Onu yıllar sonra ilk kez dün gördüm. Bellisima parfümünün kokusundan tanıdım hemen. Ayla. Ona apartmanda “5 numaradaki kadın” derlerdi. Bizim apartmana taşındığında orta ikiyi yeni bitirmiştim. Aile apartmanıydı bizimkisi; üst katta babamın amcası, onun altında halamlar, girişte babaannemler, bodrumda da amcamlar… İki kiracı aile, bir de tek başına Ayla. Çalışan tek kadındı bizim oralarda. Binadaki evi de kendi parasıyla almış babamın amcasından. “Bir ben bir de kocam varız, çocuk yok.” diye açıklama yapmış amcaya evi alırken. Taşınırken yalnız olması herkesin dikkatini çekti, dul olduğunu sonradan öğrendik. Amca çok sinirlenmiş, “Dul karı istemem apartmanda!” diye tutturmuşsa da çoktan tapuyu verdiği için iş işten geçmişti.
Ayla’yla bir Pazar günü tanıştık. Apartmanın kadınları toplanıp yeni komşularına ‘hoş geldin’e gitttiler. Ben de peşlerine takıldım. Kaşlar yukarda girdiler eve, meraklı gözlerle ev kolaçan edildi hemen, “Temiz kadın” mırıltısı yayıldı kulaktan kulağa. Mesafeli davranmaya çalışıyorlardı ona. Boşanmış ve çalışan, üstüne bir de sarı boyalı kadınlardan korunmak gerekirdi çünkü. Bizimkilerden biri gülümsese ötekiler onu anında aforoz edecekti. Diken üstünde, tedirgin susup oturuyorlardı.
Ayla ise çok sıcak karşıladı bizi. Kahvemizi nasıl istediğimizi sordu. Herkesten mırıltı halinde “Fark etmez.” cevabını alınca sonradan dillere destan olacak o şuh kahkahasını patlattı.
“Ayol, fark etmez ne demek? İnsan kahvesini de mi seçemeyecek?”
Bizimkiler acayip bozuldu. Gıcık gıcık baktılar kadına. Ayla’nın gülümsemesi yüzünde dondu, ben atıldım: “Şekerli olsun lütfen.” Bir anda tüm gözler bana döndü ama Ayla’nın bana suç ortağıymışım gibi baktığını görünce hiçbirini umursamadım.
“Yaşa be kız, gel yardım et bana bakayım.”
Mutfağa yönelince ilk dikkatimi çeken koridordaki kitaplık oldu. Kitaplar hep dikkatimi çekerdi o zamanlar ama okul kitaplarım dışında hiçbir şey okumamıştım. Etrafımda kitap okuyan kimse yoktu. Kitaplığa baktığımı görünce Ayla kolumdan tutup sır verir gibi fısıltıyla; “Şimdi olmaz, bir ara gel gösteririm.” dedi. Bu sırdaşlık beni çok mutlu etmişti. Mutfağa gidip Ayla’ya ve bana şekerli, diğerlerine orta kahveler yaptık. Kahveler içilirken yengem “Neden boşandın beyinden? Kuma mı getirdi üstüne?” diye sordu. Hepsi merak ettiği halde ilk konuşan o olduğu için kadınların kızgın bakışlarına hedef oldu. Yengem ailenin safıdır. Köyden gelin geldiğinden beri her fırsatta küçümsenen, azar yiyen bir tiptir işte. Babaannemden ve amcamdan çok dayak yemişliği vardır. Ayla’nın soruya tepkisi yine kahkahayla geldi:
“Kız ne kuması, bana kuma getirecek adam daha anasının karnından doğmadı! Sıkıldım, boşadım. Şimdi çok rahatım. Ooh, kafam rahat.”
Yengemin gözünden bir anlığına gelip geçen hayranlığı bir tek ben görmüştüm Allahtan. Sonra hemen ayıplama moduna geçti o da diğerleri gibi. Verdiği cevaptan sonra Ayla bizimkiler tarafından tamamen dışlanmış oldu. Babaannem ‘Böyle kadın mı olurmuş, tam orospu.’ diye geçirdi aklından. Halam hemen kocasını elinden alacak diye korkuya kapıldı, eniştemin bu konuda birçok sabıkası vardı. Diğer kiracı kadınlar ‘Kızlarımıza kötü örnek olacak.’ dediler içlerinden birbirlerine bakarak. Gizli aforoz töreni Ayla’nın salonunda birkaç saniyede sona erdi. Bense Ayla’dan çok etkilenmiştim. Birbirlerine katlanamayan eşler, berbat evliliklerle doluydu etrafım, Ayla’yı tanıyana kadar başka türlü bir hayat düşünemiyordum bile. Öylece yaşıyorlardı… Benim baktığım yerden, evlenmek esaret altına girmek demekti. Bir tane bile mutlu evli çift görmemiştim o yaşımda.
