Amerika çekilme takvimi çerçevesinde Irak'taki güçlerini azaltıp, Bağdat yönetimini güçlendirirken. Kuzey Irak yönetimi çekilmeyi mümkün olduğunca ertelemeye çalışırken. İşgal döneminin kamplaşmasının sonucu olarak Arap-Kürt gerilimi tırmanırken. Kuzeydeki bölgelere merkezi ordu mensupları yerleştirilirken. Başta Türkiye olmak üzere, birçok ülke Arap-Kürt intikam savaşını önlemeye çalışırken.
Bağdat'la çok güçlü ilişkiler kuran Türkiye, K. Irak yönetimiyle de hızla yakınlaşırken. Tam bu sırada “Kürtler Türkiye ile birleşmek istiyor” gibi raporlar tartışmaya açılırken.
Abdullah Öcalan'ın, 15 Ağustos'ta, “son unut” olduğu iddia edilen, “Yol Haritası” açıklaması beklenirken. Türkiye, bütün kurumlarıyla, hem K. Irak'taki yakınlaşmayı daha da hızlandırma hem de içeride yeni bir Kürt açılımı sağlama üzerine yoğunlaşırken.
Bir dizi örnek çözüm modellerinden sonra, aslında nitelik olarak birbirine hiç benzemeyen; 150 bin kişinin hayatını kaybettiği Cezayir'deki iç savaşı sona erdiren çözüm, “Cezayir Modeli” olarak tartışmaya açılırken. En önemlisi de, bölgesel konjonktür Türk-Arap yakınlaşmasını ve Türk-Kürt yakınlaşmasını tek yol olarak herkesin önüne koyarken.
Endişe edilen Kürt-Arap geriliminin üstesinden gelinirse, önümüzdeki aylarda bölgede şaşırtıcı ve son derece olumlu gelişmelerin yaşanması kuvvetle muhtemel. Türkiye, İmralı'dan yapılacak açıklamayı resmen olmasa da dikkate alacak. “Çözümün adresi Abdullah Öcalan'dır” söylemi şu an için kabul edilebilir görünmese de dolaylı etkisini gösterecek gibi. Bağdat'la bir nevi entegrasyon içine giren ve bunu çok önemseyen, bölge için “model ilişki biçimi” olarak gören Ankara'nın, “İmralı'ya kırmızı ışık, Erbil'e yeşil ışık” şeklindeki yaklaşımı, bir süre sonra “çözüm yolunda her olumlu öneriye yeşil ışık” şekline dönme ihtimali ortada. Türkiye'nin gelecek perspektifini büyük oranda Kürtlerle ilişki belirleyecek. Bölgesel pozisyonunu da Bağdat'la ilişki şekillendirecek.
İşte; K. Irak'la yakınlaşma geri dönülmez noktaya doğru ilerlerken, içeride Türkiye'nin en derin sorununu çözmeye yönelik radikal hazırlıklar yapılırken Bağdat üzerinden bir çeşit bölgesel örgütlenme yöntemi deneniyor. Geçtiğimiz yıl temeli atılan, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 10 Temmuz 2008'deki Bağdat ziyaretiyle “Yüksek Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyi” olarak tanımlanan “model” için Ekim ayında yeni bir Bağdat ziyareti yapılacak. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, Bağdat'taki görüşmelere hazırlık toplantısından sonraki açıklamaları, bu modelin Türkiye için ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz yıl yapılan anlaşmalar yeterince tartışılmadı Türkiye'de. Erdoğan'ın Bağdat ziyareti sırasında imzalanan “özel ortaklık” anlaşmaları iki ülke ilişkilerinin geleceğinin “gizli anayasası” niteliğinde. “Alman-Fransız ekseni”ne benzetilen, Türkiye'nin hiçbir ülke ile yapmadığı türden ileri düzeyde ortaklıkların, gelecekte bölgesel düzeyde bir projeye dönüşmesi tartışılıyor. Anlaşmada güvenlikten ekonomik ortaklıklara, turizmden enerjiye, Irak'ın inşasından kültürel ortaklıklara kadar bir çok alanda “entegrasyon”a benzer düzenlemeler yer alıyor. Her yıl Başbakanlar ve icracı bakanların bir araya gelip değerlendirme yapması gerekiyor.
Bu yüzden söz konusu anlaşma için “Gizli Anayasa gibi ortaklık” ifadesini kullandım. Gördüğümüz kadarıyla bütün bölge için bir model olmanın ötesinde anlamlar içerdiği için.
Türkiye'nin sabırla attığı bu adımların sonuçları şimdi ortaya çıkıyor. Bu yüzden, içeride Kürt sorununa ilişkin radikal adımların atılacağı ortamın oluşmasına paralel biçimde, bir yandan Kuzey Irak'la yakınlık ortaklıklar düzeyine yükselecek diğer yanda Türkiye öncülüğünde bölgesel ulus üstü yapılanmalar kendini gösterecek gibi. Olağandışı bir gelişme olmazsa, Kürt-Arap çatışması türü talihsizlikler yaşanmazsa önümüzdeki günler çok şey gösterecek sanki. İşgalden bu yana ilk kez fırsatlar kapısı aralanıyor.
(YENİ ŞAFAK, 22 TEMMUZ 2009