Menu
Haberler • "NİÇİN AĞLIYORSUN ELISABETH, MUTLU DEĞİL MİYİZ?"

"NİÇİN AĞLIYORSUN ELISABETH, MUTLU DEĞİL MİYİZ?"

ESSİZLİĞİ BAŞKA BİR SESSİZLİK BOZDU:
“Niçin ağlıyorsun ELISABETH, mutlu değil miyiz?”


Selahattin Yusuf’la yüz yüze ilk ve son görüşmemiz onun Siirt- Eruh seyahati arifesindeydi. O günler Selahattin için şafağın karanlık olduğu günlerdi. İstanbul’dan Siirt’e geçerken Adana’da biraz soluklanmıştı. Ağabeyi Mehmet, Selahattin ve ben bir kafeteryada oturup Fualkner’den İsmet Özel’e oradan yüzde üçlük ve altılık oranlara ve Trabzonspor’a varan bir sohbet gerçekleştirmiştik. O günlerden sonrasını Selahattin Yusuf  ‘Şafaktan Çok Önce’ adıyla kitaplaştırdı. Ben de o kitabı ‘Her Türk insan doğar’ parolasıyla okuyup yerel seçimler ve ‘Güneşi Gördüm’ sinema filmiyle harmanlamayı düşünüyorken Elısabeth’in hıçkırıklarını duydum. Kayıtsız kalamazdım.
Selahattin Yusuf’un, bu kitabı benim arkadaşım kendinin ağabeyi Mehmet Yusuf’a ithaf etmesi de ayrı bir sıcaklıktı ve arkadaşlar orada oturuyorlar yine yanlarında olmalıyım gibi bir his doğdu içime. Yanlarına oturdum.

Selahattin Yusuf okumalarını ağırlıklı olarak Batılı sanatçılar üzerine yoğunlaştırmıştır. Son

kitabı da (Oğuz Atay’ı saymazsak-Orhan Pamuk’u dil, anlam, anlayış ve anlatım olarak yerli saymakta zorlanıyor yazar zaten) Batılı sanatçıların yazarda bıraktığı izlenimleri, yazarın o sanatçılarda bulduğu yaşama ve yaşatma imkânlarını içeriyor. Yazarın öne çıkardığı temel sorun ‘insan’dır. İnsanın bilinmezleri, yüreğinin gizemleri, adanmışlıkları ve aldanmışlıkları ağlamanın ve mutluluğun iç içeliğini oluşturmuştur. Selahattin Yusuf’un Fualkner’den Tarkovsky’e , Goethe’den Rimbaud’a, Monna Lisa’dan Oğuz Atay’a uzanan zihin yolculuğunda öne çıkan asıl renk ’insanın ve insanlığın sorgusu’dur.Umut ise hilesiz,yalansız,yansız bir yaşam;yangınlı(ama iç yangını) bir yaşam algısıdır.

Selahattin Yusuf’un öne çıkardığı bir gerçek de ülkelerin anlayışı, kapasitesi, sanatı ve felsefeye yaklaşımıyla o ülkede yetişen birinin yaklaşımı arasındaki farklılıklara dikkat çekmesidir. Aynen Selahattin’in bir Türkiyeli olarak dünyanın farklı bölgelerinde yetişmiş meyvelere uzanması gibi. Bu düşünceyi kitaptaki: “William Faulkner,yirminci yüzyılda Amerika’da yaşamış en büyük romancı sayılırdı.Şimdi onun çağımızın en büyük romancısı olduğunu söyleyenlerin sayısı da artıyor.Eserleri arasında erişilmesi güç bir bütünlük yaratan Faulkner,Amerikan yaşantısını en doğru şekilde dile getirmenin yanında,yirminci yüzyıl insanının sorunlarını romanlarındaki güçlü simgeleriyle somutlaştırmayı da başarmıştır…..Amerikalılar Faulkner gibi bir yazarın yurttaşı olmaktan gurur duyarlar;ama onun eserlerini pek okumazlar.Amerika’nın eğitim koşulları,genel olarak yaşam koşulları,Faulkner gibi üslubu güç bir yazarı kolayca anlamalarını engeller.Dolayısıyla Faulkner, kendi ülkesinden çok yabancı ülkelerde sevilen bir yazar olmuştur”.(s.68,69) ifadeleri ile sağlama alabiliriz.

