Menu
DOĞUDAN VE BATIDAN KADIN HİKAYELERİ:
Haberler • DOĞUDAN VE BATIDAN KADIN HİKAYELERİ: "TEL ÖRGÜYE DÜŞ BAĞLAMAK" ÇIKTI

DOĞUDAN VE BATIDAN KADIN HİKAYELERİ: "TEL ÖRGÜYE DÜŞ BAĞLAMAK" ÇIKTI


TEL ÖRGÜYE DÜŞ BAĞLAMAK

“doğudan ve batıdan kadın hikâyeleri” 

Aylık Kadın Dergisi TURUNCU küresel krizlerin, savaşların, kızgınlıkların, kırgınlıkların, kaybolma korkularının eşiğinde başlanmış 2009 yılı gündeminde yepyeni bir projeyle yerini aldı. “TEL ÖRGÜYE DÜŞ BAĞLAMAK” isimli kitapla, Doğudan ve Batıdan kadın hikâyelerini bir araya getirdi. On dört ülkeden on sekiz hikâyenin bir araya geldiği kitapta yalnıza sözcükler değil; sesler, duruşlar, hüzünler, umutlar ve dualar da bir arada toplandı. Kadınlar yazdıkları hikâyelerle “Ben de olan sende de var mı?” diye sordular birbirlerine… Ayrılıkları, kırgınlıkları, evlat acısını, kına gecesinde bir genç kızın kırmızı örtüler altında ağlayışını, baba evlerini, memleket türkülerini... Darbeleri, yangınları, çaresizlik günlerini, okumak için verdikleri mücadeleleri… Çamaşır yıkarken, balkonda çiçeklere su verirken, bir caminin bahçesinde oturup da soluklanırken kurdukları düşleri bu kitapta anlattılar. Ülkesinin ve dünyanın kaderine yazgılı kızlar, aynı kitabın sayfalarında buluştular. Barışın, huzurun, güvenin ve refahın dünyaya yeniden gelmesi için... Çok bilenlere, çok konuşanlara, büyük stratejileri bir kalem darbesiyle hazırlayan ve silenlere inat; onlar herkesin eteklerinden dökülmüş düşleri toplayarak dünyanın bahtına nazar boncukları taktılar. İster teneke evde yaşasın ister villada, ister çok konuşsun ister korkudan dilini yutmuş olsun… Her kadının dünya için söyleyecek bir şeyi olduğuna inadılar. Dünya kadınları yaşadıkları ülkelerden barışı için, özgürlük için, güven ve adalet için tiz çığlıklar attılar… Bahtı açık bir dünya için, on dört farklı ülkeden on sekiz hikâyeyle yola çıktılar.

Kitabın Genel Yayın Yönetmenliğini Halise ÇİFTÇİ üstlendi, Editörlüğünü Merve ÇETİNEL. Hikâye tanıtımlarını ve Türkiye hikâyesini Ümmügülsüm TAT yazdı. Tasarımından basımına kadar her aşamaya kadın elinin değdiği bu kitapta, herkes bir başkasının dökülmüş düşlerini topladı. Tel örgülerle, sınırlar ve duvarlarla hayatları birbirinden ayrılmış; birbirini hiç tanışmamış, tanıma imkânı hiç olmamış ya da ‘oradakiler ve buradakiler’ diye farklı kulvarlara ayrılmış kadınlar anlatılan hikâyelerde birbirlerini tanıdılar, anladılar, durdular, duruldular ve boy aynalarında kendilerini seyretmeyi bırakıp başka kadınlara, evlere ve rüyalara yer açtılar.  Küresel savaşların ortasında bir külkedisi edasıyla dolandılar; merdivenler çıktılar, yokuşlar tırmandılar… Aynı masalların içinden geçmeseler de aydınlık bir sabaha hep beraber uyanacakları inancıyla derin uykulara daldılar. Tel örgüye düşlerini asarak, hâlâ bir yerler asılacak düşleri kalplerinde, çeyiz sandıklarında, bildirilerde, manifestolarda, secdelerde ve dualarda saklayarak; bahtı açık bir dünya için yola çıktılar. “Gör ve bil işte budur dünya” imasında konuştular, dertleştiler, kapı eşiğinde oturup da yüreklerini ferahlattılar. TEL ÖRGÜYE DÜŞ BAĞLAMAK kitabında dünya kadınları ‘annesinin sözünü dinleyen küçük bir kız çocuğu’ edasıyla, bir kitapla dünyanın değişeceğine inandılar. 