O günü bol dedikodulu günler izledi. Annemin sıkı sıkıya tembihlemesine rağmen ben Ayla’ya gidip kitaplarına bakmak için fırsat kolluyordum. Bir gün tam işten çıkış saatine rast getirip, aşağı sokaktaki arkadaşıma ders çalışmaya gidiyorum diye evden çıktım. Tatilde olmam anneme hiçbir şey ifade etmemişti Allahtan. Beş numaralı dairenin önünde bekledim. Ayla tam saatinde geldi. Beni görünce sevindi.
“Gel hadi gel, nerde kaldın bunca zaman?”
“Annemler izin vermedi, bugün yalan söyledim de öyle geldim.”
“Hay yaşa sen! Sevmediler beni, anladım zaten. Neyse hiçbiri tipim değil, varsın düşman olsunlar, hıh! Kahve yapayım içer miyiz, bir şey yiyesim yok bu gün.”
“İçerim Ayla abla.”
“Ne ablası kız, Ayla de bana. Şurda otuzüçlük genç kızım alimallah.”
Kahveleri bana yaptırdı, köpüksüz oldu ama dert etmedik. ‘Köpüksüz yap da erken evlendirmeye kalkmasınlar seni. Maşallah at gibi kızsın, onbeşinde olduğuna inanmazdım demesen.’ dedi, ben de hep köpüksüz yaptım kahveleri o günden sonra. Pek işe yaramadı ya neyse, konumuz bu değil.
O gün, annemden azar işitecek kadar geç döndüm eve. Saatlerce o anlattı ben dinledim. On altısında evlendirmişler Ayla’yı. O zamanlar çok salakmış kendi deyişiyle, hiç itiraz dahi etmemiş. Evlendiği adamdan ilk geceden sonra hep nefret etmiş. Çok dayak yemiş. Birkaç kere evden kaçmış, bulup getirmişler. On sekizine girince bir komşusunun yardımıyla boşanma davası açmış, kazanmış. Boşanmış boşanmasına ama kocası olacak herif belalı çıkmış, rahat vermemiş ona. Ayla da gazeteden bir iş ilanının peşine takılıp İstanbul’a gelmiş. ‘Dürüst insanlarla karşılaştım iş hayatında Allahtan.’ diyordu. Önce bir gazetenin ofisinde çay-temizlik işleri yapmış. Güvenilir bir pansiyona yerleştirmiş onu gazetenin sahibi. Sonra muhasebeye kadar yükselmiş. ‘Dışarıdan okul bile bitirdim o dönemde’ diye anlatıyordu. Yirmi altısında gazeteden birine âşık olmuş, tekrar evlenmiş. ‘Bu sefer başkaydı. Hakkını yemeyim güzel günlerim oldu.’ diyordu. Ama sonra bakmış ki bu evlilik üstünde yük olmaya, kendi tabiriyle, adamın içindeki öküz kendini göstermeye başlamış; yedi sene sabredip onu da boşamış. Bu evi boşanma tazminatına kendi birikmişlerini katarak almış, amcaya ‘evliyim’ diye yalan söylemiş. ‘Bu ev’ diyordu, ‘benim için yeni bir başlangıç olacak. Baştan başlamayı çok severim, sigara paketi bile bitince mutlu olurum yenisini açarken.’ Üst üste yaktığı sigaraların sebebini daha iyi anlamıştım o bunu deyince. ‘Hala gazetede mi çalışıyorsun?’ diye sorduğumda, ‘İşimi de değiştirdim, bankaya geçtim. Kendimi yeniledim kız resmen! İyi etmemiş miyim?’ diye kahkaha atıp kendi kendine sevinmişti anlatırken bile.
Sıra kitaplığa bakmaya geldiğinde, Budist evlerindeki kutsal ayin köşelerinden birine gidiyormuş gibi bir havaya bürünmüştü. Sebebini daha sonra anlayacaktım. Kitaplık Beyaz Dizi’lerle doluydu. ‘Bunlar benim her şeyim.’ diyordu. Israrla bana da verdi bir tane. Kitabın adını şimdi hatırlayamıyorum ama kapağında öpüşen bir çift vardı. ‘Ama annemler…’ dememe kalmadan gitti büyük bir defterden bir sayfa kopardı, kitabı bununla bir güzel kapladı. ‘Şimdi çok edepli bir kitap oldu, dimi kız!’ deyip kocaman bir kahkaha daha attı.