Selahattin Yusuf her ne kadar Batı’nın felsefeyle bezenmiş edebi metinlerine ve belagatı filozof karakterinde birleştiren sanatçılarına hayranlık duysa da ‘ışığın doğudan yükseleceğine’ inanmaktadır.Onun Batı’da aradığı veya bulduğu da bize ait bir renktir,bir duyuş, bir kıpırdanıştır.’Başka göklerin altında’ olup da aynı yağmurda ıslanmak, aynı güneşte kurumaktır.Belki de ‘yitik mal’ sorgusuyla yapılan araştırmanın en önemli bulgularıdır.Selahattin Yusuf’un dikkat çektiği sanatçılar kendi zamanlarında vekendi topraklarında tutunamamışlardır.Belki de bu yüzden dünyadaki tüm tutunamayanların kaderi aynıdır.

Yazar bizim insanımıza önce “…ifade etmekten niçin kaçınalım , günümüzde gücü eline geçirmekte olan Faustyen Müslümanlar, bırakın tutkuyla kavranılmış bir dünyanın peşinde olmayı, kendilerine dayatılmış bulunan üçüncü sınıf bir aklı, onun ürettiği elden düşme vahşi bir kapitalizmi takdis için sıraya girmiş bulunuyorlar’ gibi sözlerle kızsa da daha sonra ‘Bana kalırsa Türkiye’nin bundan sonraki yolunu büyük ihtimalle hayali kırılmış, mahzun olmuş, tutku dolu kalpleri bu yaşamı hakkıyla hakir gören genç Müslümanlar yönlendireceklerdir.’ (s.114)  umudunu ve sonuç alma önerisini ifade etmektedir.

Batı’yı Sanatta Doğu’yu Kamette Aramak

‘İnsanın, başkasını varoluşsal bir duyarlıkla kendine çevirmesi, tastamam Batı’nın bir icadıdır.Rönesans’ın getirip insanoğlunun önüne bıraktığı hayati yenilik budur.Modern Batı uygarlıgının kökünde ‘insanın(önce) kendini çözmesi’ dürtüsü yatmaktadır. İnsan,ya da bu şekilde bir çözümlemenin konusu olacak, varlığı bir ‘sonuca’ bağlanacaktır. Burada, söylediğimiz bu şeylerden ziyade, söylediklerimizin doğal olarak ortaya çıkardığı,o söylemediğimiz şey önemlidir:Demek ki insan bir sorundur’(s.139) ifadesi ile ‘Biz bu emaneti göklere,yere ve dağlara arz ettik de ,onlar onu yüklenmek istemediler,bundan endişeye düştüler. Ama onu  insan yüklendi. Çünkü o , çok zalim ve çok cahildir.’ ( Ahzab-72) ‘Ölmeden önce ölünüz.(hadis)’ilahi emirleri arasında ciddi bir paralellik görüyorum.İnsan zalim, cahil aynı zamanda bir bilinmeyendir.Yeryüzündeki tüm dertler bir insan bünyesinde toplanabilmektedir ve ne gariptir ki hepsi insan içindir.’ Ölmeden önce ölünüz’ sorgusu ise en dehşet sorgudur. İnsanın varını yoğunu , geçmişini ve gününü,yaptıklarını ve yapmak istediklerini başka birini aracı kılmadan tartmasıdır.Bunlar yapıldığında insanları huzursuz edecek hiçbir rüzgara kapılmayacağız;ama bir diğer hüküm bu durumu ortadan kaldırmaktadır,insan çok zalim ve çok cahildir.

Sanat sorgusu,felsefe sorgusu,ilahi sorgu,beyin sorgusu, yürek sorgusu…tüm sorgular insan sorgusunda toplanıyor.Tüm sorguları yapabilen insanlar olduğu gibi hiçbir sorgulamaya girmeyen, giremeyen insanlar da vardır.Kader odur ki iki insanı aynı yerde,aynı ortamda bazen aynı odada yaşatır.Onun için bazıları sanatçı olur,bazıları satıcı.

“Niçin Ağlıyorsun Elısabeth Mutlu Değil miyiz?” Selahattin Yusuf’un bir “iç” arayışı, bir hakikat tutkusudur. Yazar bu tutkuya dün okuyamayan, yazamayan ve sadece anlatan babaannesinin dili ile kapılmış; bugün okuyan, yazan ve anlatan sanatçılarla bu tutkuyu sürdürmektedir.

Diğer Yazıları