TÜRKİYE

Yazarı: Ümmügülsüm TAT

Adları Nigar’dı, adları Hacer… Feraye ve Rengigül’ dü adları… Kimisi eski bir devrimciydi, kimisi sosyolog… Kimi başörtü mağduruydu,  kimi bir kadının eteklerinden hüzün toplayan küçük bir kız çocuğu… Kimlikler, alışkanlıklar, göç sonrası o bildik sahneler, itirazlar, karşı çıkışlar hep onlarla beraberdi. Onlarla beraberdi; ev hanımı ve sosyolog tanımlamaları, gelenekten geleceğe uzanan ülke meselelerinde omuzlarında taşıdıkları ağır sorumlulukları… Hasta kayınvalideler, terk edilmiş aileler, kaybolmuş semtler, atılmış nişan yüzükleri… Onlarla beraberdi işte, Türkiye’den yeryüzü pozları. Ümmügülsüm Tat, hikâyesinde kına gecelerinde annelerinden son bir şarkı istemeyi unutmuş, ülkesinin yazısına yazgılı olduğuna inanmış kızları… Ev temizlemiş, çocuk bakmış, amfilerde uzun uzun konuşmuş, dava dilekçelerine konu olmuş, evdeki kayınvalideden memleketteki anneden kendilerini sorumlu tutmuş kadınları… Hacer olmak için kendilerini çöle vuranları… Miraç gecelerinde bir ay kasidesinin ucuna takılanları… Çantalarında, bozuk para cüzdanlarında, seher vakitlerinde, geceler boyu yapılmış eskiz çizimlerinde ve sabah aydınlığında dünyayı kurtaracak yeni bir düşe ışık tutanları anlatıyor. Onları diğerlerinden farklı kılan; yazıların ve yazgıların arasında dolanırken, dünya tarihinin bir kadının kaderinden ayrı düşünülmeyeceğine olan inançları oluyor. Ve yazıcı dolaşırken sözcüklerin arasında; onlar ülkelerinin, ülkelerinin olduğu kadar dünyanın da bahtına nazar boncukları takıyor. Türkiye’nin güz gelinleri, Ümmügülsüm Tat’ın anlatımıyla “Bahtı açık bir dünya” için yola çıkıyor.

BANGLADEŞ

Yazarı: Majeda Rafigun NESSA


Anita ve Monowara aynı yazgıdan nasibini almış bir ana kızdır aslında. Hastalık, ilgisizlik, terk edilmişlik ise bu yazının ortasından geçer usulca. Verilmiş sözler, her şeye rağmen yapılmış yol hazırlıkları ve bir vasiyetin ardından ters düz edilmiş hayatlar vardır. “Baba duyarsa kızar” vurgusuyla yaşayan küçük kızlar, “bir gün her şey düzelecek” umuduyla hayata umut tohumları serpiştiren kadınlar ve beklemekten yorulmuş, hasta olmuş çocuklar… Nikâh töreninin öncesinde hayatını üçüncü tekil şahsın ağzından okuyan genç kızlar, tam da eşikten geçerken geriye bakıp bakıp iç geçirenler ve elini kalbini götürüp de hala tanımlayamadığı baba sevgisini arayanlar vardır. Bir ayrılık sahnesi, evladını kaybetmiş bir kadın çığlığı ve bir babanın duyduğu pişmanlık dünyanın her yerinde aynıdır. Onca yazgı içinde bu yazıyı anlatılır kılan Anita’nın, Monowara’nın ve Bangladeş’in olduğu kadar; 21 yy ın bireyselleşme politikalarına rağmen sığınılacak evlere, insanın içinin içini ısıtacak ailelere sahip olma vurgusudur.�
BOSNA HERSEK

