Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun “Ortadoğu'nun, Kafkaslar'ın ve Balkanlar'ın en büyük ülkesiyiz, bu bölgede düzen kurucu ülke biz olmalıyız” şeklindeki açıklaması, bazı çevrelerde ciddi bir şekilde eleştirildi. “Davutoğlu sözlerini iyi seçmeli, dikkatli olmalı” türü uyarılar yapıldı.
“Düzen kurucu ülke olma” iddiasının bu kadar açıkça dile getirilmesinin sakıncalarına dikkat çekildi ve bu açıklama sanki iyi düşünülmeden yapılmış gibi algılandı. Çünkü böylesine iddialı bir söz, belki kapalı kapılar ardında, belki çok yakın çevre içinde söylenebilirdi ama dünyaya ilan eder şekilde söylenmezdi.
Davutoğlu;
“Balkanlar deyince çatışma, Kafkaslar deyince etnik farklılıklar ve Ortadoğu deyince gerilim akla geliyor. Biz bu üç bölgenin en güçlü ülkesiyiz ve bu bölgedeki düzenden kendimizi sorumlu hissediyoruz. Türkiye hemen tüm komşularından coğrafi, askeri ve ekonomik olarak çok daha büyük. Dolayısıyla düzen kurma misyonu bizimdir” diyordu.
“Donmuş krizler, donmuş sınırlar, elimizde patlamaya hazır bombalar gibi. Türkiye'nin kendi iradesi ile mevcut durumu değiştirerek donmuş krizleri çözme basiretini göstermesi gerekiyor” diyordu.
Başbakan Tayyip Erdoğan da, 11 Aralık 2007'de aynı şeyleri söylüyordu: “Türkiye enerjisini iç çatışmalarla tüketen bir ülke olmaktan çıktı. Bugün Türkiye'yi dikkate almadan bölge değil dünya dengeleri içinde de hesap yapılamaz...”
Açık söyleyeyim, “düzen kurucu ülke olma” sözünü ilk anda ben de bir meydan okuma gibi algıladım. Çok iddialı bir sözdü. Ancak son yıllarda bölgesel düzeyde yapılanları dikkatle izleyen bir kişi olarak; Türkiye'nin “yüz yıl sonra” meydan okumaya giriştiğini açıkça söylemiş, yazmıştım zaten. Bütün sözlerin ötesinde, bu bir meydan okumaydı gerçekten de. Türkiye'nin kendini yeniden kurması, yeniden tanımlaması, yeni bir yürüyüşe çıkmasıdır. Bu yüzden bölgemizde tarihin seyri önemli ölçüde değişecektir. Bu bir hayalcilik değil, bölgesel ve küresel konjonktürün çok iyi okunmasıdır. Türkiye'nin önüne süreci tersine çevirecek engeller çıkarma konusunda niyetler zayıflarken, imkanlar da daralmaktadır.
Eleştiri ve uyarılar sonrasında Davutoğlu'nun ne söyleyeceğini özellikle merak ediyordum. Geri adım atmadı. Sözlerini güçlü bir şekilde savundu hatta daha da sağlamlaştırdı. Utku Çakırözer'in kaleminden Akşam gazetesinde yayınlanan açıklamadan izleyelim.
“Yeni düzenin kurucusu Türkiye olacak” diyen Davutoğlu, Türkiye'nin kendisini ve bölgesini ilgilendiren dünya meselelerinde 'düzen kurucu, öncü rol oynaması gerektiğini' ve dış aktörlerin de Türkiye'nin bu rolünü benimsediğini açıkladı.
Davutoğlu'nun tespitleri şöyle: “Düzen kavramını bilinçli olarak kullanıyorum. Soğuk savaş düzeni kalktı ama yeni düzen kurulmadı. Bunu kuracak aktörler soğuk savaşta olduğu gibi sadece iki aktör değil. Mesela Kafkasya'da düzeni Sovyetler ile ABD oturur tartışır ve kurarlardı. Ama şimdi Irak örneğinde görüldüğü gibi ABD tek başına kuramıyor. Gürcistan örneğinde görüldüğü gibi Rusya da kuramıyor. Başarı kazandı ama bir düzen kuramadı. Sadece kendi çıkarını koruyan bir statü tahkim etti.”
Tezleri şöyle: Bizim dediğimiz Türkiye'nin düzen kurucu rolü. Gerek Ortadoğu gerek Kafkaslar'da yeni düzen kurulması gerekir. Bunu kurarken biz aktif rol almak istiyoruz. Bu bir emperyal dürtü değil, bir gereklilik. 'Yeni bir düzen kurulması lazım, başkaları kursun, biz sonra intibak ederiz' deyip geri çekilebilirsiniz. Ama bu Türkiye'nin büyüklüğüne, ulusal çıkar anlayışına yakışmaz. Ya bir kaos yaşayacağız ve bu bizim işimize geliyor diyeceğiz ya da biz bir düzen fikrinin öncülüğünü yapacağız. Türkiyesiz bir düzen kurulamaz. Dış aktörler bile Türkiye'nin düzen kurucu rolünü benimsiyor. İsveç'teki AB toplantısında 27 bakana konuştum. İki saatlik oturumun bir saat on beş dakikasında ben konuştum. Ben emperyal dürtüyle, 'Osmanlı'nın çocuğuyum, dinleyeceksiniz beni ha yoksa falan' demedim.'
“Rol üslenen değil düzen kuran ülke”nin genişlemesi, açılımları, etkileri bundan sonra daha çok tartışılacak. Öteden beri Türkiye'nin yeni durumunun algılanması konusunda sıkıntılar olduğu bir gerçek. Bazıları ezberlerini bozmak istemiyor. Yeni sözler söylemekten, yeni tespitler yapmaktan daha doğrusu gerçekleri görmekten çekiniyor.
Kürt açılımı, Ermeni açılımı, Suriye-İsrail gerilimine müdahale, Suriye-Irak gerilimine müdahale, Kafkaslar'dan Kızıldeniz'e kadar her olaya müdahil olma bu demektir iste!
Biz bu yüzden; Demokratik Acılım Projesi'ni, Kürt Açılımı'nı, Ermenistan'la sınırların açılmasını ve soykırım konusunu da içeren anlaşma kapılarının açılmasını, bundan sonra gündemimize gelecek başka sürpriz gelişmeleri bu yeni durumun sonucu olarak görüyoruz. Türkiye, bu sorunlarla yüzleşiyor, çözüm arıyor. Ama aslında Türkiye kendisi hakkında karar veriyor. Bundan sonra Türkiye'nin iç sorunlarına, dünya ile ilişkilerine, tarihsel sorunlarına 20. yüzyılın Türkiye'sinden bakanlar durumu algılamakta çok zorlanacak.
(YENİ ŞAFAK, 09 EYLÜL 2009)