Menu
Yol Niyeti Aşınca: İbn-İ Battuta’nın Filistin Seyahati
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Yol Niyeti Aşınca: İbn-İ Battuta’nın Filistin Seyahati

Yol Niyeti Aşınca: İbn-İ Battuta’nın Filistin Seyahati



Niyet Midir Uzun Olan Yol Mu?

“O gece damda uyurken bir rüya gördüm. Bir kuşun kanadı üzerine binmişim. Bu kuş beni kıble tarafa götürdükten sonra önce Yemen’e sonra doğuya, sonra tekrar güneye yöneldi, daha sonra tekrar doğuya yöneldik; karanlık yemyeşil bir yere vardık. Beni orada bıraktı.” İbn-i Battuta bu rüyayı gördüğünde hac niyetiyle çıktığı yol üstündeki duraklarından olan İskenderiye’de, Mürşidî isimli şeyhin zâviyesinde, bir damın başındaydı. Rüyasını yorumlayan Mürşidî, seyyahın çıktığı yolculuğun haccın çok ötesine uzayacağını, Fars, Hint, Yemen ve Türkistan illerine kadar gideceğini söylediğinde seyyahın niyeti çoktan yolunu aşmıştı. Yolculuk uzun rüyasında gördüğünden de ötelere gidecek, o zamanda bilinen dünyanın büyük bölümünü gezdirecekti. İbn-i Battuta çıktığı uzun macerada ömrünün yirmi sekiz yılını bu yollarda geçirecekti. Bu, günlük ortalama on bir kilometre yol yürümesi demekti. 

İbn-i Battuta’nın hac farizasını ifa etmeden önceki durakları sırasıyla Kuzey Afrika, Mısır, Filistin, Şam bölgesidir. Seyyah yola çıkma amacını kutsal toprakları görmek arzusu olarak açıklasa da sonrasında bu seyahat, adını seyyahlar kitabesinin en üstlerine yazdıracak uzun, doyurucu ama zorlu bir sürece evrilir. İbn-i Battuta, doğuda Japonya kıyılarına, kuzeyde Sibirya sınırına, güneyde ise Yemen’e kadar uzanan geniş bir coğrafya içinde deveran eder, gezdiği yerlerde de hem kültürel hem tarihsel birikimi heybesine doldurur. Seyyahlar bir yerden gelip geçen ve oranın siyasi erki ile herhangi bir çıkar ilişkisi olmayan kişiler olduğundan yazdıklarının kendilerinden sonrası için verdiği güven, vakanüvislerle kıyas dahi edilememeli belki de. Tebaası oldukları coğrafyalar ve hâkimleri için abartılı övgüleri olduğu hakikatse de yurtlarına uzak coğrafyaların halkları ve siyasi otoriteleri için tarafsız bir göz olarak aradığımız döneme atılacak objektif bakış anlamında işlevleri oldukça fazla. İbn-i Battuta’nın bilimsel tarih yazıcılığına kaynak sayılabilecek çokça anekdotu arasına da bugünün sancılı coğrafyalarına bin yıl öncesinden bakma imkânı sunan parçalar dağılmıştır. Söz konusu imkânın bize nasıl kapı araladığını ve bölgenin uzak tarihsel arka planında çizilen resmin neye benzediğini görmek için İbn-i Battuta’nın Kudüs’ün fethinden bir asır sonra Filistin coğrafyasında yaptığı seyahate göz atmak gerek.