Yazarı: Emira ALBAYRAK

“Tüket ve bitir” felsefesiyle insan elinin değdiği her şey kalıcılığını yitirmişken… Emira Albayrak’ın kaleminde, beyaz bir mantonun dünya güncesiyle yeniden hayat buluyor sözler, duruşlar ve nesneler. Ancak o manto biliyor evler, insanlar ve vitrinler arasında geçen yolları… Naftalin kokusu, kurşun kokusu ve savaş korkusunu. Dünyanın yol haritasındaki tüm işaretler Bosna’dan İstanbul’a taşıyor yaşanmışlığı. Beyaz mantonun cebindeki sigaraların yerini; sakız, şeker ve anahtarlık alıyor. Rüzgârda salınan bir şal, bir parfüm kokusu sonra… Sonra bir tebessüm, kadın yüreğini ferahlatıyor. “Hoşça kal dostum. Merak etme, seni iyi ellere bırakıyorum” cümlesi son söz niyetine söyleniyor. Adı İstanbul olan o güzel şehir, tarihe tanıklık etmiş bir kalbin yaralarını sarmak için genç bir kızın kalp ritimlerinde, o mantoyu bekliyor. 

İRAN

Onlar bilmez; bir genç kızın ne zaman ve nasıl bir gaziyle evlenmeye karar verdiğini. Karşı çıkışların, yalvarışların, toplumun şaşkınlığının, maddi sıkıntıların, manevi baskıların kaderi değiştirmeye güç yetiremediğini. On sekiz yaşında İranlı bir kadının hayata nasıl kafa tuttuğunu… Bir annenin kızını Kuran’ın altından geçirip, “Hadi uğurla git, seni Allah’a ısmarladım” sözleriyle ona veda etmesini. Sonra değişen değer yargılarını. Bir devrimin, bir davanın sancısını yüreklerinde olduğu kadar bedenlerinde de yaşayanların ansızın hafızalardan silinişini. Bilemez ki onlar İranlı bir kadının misafir odasını… Bir iki halı, birkaç yastık, birkaç resim çerçevesi ve kitap dolu bir rafla döşenmiş o odada duyulan “Allahu Ekber” nidasını… Onlar, peygamber çiçeklerini toplamak için yola çıkanları bilemez ki.

TANZANYA

Yazarı: Asuman KALUFYA 

Prenses Salme, Zanzibar’dan Aden’e uzanan yolda; unvanların, liderlik pozlarının ve üçüncü dünya stratejilerinin uzağında hüzünlü bir göç kadınıdır aslında. Asuman Kalufya, bir prensesin vatan özlemini anlatırken; baharat ve mango ağaçlarının gölgesinde dünyanın gidemeyen kadınlarını sanki suya bakıp da anlatmıştır usulca. O sudan okunanlar; bir aşkın olduğu kadar genç yaşta yabancı bir ülkede dul kalmanın, evlatlık olarak girilmiş topraklarda hep ‘üvey çocuk’ sayılmanın ve kapatılmış kapıları dünyanın hiçbir elinin bir kadına açmadığının yansımasıdır yalnızca. Prenses Salme, Zanzibar’dan ayrılır gibi sessizce dünyadan ayrılır… Prenses Salme, çok uzaklarda uçaklar kadar duaların da taşıdığı bir avuç vatan toprağına gömülür. Prenses Salme’nin mezar taşına “En az sizler kadar vatanını seven inanç dolu bir kalp” yazılır. Peki ya dünyanın gidemeyen, gidip de terk etmek zorunda kaldığı vatanını unutamayan kadınları… Onların hikâyesi hangi yazıdan, hangi yazgıdan seçip de alınmıştır? Sahi, onların yaralarına sarılacak merhem, küresel dünyanın neresinde saklıdır? 

