı… ders başlar, ben birçok şey öğrenirim, öğrendiklerimi anlatır, sare 
öğretmenin sorduğu sorulara cevap veririm. tam bu anlar hayatın anlamını kavradığım zamanlardır. sonra aynı yollardan geri gelerek penceremden odama girmek zorunda kalırım. ama bir gün bu yolculuklarımdan geri dönmeyeceğim, biliyorum…

***

odamdayım… yalnızlık ve ben... bazen bir şey oluyor ve kendimi hissedemiyorum. yokluk… 
yokmuşum… sanki hiç olmamışım… çok kısa bir an varlığımı kaybediyorum. sağ elimi kalbimin üzerine koyuyorum. yok… ses yok… 

***

hissizlik, terk edilmişlik, hasret, hüzün, eksiklik duygusu, özlem, kin, soyutlanma, nefret, 
umutsuzluk, çaresizlik, mahrumiyet… o kadar çok zamanım var ki bu duyguların her bir zerresini yaşamak için. bunlardan bazılarını kabul edebilirdim ama beni boşluğa iten, hepsinin aynı anda üzerime çökmesi. bu boşluktan kurtulamıyorum. ben de onun üzerine üzerine gidiyorum. ölmek istiyorum… günlerce bir şey yememek için direniyorum, aç kalıyorum. sonra annemin ısrarlarına dayanamıyorum, onu kıramıyorum. bu hep böyle devam ediyor. yanlış örülen bir kazağın sökülüp tekrar tekrar örülmesi gibi… ölmeyi başaramıyorum… ölmek için gücüm yok… penceremle avunmak zorundayım. babam geliyor ve tek bir el hareketiyle pencereyi kapatıp perdeyi çekiyor. gökyüzümü çalıyor. beni aşağılıyor. boşluğa düşürüyor…

***

yavaş yavaş soyutlanıyorum. bedenim, bakışım, hissedişim, duyuşum çoğalarak yok olmaya 
başlıyor. bakıyor, göremiyorum. buharlaşıyorum. içimden tutuşturulmuş, gizli gizli, sakin ve ölçülüce yanmışım, sürecimi tamamlamışım. isli, yanık kokulu duman, tenimin küçük boşluklarından ince bir çizgi halinde çıkıyor sanki. 
güneşi, yıldızları, gece karanlığında ezberlediğim eşyaları göremiyor, rüzgârın şarkısını, yağmurun ağlayışını duyamıyorum.
sağ elimi sigara paketine uzatıyorum, elim paketin içinden geçiyor.
annem beni göğsüne bastırıyor, boşluğa sarılıyorum.
babamın yüzü bulanık bir şeytana dönüşüyor.
düşlerim, düşlerime başlayamıyorum.
boşluk…
boşluğun içine doğru…
yavaşça düşürüldüğümü…
hissediyorum...

METİN

1977 Balıkesir İli Dursunbey İlçesi doğumlu. Öyküleri Aşkar, Edebiyat Ortamı, Temmuz, Mahalle Mektebi ve Post Öykü dergilerinde yayımlandı. Balıkesir’de yaşıyor.

Diğer Yazıları