O’nu görüyorum. İçim bir tuhaf oluyor. Yolumu değiştirmek istiyorum, o an o tenha yolda kaybolmak, görünmez olmak istiyorum ama olmuyor. Gözlerini gözlerime dikiyor. Uzun uzun bakıyor. Donup kalıyorum. Kirden kırçıllaşmış yer yer beyazlamış sakalları neredeyse tüm yüzünü örtmüş. Derin siyahtan, duman grisine dönen gözleri sanki hep ıslak. Tanıyor mu beni yoksa Allahım? Diye düşünüp ürperiyorum. O günlere dair bir işaret bir mim arıyorum Bahtiyar Abinin perişan yüzünde. Kirden simsiyah olmuş, uzun tırnaklarıyla, omuzlarına dökülmüş keçeleşmiş saçlarını kaşırken birden göz kırpıyor bana. Korkum daha bir artıyor. Ama bu halin istem dışı bir hareket olduğunu neden sonra anlıyorum. Sesime maziyi, sesime O’nunla geçmişte paylaştığımız büyülü zamanlardan kalma, tüm hayranlığımı ve sevecenliğimi yükleyerek soruyorum: “ Bahtiyar abi, benim Çakır tanımadın mı?” Ne kadar zorlasam da fazla konuşamıyorum. Sesim bile bana yaban düşüyor. Sesim kısılıyor, boğazıma düğümleniyor kelimeler. Gözlerim neden nemleniyor. Böylece sokak ortasında, biraz ileride Alişan’ın kahvesi, yanında Kamil Bakkal, gençler, yaşlılar sandalyeleri atmışlar kapı önlerine, konuşup sigaralarını tüttürüyorlar. Demezler mi İsmail’in kızı Gülnur bu deliyle eğleşip ne yapıyor, yol ortasında bu ağlamak niye? Gözyaşlarım soğuktan ürpermiş yanaklarımı yalayıp geçiyor. Engel olamıyorum, durduramıyorum hızla akan gözyaşlarıma.Meydandaki çeşmede buluyorum kendimi. Elimi yüzümü yıkıyorum, biraz rahatlıyorum.
...
Amcam, üniversiteye gidiyor. Kasabanın sayılı okuyanlarından. Okul dönüşü amcamı bahçede hep kitap okurken bulurdum. Bir de dinlediği şarkılar. Dut ağaçlarının, mürdüm eriklerinin, asma çardağının gölgelediği, bahçemiz nasıl da şenlenirdi. Annem, karpuz dilimli araba süsleri örerdi. Babaannem, karanfil kokulu çay demlerdi, çardağa getirirdi. Kırmızı yün yumakları ağaç diplerine doğru yuvarlanır, Sarman peşinden koşar, annem kediyi kovalar, bu böyle sürüp giderdi.
Amcamın evdekilerden kendine özgü ayrı bir dünyası ayrı bir yalnızlığı vardı. Genellikle odasına kapanır, sevdiği şarkılar eşliğinde, kalın kitaplar okurdu. Dedem O’nun bu halini hiç sevmezdi. Dedemin eve geleceği zamanlar, amcam ortadan kaybolur, gece yarısı dış kapının açılıp kapanmasından geldiğini anlardık.
Yaprakların hışırtısı, kuş cıvıltıları ve bahçe kapısındaki hanımelleri ve güllerin rahiyasıyla o döneme ait plaklar dinlerdik ikindi vakitleri amcamla. Annemler akşam yemeği hazırlığı için ortadan kaybolurlar, babam zaten işte, dedemin de gelmesine saatler var. Uzun yaz günlerinin sıcaklığında, serin gölgeliklerin gerisinden, çiçekler sulanır, toprak kokusu yayılırdı ortalığa. Amca’mın yakın arkadaşı Bahtiyar abi de bahçemizin müdavimlerindendi. Uzun uzun konuşurlar, ben onların konuşmalarından bir şey anlamasam da, daha çok tartıştıklarını, yüzlerinin asıklığından, kaşlarını çatmalarından, aralarında anlaşamadıkları zor meselelerin olduğunu sezinlerdim. Her gelmesinde Bahtiyar abi kitaplar getirir tahta masanın üzerine koyar, amcam, yaslandığı sedirden doğrulurken, asma yapraklarının gölgelediği, tahta masadaki kitapları evirir çevirir beğenmemiş bir hava yüzünde öylece bırakırdı. Radyodan, birçok şarkıcı en popüler şarkılarıyla konuk olurlardı bahçemize. Bahtiyar Abi daha çok, eski bir şarkıyı dinlemek isterdi. Hatta onun plağını bulup getirmişti, başa alıp alıp uzun uzun dinlediklerinden olsa gerek, çocuk duyarlılığımla ben de bu melodiye hayrandım.
“ Bana yalan söylediler bana yalan söylediler
Kaderden bahsetmediler...
Varsın böyle geçsin ömrüm
Neşeyle dolsun her günüm
Hani benim sevdiklerim
Hani gönül verdiklerim
Hasret gider ben giderim...”