ABD

Yazarı: Mariam MAHMOODIAN

Psikiyatri kliniği… Violet hasta sandalyesinin ucuna oturmuş, tane tane anlatıyor ‘şizofren’ teşhisi yüzünden ikincil okumalarla yaşanmış hayatını. Koyu ten rengini, henüz küçük bir kız çocuğuyken matematikten en yüksek notu aldığı için beyazlar tarafından gördüğü şiddeti… Erkek kardeşlerinin yasal olmayan işlere mahkûm bırakıldığını, çocuğunun zorla elinden alındığını… Sonra kalp krizi geçiren annesinin _koyu ten rengi yüzünden_ acil servis ünitesinde, bir sandalyenin üstünde saatler süren bekleyişinin ve bekletilişinin neticesinde ölümünü anlatıyor. 1960’ların Amerika’sında zenci bir kadının dünya günlüğü Mariam Mahmoodian’ın kaleminde hayat buluyor. Adına ister hesaplaşma deyin, ister defterleri temize çekmek; Violet kadar dünya da barışın ferahlığına ihtiyaç duyuyor. 

FAS

Yazarı: Sarah AMOUD

Fatima Melal, Fas’ın Güney doğunda Amazigh kabilesine mensup bir ailenin kızı olarak gelir dünyaya. Okula gidemez, her mevsim çalıştığı tarlara giderken “Yoruldum” diyemez, üstelik annesi de halı ve battaniye dokumayı öğretirken kızına kenara çekilmek için hiçbir mazereti kabul etmez. Fatima halıları ilmek ilmek dokudukça, yüz yıllık hatıraların motif motif gelenekten geleceğe taşınmasına tanıklık eder. Fatima halılar için yeni desenler tasarladıkça, Fas masallarının içinden geçen çocukluk düşlerini hatırlar. Fatima halılara baktıkça, Berber köyünü çevreleyen sert dağların dışında da bir hayat olduğunu anlar. Sarah Amoud, Fatima’nın nezdinde küçük kalplere sığan büyük ruhları anlatır. Dağın her iki yamacında da hayat hiç kimse için kolay değilken, tarih yazan kadınlar kafilesinde Fatima, daha iyi bir dünyanın çalışmaktan ve kararlılıktan geçtiğine inandığı için, son ilmeğini daha sıkı sarar. 

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ

Kıbrıs; çalkantılar, devrilen yönetimler, savaşlar ve referandumlarla 1878’den bu güne dünya gündeminden hiç düşmezken, yavru vatan topraklarına “Nasılsınız?” diyerek halleri, hayalleri hiç sorulmamıştır aslında. Kıbrıslı kadınların, “İyiyiz” cevabının ardına ekleyecek kadınlık halleri, düşleri ve elbette kederleri hep saklı kalmıştır annelerinden kızlarına emanet edilmiş çeyiz sandıklarında. Oysa değişen ülke politikaları aslında bu kadınların hayatlarının kırılma noktasının yansımasıdır. Dünya genelinde ‘inandığı gibi yaşama fikrini’ hor gören zihniyet, Kıbrıs’ı da kuşatır. Sınır komşusuyla yaşanan gerginlikler sokaklardan evlere, evlerden odalara, odalardan insanlara taşınır. Kimisi kocasını kaybetmiş, kimisi eşinden, babasından ya da kardeşinden bir daha hiç haber alamamış… Kimisi de, gazi kocasıyla, dost ailelerin yetim ve öksüz çocuklarını büyütmek için varını yoğunu ortaya koymuş kadınlar için Kıbrıs’ta zaman; için sıkıldığında uzaklardan bir memleket duası ısmarlamakla anlamlanır. 

DUBAİ

Dünyanın herkesi şaşırtan yol haritasında, daha iyi bir eğitim için ayaklarını vura vura, uzun soluklu ikna turlarının sonrasında Dubai’den Amerika’ya gitmek çıkar genç kızın bahtında. Daha iyi bir eğitim; çok okumak, çok çalışmak, çok araştırmak anlamına gelirken… Eve dönüşte ideallerini gerçekleştireceği kapılar ona açılmışken… Küçük kız başarılı bir iş kadını olmak için epey yol almışken… Üstelik masal gibi bir evliliğin ortasında gözünü açmışken… Sırasıyla önce eş, sonra anne olmaya alışmışken… Bir aldatılmışlık hikâyesi ansızın çıkar karşısına. Adına ister yazgı deyin, ister imtihan, ister sabrın bin bir durağı… Aldatılır genç kadın, yeni evli, taze anne… Dayanamaz ve gider adamın yalnızlığından kendi yalnızlığına. Yine o genç kız olur, başarıdan başarıya koşar, yaldızlı harflerle anılır Dubai gündeminde. İster teneke evde yaşasın, ister villada; ister söyleyecek çok sözü olsun, ister yaşadıklarının etkisiyle dilini yutsun… Dünya kadınları için aldatılmak; terk etmekle terk edilmek arasında ince bir çizgidir. Peki, hangisi doğru diye sorarsanız; onu bir giden bir de kalan bilir. 