İlk kitabı, kitabın kahramanları olan Alex ve Deborah’ın hangisinin kız hangisinin erkek olduğunu çözmeye çalışarak okudum. Kahramanların adlarını hatırlıyor olmama şaşırmayın, çok düşünmüştüm bu isimler üstünde. Ayla’ya bunu söylediğimde çok güldü bana. Sonraki kitapları, şu kız şu erkek diye söyleyip öyle vermeye başladı. Beşinciden sonra aşk romanlarının mantığını iyice anlamıştım. Hemen her kitapta erkek otuzlu yaşlarda, çok güçlü, zengin, genellikle bir şirketin patronu olurdu. Ama mirasyedi değil de kendi çalışıp kazanmış cinsten. Aynı zamanda havalı, kaba, az konuşan, gizli yaraları olan, duygularını kitabın sonuna kadar hiç belli etmeyen ketum erkeklerdi bunlar. Kızlar ise genellikle yirmili yaşlarında, çok duygusal, çok güzel ama güzelliğinin farkında olmayan tipler olurlardı. Elbette fakir ama gururlu bir sekreter yahut hizmetçi rolündeydiler. Kızın gözünden yazıldığı için kitabın sonuna kadar soğuk olan erkeğin kıza ilgisi var mı yok mu bilinmezdi. Sonunda da her zaman mutlu son ve sevinç gözyaşları…
Ayla’nın bu kitaplarda ne bulduğunu, işte bu mantığı çözdükten sonra anlamıştım. Gerçek hayatta tanıdığı erkekler, bu romanlardaki erkeklerin zıddıydı her açıdan. Önceleri çok romantik, ince, kibar, sırılsıklam âşık görünüp evlendikten sonra kaba, ketum biri olup çıkıyorlardı. Bunu Ayla’ya söylemiştim bir gün. ‘Amaaan, boşver be kız! Ben bilmiyorum neden bunları okuduğumu, düşünmüyorum da. Belki dediğin sebeptendir ama ne önemi var? Mutlu ediyorlar beni işte, önemli olan bu.’ demişti. Ama bir an gözlerinin parladığını fark etmiştim. Belki de ona bir formül vermiştim. Bunu kullanıp kullanmadığını uzun zaman öğrenemeyecektim.
O yıl Ayla için hayatının yeni başlangıcını kutlayarak geçmişti. Hemen hemen her gün uğruyordum yanına. Köpüksüz kahveler içip hayat hakkında, erkekler hakkında konuşuyorduk. Apartmandakilerin onun arkasından yaptıkları dedikoduları anlatırdım ona, çok eğlenirdik. Biz de onların dedikodusunu yapardık. Ayla’ya gidişlerim öğrenilince önce annemden sonra apartmandaki diğer kadınlardan, kimi sert kimi yumuşak uyarılar almaya başlamıştım. Ama umursamıyordum. Ayla’dan öğrendiğim bir şeydi bu. Sonraki yaz liseye gitme konusu gündeme geldi, bizimkiler karşı çıktı. Ayla annemle konuşacak oldu, daha da katılaştılar. Velhasıl liseye göndermediler.
Tam o zamanlarda çok kötü bir şey oldu. Halamın kocası olacak zampara eniştem Ayla’ya sarkıntılık etmeye başladı. Olur olmadık kapısını çalıyor, telefonla arayıp abuk laflar ediyordu. Ayla dehşete kapılmıştı. Halamla konuşmayı denedik beraber, işler daha da karıştı. Ayla bu olaydan sonra apartmanda daha fazla kalamadı. Dairesini satılığa çıkardı, bizim uzak akrabalardan birine satıldı kısa zamanda. Haberleşme vaatleriyle ayrıldık Ayla’yla, ama düne kadar onu hiç görmedim.
O gittikten sonra hayat bir süre akmadı benim için. Sonra düzene uydum. Nakışa gittim, köpüklü kahveler yaptım. Kışa doğru bir akrabanın oğluna istediler beni, ertesi yaza yan apartmana gelin gittim. Beni dövmeyen, sadece dövmeyen bir kocam vardı. Ardı ardına iki çocuk yaptım. Pazara gittim, günlere, mukabelelere katıldım. Aşure yapıp komşulara dağıttım. Hiç aşk romanı okumadım.
Dün yıllar sonra ilk kez gördüm Ayla’yı. Pazar yolunun sonunda ayağının dibinde poşetlerle bir bankta oturmuş dinleniyordu. Saçlarının dip boyası gelmiş, beyazlar yüzünü bir çember gibi sarmıştı. Epey yaşlı görünüyordu. Sigarası bir elinde, diğeriyle de az önce açtığı paketin kağıdıyla oynuyordu. Yanına gidip gitmeme konusunda kararsız kaldım, uzun zaman birkaç metre öteden seyrettim onu. Sonra o da beni gördü. Bir süre bakıştık. Tanıdığını belli eden bir hareketle beni yanına çağırdı. ‘Kız sen misin cidden! Kocaman kadın olmuşsun be!’ deyip her zamanki kahkahasıyla sokağı inletti. Sarıldık, hal hatır sorduk. İkimiz de sonraki yaşantımızla ilgili tek kelime etmedik. ‘Az öteye taşındım geçen, hadi gidelim birer köpüksüz kahve içelim kız!’ dedi hevesle. Gittik.
Dün sigaraya başladım.
(Varlık/ Ocak 2011)