Bir su berraklığında akıp giderdi Semiramis Pekcan’nın sesi.
İlkokul dörde gidiyordum. Çocukluğumun en heyecanlı ve coşkulu anları amcamla, Bahtiyar abiye eşlik ettiğim demlerde gizliydi sanki. Zihnimde her şey darmadağınık, çocuksu yüreğimle gizli bir hayranlık duyduğum bu iki delikanlının dostlukları ne güzeldi. Her gün kavga ederek ayrılırlar, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi bahçe kapısında görünürdü Bahtiyar abi. Bahtiyar Abiye ben hayrandım. Benim hayranlığım daha çok onun bana getirdiği, şekerli leblebi tozu ve peçete,pul koleksiyonuma verdiği destek sonucuydu. Leblebi tozunu yerken elim yüzüm olduğu gibi toza bulanır, onlar benim bu halime katıla katıla gülerlerdi. Kutunun dibini getirdiğimde tıkanırdım. O sanki bu anı bekliyormuş gibi, asker yeşili, aşınmış çantasından, çamlıca bir sade gazoz çıkartır bana uzatırda. Mutfağa kendimi zor atardım açacak almak için. Kapağı açılan gazozdan köpükler tahta masaya dökülür bu her seferinde böyle olsa da bana büyük bir keyif verdiğinden olsa gerek kimse kızmazdı.
Üzüm siyahı kıvır kıvır omuzlarına dökülen saçları, kara derin gözleri, uzun boyu, hiç üzerinden çıkarmadığı bol paçalı, kalın kemerli, kot pantolonu, neredeyse yakaları gömleğinin ceplerini bulan gök mavisi gömleğiyle benim gizli kahramanımdı Bahtiyar Abi.
Uzun sarı saçlarımı bazen eliyle geriye atar, “ Çakır, koş bize soğuk bir su getir “ derdi. Gözlerimin mavi oluşu nedeniyle herkes bana Çakır diye seslenirdi o zamanlar. Ama hiç birisi Bahtiyar abinin aksanıyla oluşturduğu o ahengi tutturamazdı sanki. Aramızda gizli bir sevgi bağı vardı.Belki de yaşasa benim kadar olacak olan, kardeşinin yerine koymuştu beni. Bunu arada dillendirirdi de. “Kardeşim olsa ancak bu kadar severdim Çakır ‘ı “ diye.
Kasaba da gençlerin çoğu Bahtiyar abi gibiydi. Yani O’nun gibi giyinir, O’nun gibi yürür, O’nun okuduğu kitapları okur, aynı mekânları paylaşırlardı. Amcamla arkadaşlığı daha özeldi. Amcam kalabalıklara karışmazdı. Bahtiyar Abi de O’nu bu konuda zorlamazdı. Babaannem, “kırkları karıştı bunların, ondan ayrılamıyorlar “ diye söylenirdi. Sonradan daha iyi anlayacağım hadiseler olmaya başlamıştı. Bir masal büyüsü içinde geçen bahçe sefalarımızın sonu geldi ve artık kış bastırdı. Bahtiyar Abi’nin bize gelmeleri de seyrekleşti. Bunun sebebi dedemin ve babamın, amcamı sıkıştırmaları, O’nu bu evde görmek istemediklerini dillendirmeleri sonucuydu daha çok.
“ Bir bir toplayacaklar hepsini, kestane çıkmış kabuğunu beğenmemiş, bunlarda o takımdan, Alişan’ın kahvesini mesken tutmuşlar, koca kasabayı da karşılarına almışlar, ne halt yedikleri belli olmayanların evimde işi yok “diye dedemin söylenmeleri benim üst kattaki odama kadar gelir, ben bu konuşmalardan bir şey anlamazdım. Ama bu konuşmaların ucunun Bahtiyar Abiye uzandığını da artık anlar olmuştum. Bahtiyar Abi çok seyrek uğrar olmuştu. Yine her seferinde olduğu gibi plaklarla, kitaplarla gelir, giriş kattaki amcamın odasında karanlık basana kadar kalırdı. Ben çekinirdim onların yanına gitmeye. Seyrek gelmelerinde beni de unutmaz, en son bulduğu pulu, Kemalettin Tuğcunun kitaplarından bir kitap mutlaka getirir beni boş koymazdı. Bir gün de bana kadife kırmızı bir taç getirmişti.
Sigara dumanlarına boğulmuş amcamın dağınık odasından klasik müzik, holü, neredeyse tüm evi kaplardı. Ahşap merdivenleri çıkarken, keyfim yerinde, dilimde, “ Öyle bir geçer zaman ki..” diye mırıldandığım şarkı.
Artık benim dünyamda da değişimler başlamış, belli sarsıntılar yaşar olmuştum. Buluğ döneminin sancılı, sorgulu günleri, dünyamı kuşatır olmuştu. Büyümek bir korku halini almıştı, bunu kimseyle paylaşmasam da, artık içten içe endişeli ve heyecanlı bir hayatın eşiğinde olduğumu duyumsuyordum.