ABD

Yazarı: J. Samira MİR

Amerikalı bir kadının Müslüman olma kararı ve ardından onu hep takip edecek soru, itiraz, karşı çıkış kervanı… Markette, alış veriş merkezinde, sokakta başı örtülü her kadına yöneltilmiş, milyonlarca insanın şaşkın bakışları. Amerika’nın Müslüman kadınları ve onların herkesten farklı duruşları… Kendilerine yöneltilmiş her soruda karşı tarafa aydınlık bir pencere açma telaşı… Amerika’nın müslüman kadınları… Dünyanın istikrarlı, kararlı, inançlı kızları…”Tırtılın vücudu, kozanın içindeyken, kendisini kelebeğe dönüştürecek olan hücreleri besleyen, yapışkan bir sıvının içinde erir gider.” sözünü unutmamış ve bir fotoğrafın hikâyesinde kendini bulmuş… J. Samira Mir’in kalemiyle evlerimize konuk olmuş, ‘inandık ve itaat ettik’ cümlesinin ardından “Meryem’in, Asiye’nin, Hacer’in ve benim Rabbim” duasına ortak olmuş Ahir zaman kızları. 

NİJERYA

Yazarı: Lola SHONEYİN

Iya Tope, yirmi birinci yaşına rağmen ot yolmayı bilmemesi, dantelli elbiseler giymesi, hayali arkadaşlar edinmesi ve hayatı küçük bir kız çocuğu hassasiyetiyle algılaması yüzünden; henüz baba evindeyken yargılanır, hor görülür, fazlalık kabul edilir. Çünkü Lola Shoneyin’in hikâyesinde anlattığı Tanzanya yalnızca palmiye ağaçlarından değil; toprağın ona vermediği şeylerin özlemini çekmeyen insanlardan da meydana gelir. Çünkü o topraklarda ürün toplamayan, satış yapmayan kızların baba evinden hemen gönderilmesi gerekir. Çünküsü yoktur aslında, arkasından hiç durmadan çalışan bir kadın bekleyen o zihniyet dünyanın her yerinde aynıdır, kadın kadına konuşmalara acının geriye kalan tortusu girince dökülmüş gözyaşlarının rengi belki de bu yüzden hep aynıdır. Hikâyenin bundan sonrasında Iya Tope için, istenmeden yapılmış bir evlilik, evin sarsılmaz otoritesi konumunda bir kuma ve “Ya beni babamın evine gönderirlerse” korkusu vardır. Bir birinin ardı sıra dünyaya gelen, akıllı üç güzel kızın babalarının son eşi tarafından dünyaya getirilen erkek kardeşlerinin doğmasıyla tüm itibarlarını kaybetmeleri… Çeyizinde iki naylon çantayla iki kök yer elması bulunan kızların sığınacağı sıcak bir yuvaya sahip olmadığı… Bir kadının gözlerini kapatıp da, doğduğu topraklara ve ailesine dair hayalleri vardır. Hani dünya gelip geçici bir mekândır ve mutluluk aradığın değil var olduğun zamandadır. Peki ya güven… 21. yy kadınlarının arayıp da bulamadığı o güven sahi hikâyenin neresinde saklıdır?

