ONİKİNCİ
Ön söz yazmak âdetim değildir. Yazdıklarım ortadayken onları
takdim etmeyi, hele hele savunmayı hiç sevmem. Yayımlamak eldeki malzemenin
ortaya dökülmesidir. Bundan sonra söz hakkı okurun ve eleştirmenindir. Yazar
istediği kadar durumu kurtarmaya çalışsın, nafiledir. Ok yaydan çıkmıştır.
Ama bu kez elinizdeki yeni kitabımla ilgili ‘bir şey’ yazmak istedim ya da kendimi yazarken buldum. Yine de yazdığım ‘şey’ kitap hakkında olmayacak. Yaşadığım bir duygu durumu var, bunu uzun zamandır aşamıyorum; belki onu aşamayışım beni ‘bu şeyi’ yazmaya itiyor.
Öykü kitaplarımın oniki âdet olmasını nedense önemsemiş (belki de İslami gelenekteki oniki sembolizminin etkisiyle) bunu da yer yer söylemiştim. Hatta abartarak söylemiş olmalıyım ki İrem Ertuğrul bir gün, “Hocam lütfen bunu söyleyip durmayın! Sanki ölecekmişsiniz gibi!” diye uyardıktan sonra söylememeye gayret ettim. Sonra “Oniki öykü kitabım olsun istiyorum” demeyip arzumu İrem’in anekdotu üzerinde anlatırken yakaladım kendimi.
Bu kitapla birlikte oniki oldu.
Oldu da ne oldu? Hiçbir şey. Sadece niceliksel bir artış. Sanat işinde niteliğin önemli olduğu açıktır, ama insan niceliksel olarak da bir yer tutmak istiyor galiba. (Peyami Safa’da mı okumuştum, niceliğin de önemli olduğunu).
Birçok öykücünün ömründen daha uzun bir yazı hayatım oldu hamdolsun. Gerek öykü gerekse sanat-edebiyat üzerine yazdıklarımla ilgili olarak bir itminan duygusu yaşıyorum. Bu itminan bence önemli; insan, yıllar süren emeğine bakıp da “İyi oldu. Değdi.” diyebilmeli. Buradaki büyük tehlike, söz konusu itminanın ‘züğürt tesellisi’ olmasıdır. Kendi çalışmalarıma karşı acımasız olabiliyorum, hepsinin tek tek ‘sıkletini’ biliyorum ve bundan sonra “İyi oldu” diyebiliyorum. Ancak benim böyle demem, başkalarının züğürt tesellisi demesine mani değildir; zaten niyetimin de onları savunmak olmadığını söyledim.
İtminan duygusunun tuzağı, insanı yıllarca gösterdiği çaba ve gayretten biraz uzaklaştırmasıdır. ‘İyi oldu’ duygusu beraberinde ‘daha ne olsun’u getirebilir. Asla getirmemeli. Çünkü anlatılacak daha çok hikaye ve aranacak çok biçim var, yoksa ne diye yazılsın ki! Ama bunları bilmek yine de yaşadığım itminanı ve dolayısıyla bir rehaveti engellemiyor.
Çocuk için bir dönem her nesne yenidir, bu nedenle nesneyi hayretle karşılar, eliyle ve özellikle dişleriyle deneyimlemeye çalışır. Onun için öğrenmenin başkaca yolu yoktur. Bu manada kitaplar karşısında hayretim hiç geçmedi; her birinden ayrı şeyler öğrendim. Çocukça bir hayret ve merakla hepsine el atmaya çalıştım, buna güç yetiremeyeceğimi bilsem de. İşte belki bu hayret beni yazmak konusunda diri tutacaktır diye umuyorum, yoksa bu itminandan kurtuluş olmayabilir.
Söylediklerim öyküye bir veda değil. Allah aklımı korudukça masa başında öykü yazarak ölmek isterim.
Nedendir bilmem, bunları söylemesem olmayacaktı.
Söyledim, oldu mu?
Sanmam.
Ama söylemesem hiç olmayacaktı, çünkü bu oniki meselesi benim için giderek bir engele dönüşmeye başlamıştı.
Allah’ın eli engellerimizi aşarken hep elimizin üzerinde olur inşallah.
Tabii ki yazdıklarımızın, ‘o gün’ gelip karşımıza çıkarıldığında yüzümüzü ağartması duasıyla…