Karışıklıklar, Anlamlandırmalar

Esasen seyyahın Filistin seyahati bazı yönlerden tartışma konusu. Tartışmaların başını da mezkûr coğrafyayı gezip gezmediğini sorgulatacak raddeye getiren Amikam Elad gibi bazı araştırmacılar çeker. Elad, Kraliyet Asya Topluluğu Dergisi’nde yayınlanan İbn-i Battuta'nın Filistin'deki Seyahatlerinin Açıklaması: Orijinal mi? isimli makalesinde rıhlenin bu bölümünde seyyahın yazdıklarının orijinal olmadığını, kendisinden evvel bölgeyi gezen Abderi’nin yazdıklarının doğrudan alıntılanması olduğunu beyan ediyor. Abderi olarak tanınan Muhammed b. Muhammed’in eseri er-Rıhlet’ül Mağribiyye, 1289’da hitama ermiş ve neşredilmiş. İbn-i Battuta’nın başvuru kitapları arasında olma ihtimali yüksek bir kaynak. İbn-i Battuta yahut onun seyahatini direktifleri doğrultusunda kaleme alan İbn-i Cüzeyy’in bölge hakkında yazılmış, dönemin eserlerinden biri olan Abderi’nin eserinden faydalanmış olması ihtimali elbette var. Zira İbn-i Battuta, bir yeri ziyaret ederken tıpkı bugün bizlerin yaptığı gibi o yer hakkında yazılmış eserleri okumuş olabilir. Uzun zaman boyunca gezen birinin gezdiği yerleri karıştırmış olması ya da oraya dair tuttuğu bilgileri kaybetmiş olması da mümkün. Sonrasında Abderi’nin eserini baz alarak ilgili bölümü yazmıştır belki de. Ancak tüm bu “olabilirler” onun bölgeyi gezmediğine dair delil de sayılamaz. Çünkü kendisinden evvel bölgeyi gezen meşhur Endülüslü seyyah İbn-i Cübeyr’den, Bekrî’den yahut Ömerî’den yararlandığını da zaten açıkça beyan etmiştir. A. Sait Aykut da bu yöne işaret eder. Ona göre İbn-i Battuta, Filistin’i kesinlikle gezmiş ancak yazıya aktarımında birtakım karışıklıklar yaşamış olabilir. Elad gibi H.A.R. Gibb de seyyahın Filistin ziyaretindeki bazı kronolojik kopukluklar üzerine kafa yorar. Tezini seyyahın 1326 Temmuz’unun on yedisinde Kahire’den yola çıkıp 7 Ağustos’ta Şam’a varmasına dayandırır. Ona göre seyyahın bu güzergahta en hızlı yolu izlemesi için doğrusal bir rota çizmesi, yolu üzerindeki bazı şehir ve kasabalara mecburen uğraması ve bahsetmesi gerekir. Ancak seyyah denizle içeri Filistin arasında zikzaklı bir yol izleyerek yolu uzatmıştır. Gibb, bu sebeple bahsedilen süre içerisinde Kahire ile Şam arasını alamayacağına bir kanıt kabul eder. Dolayısıyla seyyahın bölgeyi ziyaretine şüpheyle yaklaşır. Elad, bu durumu seyyahın bu rotasının zaten Abderi’den kopya olması ile açıklar. Kulağa daha mantıklı gelen ise A. Sait Aykut’un yaptığı açıklama. Seyyah Kudüs ziyaretinde bahsettiği bazı kasabaları aslında bölgeye ikinci kez geldiğinde gezmiştir. Ancak yazıya geçirme sırasında ya seyyah ya da İbn-i Cüzeyy bir hata sonucu bu gezisini ilk seyahatle ilişkilendirmiş olabilir. 

Seyyahın Filistin ziyaretine dair bu kısmen akademik ve teferruatlı açıklamaları neden yaptım? Çünkü İbn-i Battuta’nın aşağıda okuyacağınız üzere Filistin bölgesi ve İslam’ın üçüncü haremini barındıran Kudüs’e dair malumatları, Haremeyen’e dair verdiklerine kıyasla oldukça az ve tarihsel anlamda yetersiz gibi. Bu yüzden seyyahın Mekke ve Medine’ye dair tafsilatlı ve tarihsel anlamda altı dolu bilgiler sunması karşısında Kudüs ve Filistin’e dair sundukları daha kısıtlı. Bunun bana da mantıklı gelen nedenini anlatmadan esas konuya girmek istemedim. Bu nazarla bakıldığında büyük bir seyyah olan İbn-i Battuta’nın Kudüs ve Filistin hakkında verdiği bilgiler kısıtlı evet, ancak muadili olan başka bir kaynakla da mukayese edilemez. Zira seyyahın özellikle şehirlere, halklarına ve yaşayışlarına dair yaptığı güçlü gözleme bölgeyi ele alan dönemin başka seyyahlarında pek rast gelemeyiz. Bu anlamda kısa ama özlü bir bilgi birikimi sunar İbn-i Battuta. 