ÜRDÜN

Yazarı: Alejandro Azim LATORRE


Cümle göçmenlerin kaderi gitmekle geri dönememek arasında bir noktada asılı kalmışken, Alejandro Azim LaTorre hikâyesinde Huri ve ailesinin Ürdün’den New York’a gidişini, kadının göçmenlik hallerini, alışamamanın verdiği sancıyı anlatır. Toprağında ölmek isteyen büyük anneler, Ürdün’de hep özlenen güzel bahçeler ve babasının isteğini yerine getirmek için tıp fakültesi okuyan kızlar vardır. Her köşe başında görünmez duvarlar karşımıza çıkarken; siyah-beyaz ayrımı toprak özlemi yaşayan insanları da aynı evde, ayrı rüyanın içinde birbirinden ayırmıştır. Baba özlemi, ben hiç gidemedim halleri ve bir karşı çıkışın anatomisidir belki de tüm yaşanan. Şimdi Huri, elinde sıkı sıkı tuttuğu mektupla üç heceli tren istasyonlarından birisinde oturmuş beklemektedir? Peki ya dünyanın beklediği iyi günler, sahi ne zaman gelecektir?�
 

PERU

Yazarı: Teresa

Peru’da yapılmış askeri darbenin izleri… Sokak sokak aranmanın, yerlilerin dilini konuştuğu için suçlu sayıların korku dolu düşleri… Kaybolmuş bir evladın ardından, her sabah çocuğunu bulmak duasıyla güne başlayan bir annenin; arazi yürüyüşleri, dağ tırmanışları, çukurlardan başka çocukların cesedini toplayışı… Bir helikopter sesi sonra… Sonra bir annenin“ Haydi gidelim. Kimse bizi durduramaz. Umudumuz, ölümden çok daha fazla çünkü!” sözü…  Ülkesinin kaderine yazgılı kadınların hikâyesi... Kadınlar ve darbeler dünyanın en zor denklemi olarak bilinmişken, Peru’lu bir annenin ceset ararken söylediği o son sözde, dünyaya dair son bir umudun var olduğu tesellisi. 

ÇİN

Çin’de kadın… Kimselerle konuşamamış, sesini kimselere duyuramamış, aklından geçenler dilini uğramadan, kor olup da kalbine yağmış bir kadın ancak yazarak anlatır, tanık olduğu dünyada kendi payına düşeni gün ışığına çıkarır. Kadın için yazmak; tarihe not tutmak, yaşanmışlığın seyrine dalmak ve bazen de adaletsiz bir dünya denkleminde terazinin hangi kefesinde olduğunu tartmaktır. Yazmak; fıtratı, iyi kalpliliği, kıskançlığı, öğrendiklerini, ruh istilalarını, yalnız başına kalınmış zamanları, seçilmemiş bir hayatı, mahcubiyetleri, kötümserliği… Bir yeni gelinin bahtına bakar gibi, ikincil okumalar ve ileriye dönük düşlerle okumaktır. Bazen bir özgürlük manifestosu, toplum sentezleri ya da kişisel bir yolculuk kadının yazısının tam da ortasından geçmektedir. Bu yüzden yazmalıdır kadın; kendi kaderine paralel çizgiler çizercesine, gün ışığını bekleyen geceyi avuturcasına ya da bir tanık olmanın yükünden kurtulup da bir rüyanın izinden yola çıkarcasına… Çinli bir kadının güncesidir burada anlatılan. Ölüm, her insanın değiştirilmez sonuyken, bu kadına kaybolmuş kızını getirmiş. Son nefesini de verip kızına yürüyen bir anne, dünyada hiçbir şeyin tahminler üzerinden konuşulmadığı zamanlarda, bu kadına nasıl kapılar açabilir? Çin’den gelen tiz bir kadın sesi, Asya kadınının çoğalarak artan hüznüyle bizleri selamlamıştır

TÜRKİYE

Yazarı: Vildan ÖZCAN

Vildan Özcan, şehirli olmak isteyen ve bu uğurda kızlarına teğet geçen bir babayı anlatıyor hikâyesinde ve küçük kızının baba özlemini de. Bir babadan, atadan “Kızım” kelimesini işitmek, tüm yolları ferahlatacak ve kapıları ardına dek açacak en büyük anahtardı. Ölümlerin, yokluğun, yalnızlığın ardından hep babalarına sığınmak istiyordu küçük kızlar. Babalar evden uzaklaştıkça onlar bavullara küsüyordu. Yıllar geçiyordu, uzakta olan babalar öldüğünde, küçük kızlar her şeye alıştığını ve içindeki o sesi susturduğunu zannettiğinde bile; o ölüm anı her şeyin eskisi gibi olduğunu gösteriyordu. Vildan Özcan küçük bir kızın ağzından dünyayı yerinden oynatacak ‘baba özlemini’ anlatıyordu.