Amcam üniversite son sınıfta. Kasım amcalara her akşam babamlar haber dinlemeye gidiyorlar. Uzun kış geceleri, mısır patlatıyor, kestane pişiriyor annem. Cuma günlerini çok seviyorum. En çok sevdiğim çizgi film Heidi’yi seyretmeye gidiyorum Kasım Amcalara. Beyaz dantel örtülerle süslenmiş siyah beyaz televizyon evin başköşesinde. Sermin Abla kimseye dokundurmuyor. Bize karabiberli, patates böreği ikram ediyor. Tabağın kenarındaki ıslak el örgüsü peçetelere yağlı ellerimizi siliyoruz. Nedense her Cuma Sermin Abla’nın patatesli böreği hiç eksik olmuyor. Kasabada sayılı kişilerde televizyon ve telefon var. Bizim telefonumuz var ama televizyon daha almadık. Dedem, babamla amcamın tüm yalvarmalarına inat direniyor, aldırmak istemiyor.
O kış benim için çok sıkıcı geçti. Bahtiyar Abi artık hiç uğramıyordu. Amcam hepten içine kapanık olmuştu. Yalnız eskisi gibi odasına kapanmıyor, okuduğu Üniversite ilde olduğu için, bazı geceler gelmiyor. Eve telefon açıp, arkadaşlarıyla yurtta kaldığını haber veriyor. Herhalde Bahtiyar ağabeyle okulda buluşuyorlar. Çünkü ikisi de aynı bölümdeler. Akşamları da görüşüyor olabilirler. Amcam gelir gelmez kendini dışarı atıyor.
O geceyi hiç unutamıyorum. Hala kapımız hızlı hızlı çalınsa yüreğim ürperir. Bahçe kapısı yıkılacak gibi yumruklanıyordu. Annem benim odama attı kendini, bana sarılıp korkmamam gerektiğini söyledi. Babam aşağı kata inerken,“ çocuğun yanından ayrılma “ diye annemi tembihleyip,paltosu elinde aşağı indi.
Babamla amcamı o akşam polisler götürmüşlerdi. Babam birkaç gün sonra çıkıp geldi. Yüzü sapsarı, gözlerinin altı morarmış, birden çökmüştü sanki. Hiç konuşmuyordu. Misafir odasına dedemle geçip uzun uzun konuştular. Amcamı içeri almışlardı. Öyle diyorlardı. Siyasi suçluymuş. Kasabadaki birçok genci de onun gibi tutuklamışlardı, içlerinde Bahtiyar Abi de vardı.
...
Amcam benim düğünüme birkaç gün kala çıktı içerden. Uzun yıllar onun özlemi ve yokluğuyla coşkulu anlar yaşayamadık. Dedem felç oldu üzüntüden. Amcam çıktığında dedemi kaybetmiştik. Görüş günlerine yün süveterler örüp yetiştirmeye çalışan, bunu bir avuntu haline getiren babaannem de dedemin arkasından fazla yaşamadı. Evin tüm yükü omuzlarına kalan babam çok bocaladı. Erkenden ihtiyarladı sanki. Saçları sakalları ağardı. Az konuşurdu, hiç konuşmaz oldu. Bir zamanlar babaannemle annemin çay demleyip, akıtma yaptıkları, radyo dinledikleri çardak altı hep boş kaldı.
Amcam hapisten çıkınca bizimle yaşamadı. Kasabanın tenha bir mahallesinde bir ev tuttu. Dedemin çarşıdaki dükkânının kirasını babam her ay ona götürüyordu. Ancak bu şekilde görüşüyorlardı. Bizimle hiç görüşmedi amcam düğünüme dahi gelmedi. Babam da bizleri O’nun yanına götürmedi. En yakın arkadaşım Aygül bir gün ağzından kaçırdı, amcamı bankalar çarşısında görmüş, olduğundan yaşlı görünüyormuş, düşkün bir hali varmış. Anneme bahsetmek istedim. Sözümü kesti, bal rengi gözleri buğulandı “ çok çekti kızım amcan” diyebildi zorlukla.
Evlenip İstanbul’a geldim. Yapboz bulmaca gibi bahçede amcamların okuduğu kitapları, dinlediği şarkıları yerli yerine koyup o günlere dair tüm bilmediklerimin cevabını az çok buldum. Ben buldum ama amcam ve Bahtiyar Abi çok şey kaybettiler. Hayatlarının en güzel yılları içerde gün güneş yüzü görmeden geçti. Bahtiyar Abi amcamdan çok daha geç çıktı. Bana O’nun hakkında kimse bir şey söylemedi, söyleyemedi. Yaz tatili kasabaya gittiğimde, Bahtiyar Abi’yi Kasım bakkalın önünde, saçı başı dağınık, perişan halde sigara kesmükleriyle oynarken gördüm. Önce O’nun olduğuna inanamadım. Ama Oydu işte.
Ertesi gün de ilk karşılaşmamız oldu.Kara derin gözleri, gri bulanık bir hal almıştı. Beni tanımadı...
(Ocak 2010 İstanbul)
1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.