Uzattım Yolumu 

Hac rotasının Kahire’den güneye inen istikameti yerine tam tersi yönde kuzeye doğru kıvrılır seyyah. Sina bölgesi o günlerde de şimdiki gibi sınırdır. Filistin’i de içine alan geniş anlamdaki Suriye ile Mısır’ı birbirinden ayırır. Moğolların ajanlık faaliyetlerini engellemek için pasaportun atası sayılacak izin belgeleri olmayanların karşılıklı geçişleri yasaklanır. Bu yöntemin uygulandığı Katya’da bir nevi gümrük işlevi gören merkezin günlük bin dinar geliri olduğunu söyler İbn-i Battuta. Bir dinar 4,23 gram altındır. Güzergâh, bedevilerin himayesine teslimdir. Gece olunca çöldeki ayak izlerini temizler bedeviler. Sabahında bir ize rastlarlarsa iz sahibini yakalayıp cezalandırma yetkileri de vardır. Seyyah bu sınırı kendisi gibi Mağribli bir memurun hemşericiliği sayesinde rahatça geçer. Filistin topraklarında vardığı ilk şehir Gazze’dir. 

1326 yazında vardığında şehri caddelerinin bakımlılığı, nüfusunun kalabalıklığı ile över. Bazı mescitlerin çevre duvarlarının yıkılmış olmasından şikâyetçidir ama yine de güzelliklerinin yerinde olduğunu teslim etmeden geçmez. Memluk valisi Emir Câveli’nin yaptırdığı büyük camiinin beyaz mermerden minaresi aklında kalmıştır mesela. Mimari eserlere dair kalıp cümleleri ile güzelliğini metheder. 

Gazze’den Filistin içlerine doğru yola çıkar. Zikzaklı yolculuk başlar. Gazze’den sonra sırasıyla önce El Halil, ardından Beytüllahim ve Kudüs’e gider. Sonra yönünü deniz tarafa verip Askalan’a gelir. Bir zaman sonra tekrar içerilere yönelir. Remle ve Nablus üzerinden Aclûn’a varır. Ardından tekrar denizden tarafa verir yönünü. Bilad-i Şam’ın güzel Akdeniz kenti Akka’dadır. Sonra Sur, Sayda derken Taberiye ve Celile. Seyyah Filistin’i Filistin yapan yerlerin tamamını gezer. Kimisinde heyecan kimisinde hayret. Ara ara kutsal toprakların yeniden İslam sancağı altına girmesinden dolayı duyduğu övüncü gizlemez.

Gazze’nin ardından yolunun düştüğü El Halil’in manevi havası seyyahın ruhunu büsbütün sarar. Çünkü El Halil’de İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf ve Lût peygamberlerin, Hz. Hüseyin’in kızı -ki kabrindeki kitabede “ışıyan yıldızlardan doğan kızın mezarı” yazmaktadır- Fatıma’nın kabirlerini ziyaret eder ardı ardına. İbrahim, İshak ve Yakup peygamberler ile eşlerinin kabirlerinin olduğu mescit ve içindeki mağarayı detaylıca anlatır. Seyyahların bu denli detaylı anlatımları, görmeyen gözler için birer tahayyülat vesilesi. Dönemin medya araçlarından birisi seyyahların kitapları malum. İbn-i Battuta da müşahitliğinde özellikle okuyanın ilgisini cezbedecek coğrafi ve mimari tasvirleri derinlemesine kullanmaktan geri durmaz. O, çoğu zaman gittiği yerde insana ve insana dair ögelere öncelik verse de çevresel olarak etkilendiği unsurları da metnine serper. Aynı zamanda anlattıklarına dini metinleri referans verir. Bunun sebebi hem seyyahın içinde bulunmuş olduğu kutsal mekâna dair yaşadığı aydınlanmayı okuyanlarla paylaşması hem de dayanaklandırma isteği. Hz. İbrahim’in türbesinde ve Hz. İsa’nın doğduğu Beytüllahim’de Hz. Peygamber’in ikişer rekât namaz kıldığını bildiren hadisleri de bu sebeple sıralar. İnsan bir mekânı gezerken o yerin tarihsel süreç içerisindeki öneminin farkına vardığında başka bir gözle bakmaya başlar çünkü. Tarihin bir noktasında hikâye dönmüş dolaşmış, ayakları kişiyi olduğu yere taşımıştır. Mekânın insanın geçmiş ile temasına imkân tanıyan gerçek üstü yönünü bilen seyyah, sırf orada bulunmak ile manevi bir his denizine dalar.  