ABD

Yazarı: J. Samira MİR

Amerika’nın Medineli kadınları...  Batılı bir kadının kendi isteğiyle İslam’ı seçtikten sonra karşılaştıkları… Hangi yana dönerse dönsün, hiç bitmeyecek izlenimi veren sorular, sorgulamalar. Amerika’nın Medineli kadınları ve onların herkesten farklı duruşları. J. Samira Mir hikâyesinde Lokman Suresini unutmayan, Nusaybe’nin ve sahabe eşlerinin izinden giden kadınları anlatıyor. Uhud savaşından bu güne, Kadın ve İslam sentezinde kendine has lirik ifadeleriyle hiç bilmediğimiz kapıları aralıyor. Göçmenlerin, kendini dokunulmaz ve özel sayanların ya da ne yapacağına karar veremeyenlerin dünyası olan Amerika’dan bir birini tamamlarcasına üç hikâye yayınlanıyor bu kitapta. Çünkü Amerika’da birbirine yabancı hayatlar yaşıyor kadınlar. Amerika’nın aslında çok bilinmeyen yaşam hikâyelerinde; kadınlar Müslüman oluyor, geleceğe yürürken sahabe kadınlarını unutmuyor, uhud savaşında yaşananlar onların da yolunu aydınlatıyor. 21. yy ın Müslüman kadınları ise çizilmiş sınırları aşıp, Allah’a yürüyenler kervanında Nusaybe’nin ardında bu güne ışık tutuyor.

TÜRKİYE

Yazarı: Zeynep ZELAN

Terk edilmenin kılavuzu yoktur diye başlıyor eteğindeki sözcükleri dökmeye, Zeynep Zelan. Kadının ‘kol kırılır, yen içinde kalır’ sözlerini, toparlanma vakitlerini, kahraman ve cesur çocukluk günlerinin ardından ‘kadın’ olma vurgusuyla değişen hayatları anlatıyor. Yolda bir kadın… Kadının elinde bavul… Bavulun içinde hüzün… Hüznün yanında bir çocuk… Çocuğun elinde saksı… Saksıda son sardunyalar. Sardunyaların içinde terk edilmiş bir hayat. Hayatın içinde yol. Zeynep Zelan kadının dünya halini; bir kadın, bir çiçek, bir çocuk denklemiyle anlatıyor. Yeryüzü hüzünleri ise kadın kalbinde ‘dünya hali’ avuntusuyla bir süre daha kalbin dışına sızma ayacak izlenimi veriyor.

ROMANYA

Yazan: Mihai Eminescu

Şimdi masal tadında bir şiir koy önüme. İçinden geçsin mercan saraylar, mağrur gençler, saçlarına yıldız dizilmiş Romanyalı kadınlar. İçinden, gemiler, akşam olunca güneşin yerini dolduran ay ve gözleri sevgiyle bakan genç bir kız geçsin. Bu şiir bir kadına yazılmasın ama dünyanın tüm kadınları bu şiirden bahtına bir ay ışığı çıkartsın. Sevgi sözcükleriyle büyütülmemiş, hep bir yanları eksik kalmış kızlar; bu şiirle sevgiye dair kapılar açsın. Hikayat denilen o büyülü sözcük; bir masalın, bir destanın, bir şiirin içinde okunsun Mihai Eminescu’nun kaleminin değdiği yerlerde. Masal bu ya, gökten düşen elmaların üçü de dünyada hep sevgiyi arayan kızların olsun.

İsteme Adresi

Aylık Kadın Dergisi TURUNCU

Atatürk Bulvarı 143/18

Bakanlıklar/ANKARA

0312 419 75 42–43

[email protected]