Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.
Hepimizi bir öyküye hapsettiler. Bizler çarşı pazar gezen, mağazalardaki büyük indirimleri takip eden resimli gazetelere düşen hemcinslerimizin felaketlerine yorumlar yazan "gerçek" insanlardık. Baharın geldiğini leylak kokularından değil her ay değişen takvim güzellerinden anlıyorduk. Birileri kocaman bir öykü anlattı içine hepimizi sığdırdı. Öyle çok yaşanmışlık biriktirdik ki bu hikayelerle, böylece göğsümüzde kalp yerine yanık plastik parçaları taşır olduk. Önce masumiyetimize kıyıldı. Çünkü masumiyet yokluğunda borsaların inişe geçmeyeceği bir şeydi. Kirlenmek güzeldi ne de olsa omo ile çitilenerek ilk günkü kadar temiz olabilirdik.
Kuzgun sürülerine benziyorduk her geçen gün. Otobüs kuyruklarında içimizde ilkel dedelerimizden beri sakladığımız vahşi güdülerimiz açığa çıkardı. Kibarca ezerek nezaketle çiğneyerek gerektiğinde atılarak tekmeleyerek kendimize yer açardık. Otobüs camlarında ne de çok benziyorduk akvaryum balıklarına. Artık isa mesihi beklemiyordu hiçbirimiz ya da bir mehdi, kurtarıcı. Apocalips mağaza kuyruklarındaki uzun bekleyişlere kurban edildi. Adem oğlunun yazgısında ise tanrının gölgesi, sanırım oda parlak ambalajlara ve plastik poşetlere tecelli ediyor artık. Bir yeni putperestlik bizimkisi, kendi zamanımıza özgü sonuna kadar bize ait. Yoksulluğun insana kattığı ağırbaşlılığa, aşk acısının bizi tamamlayan eczasına, sessizliğin tenhalığın yalınlığın onaran yanlarına tahammülümüz yok.
Eksiliyoruz birer birer, aramızdan ayrılan istiklal gazileri gibi sakallılarımız terk etti bizi, matruş suratlarımızdan kan damlıyor ama yüzümüzdeki mahcubiyetin kızıllığı değil elma kürlerinin lahana diyetlerinin sağlık pırıltısı. Sokaklarımız tertemiz, ağızlarımız içimizin çürümesini gizliyor, çiğnenmiş maydanoz ve karanfil kokularıyla. Kediler köpekler sokaklardan toplanıp kulakları fişlenirken apart otel ferahlığında barınaklara doluşuyorlar. Delilerimiz de terk ettiler bizi akıl hastanelerinde "ıslah" edip "us" landırıyoruz onları kalanları da daha bir küfürbaz sanki. Özürlüler AB destekli projelerle istihdama ekleniyor piyasa değirmenine olmayan elleri ve ayaklarıyla su taşıyorlar bitevi...hepimiz aynı gemideyiz tertemiz, hurafeden, çerden çöpten temizlenmiş steril aydınlanmış sonrasında ise tüketmeye koşulmuş kalabalıklarız. Dünya cenneti ne kadar da yakın!..
İçimizde derinlerde bir yerde sanki bir peygamber bedeni saklı. Vicdanımızın önce kısıp sonrasında boğduğumuz sesi o bedene ait. Ne de çok benziyoruz ferisilere ama en çok da Taiflilere. İçimizdeki o masum peygamberin bembeyaz bedenini taşlıyoruz her gün her saat. Ya duası olmasaydı O merhametli peygamberin. Onlar bilmiyorlar!
Aslında ne de çok biliyoruz, ne çok kelimelerimiz "uzmanlıklarımız" var. Köşesiz köşe yazarlarımız, komplocu akademisyenlerimiz ve din bilginlerimiz var. Her biri aslında birer havari bizleri temdin ve tenvir eden söz üstadları fakat en çok da birkaç parça gümüş için kutsal dostunu Yahudilere ihbar eden Judas'a benziyorlar, ne yazık.
Bizler geleceği burç fallarından "gerçekleri" ise "haber show"lardan öğreniyoruz. Mazisi ve geleceği olmayan yaşanılan zamanı da hissedecek yerleri "bilgi" ile haşhaşlanmış bir nesiliz. Hakikate dokunmadan, hakikatli olmadan, hakikatle bir bağ ünsiyet kuramadan dönmeden kendimize, aynaya bakamadan bilemeden cürmümüzü ve bizi varedeni ne yazık, kargalar gibi ölüyoruz. Kursaklarımızdan vicdanlarımıza bir yol bulamadan kayboluyoruz.
Ne de çok konuşuyoruz ne çok "ifade" ediyoruz kendimizi saklı gizli hiçbir şeyimiz yok, aksine alabildiğine açık seçik "gerçekten daha gerçek" pornografik yaşantılarımız var. Kendimizi, kendimizin en sükseli hallerini en "trendy" hikayelerimizi allayarak pullayarak sunuyoruz. arz ile talebin hükümranlığı ve piyasa tanrısının doymak bilmez iştihasına. Artık hikayesi olan satıyor değil mi? Kendimize şık ve fotojenik bir ifade bulmalıyız. Lütfen utanıp sıkılmamalıyız. Tekrr dahil olmalıyız hayatın akışına, bizi beklemeyecektir kalkan son tren. Sinemalara, kafelere, market ve mağazalara doluşmak varken yalnız kalmak tahammül edilir şey değil.
Oysaki belki de en fazla tenhalığa ihtiyacımız var. Farkına varmak için ayıkmak için tenhalığa. Zihinlerimiz için durulmaya, kalplerimiz için arınmaya hayatlarımız için ise o çok kutlu basitliğe ve tenhalığa....