 O Güzeldir Her Zaman, Çünkü Kudüs

“Sonra buradan Kudüs’e hareket ettim.” diye devam eder İbn-i Battuta. Bundan güzel az cümle vardır diller yaratıldı beri. Kudüs’e doğru yola çıkmak, yönünü ondan tarafa verip yürümekten güzel az eylem vardır yine. Çokça sır da Kudüs’e uzanan yolda içkindir. Yolu üstünde Yunus Peygamber’in kabrini ziyaret ettiğini söyler mesela. O her ne kadar kabir dese de kastettiği aslında bir makamdır. Makam kültü, İslam’da önem atfedilen bir şahsiyetin bir süre zaman geçirdiği mekanları tanımlar. Mezkûr mekânda da Yunus Nebi’nin bir yıl kadar konakladığı bilindiği için onun adına bir ziyaretgah kurulmuştur. Halk arasında kabirlerle makamların daima karıştırıldığına emsal bir durum esasen. Zira Yunus Peygamber’in kabrinin Ninova’da yani bugünkü Musul’da olduğunu biliyoruz. 

Kudüs’e varmadan Beytüllahim’e uğrar. Hz. İsa’nın doğduğu yerde doğumundan hemen önce Hz. Meryem’e uzatılan meşhur hurma ağacının izini sürer. Hristiyan hacılarla doludur Beytüllahim. Gelen ziyaretçilere ziyafetler verilir. Hristiyanlar arasında Hz. İsa’nın doğum yerinin Beytüllahim değil de Nasıra olduğu konusundaki çekişmeler o zamanın da malumudur ancak seyyah konunun detaylarına pek girmeden İslam’ın kabulüne göre Hz. İsa’nın burada doğduğunu açıkça beyan edip geçer. Onun bazı bölgelerde yerler üzerine yaptığı ihtilaf tartışmalarını Filistin’de pek yapmadığını görürüz. Bu durum da seyyahın yazıya aktarım sırasında bölgeye dair aklında kalanları olduğu kadarıyla ve eski kaynaklardan yapılan aktarımlarla vermiş olmasından kaynaklı. 

Beytüllahim’den çıkan seyyah nihayet mukaddes şehirlerin üçüncüsü Kudüs’e varır. Şehri gayet büyük ve binalarını yontma taştan diye tarif eder. Şehri fethettiği zaman kale duvarlarının bir kısmını Sultan Selahattin Eyyubi’nin yıktırmış olduğuna dair bir halk söylencesini tekrarlamışsa da A. Sait Aykut buna dair bir kanıtın olmadığını, duvarların Selahattin soyundan Melik İsa döneminde işe yaramaz hale getirildiğini, Sultan Baybars’ın ise Haçlıların zapt edip tekrar kullanmasını engellemek için tamamen yıktırdığını söylüyor. Şehrin bugünkü surları Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılır. Şehre dair kısa bir görünüm sunan seyyahın Kudüs’teki ilk kutsal durağı elbette Beyt’ül Makdis yani Mescid-i Aksa olur. 

İbn-i Battuta mescidi gayet sanatkarane, eşsiz güzellikte, altın yaldızla ve çeşitli rengarenk nakışla süslü olarak tarif eder. Daha öncesinde gezdiği mekanlarda yaptığı gibi detaylı ve teknik ölçülerine de yer verir. Doğu-batı ve kuzey-güney arası uzunluğunu Malikiye ölçüsüyle verir. Mescit geniş, çatısız bir meydandan ibarettir. Seyyah burada bugünkü okurlar için kafa karıştıracak bir bilgi verir. Geniş ve çatısız meydanı tarif ettikten sonra “Sadece Mescid-i Aksa diye bilinen mekân çatı ile örtülüdür.” Der. Halbuki onun ve Kubettüs Sahra’nın da içine dahil olduğu büyük alanı öncesinde kutlu mescit diye tarif etmiştir. Burada seyyah muhtemelen kendi dönemindeki okurun bu ayrımın farkına kolayca varacağını bildiğinden detaylandırmaya ihtiyaç duymaz. Ama bugün bizler için bu tanımlama biraz havada kalabilir. Aslında izahı pek de kolay. Nasıl Kâbe’ye çevresiyle birlikte Mescid-i Harâm diyorsak Mescid-i Aksâ’ya da çevresiyle birlikte Harem-i Şerif denilir. Bu alanın tamamına Mescid-i Aksâ da denilir kimi zaman. Kıble Mescidi olan kapalı yere de. Bu kavramla aslında eski Kudüs’te yerden kırk metre kadar yüksekliğe ulaşan ve surlarla çevrili, Kubbetü’s-Sahra’nın da içinde olduğu kutsal alanın tamamı kastedilmektedir. 

Yahudilerin Tapınak Tepesi dediği büyük alan, dönemin canlı şahidi olarak yaşadıklarını kaleme alan Peter Tudebous’un hatıratındaki korkunç tablonun da şahididir. Tudebous, Birinci Haçlı Seferinde şehir zapt edilirken bu tepede akan Müslüman kanının askerlerin dizlerine ulaştığını ve kanın tıpkı yağmur sonrası sel sularının taşıdığı gibi cesetleri taşıdığını söyler. Katliamın katılımcılarından birinin ağzından yazılan eserde Kubettü’s-Sahra’nın da uzun bir zaman haçlı komutanının konutu olarak kullandığından bahsedilir. Sonra tepesine bir haç eklenerek kilise yapılır. Templum Domini olur adı bir süre. “Tanrımızın Tapınağı” anlamına gelir. Aksa da Tapınak Şövalyeleri’nin merkezi olur. Templum Solomonis derler ismine. Süleyman’ın Mabedi. İbn-i Battuta’nın gezisinde bir-iki yüzyıl önce yaşanan bu korkunç hadiselerin yarattığı travma da gözlenir. Dönemin Müslümanlarını olayların nasıl etkilediğine değinir seyyah. Müslümanların şehrin yeniden hâkimi olmaları ile Hristiyanların konumlandırıldıkları sosyal statüyü (tarihi açıdan önemli olan kiliselere girerken vergi vermek zorunda olmaları gibi) de göz önüne serer. Fetih sonrası Kudüs’te İslam’ın toplumsal olarak yeniden nasıl hüküm sürdüğünü göstermesi açısından İbn-i Battuta mühim bir kaynak, burası kesin. Ancak insan, verdiği bilgilerin çok daha fazlasına dair izlenim edindiğini bilince ve yazıya geçmediğini düşününce kaçırdıklarımıza hayıflanmadan da edemiyor. 

İbn-i Battuta, Kubettü’s-Sahra için Kıble Mescidinden daha detaylı bir tasvire girişir. Kubettü’s-Sahra’nın nicel ve nitel evsafını bir güzel sıralar. Daha önce kitaplarda okuduğu, belki hayaline daldığı bir yapının karşısındadır. Hz. Peygamber’in göğe yükselirken bastığı kayanın karşısında, kubbe üzerine asılı Hz. Hamza’ya atfedilen kalkanın altında kendi imanının müşahedesini bizzat yaşar. Tüm bunları anlattığı bölümde izine azca rastlansa da yine de hissel olarak “o mekânda” olmanın kendisine verdiği hazzı duyumsatır. Uzaklardan gelen bir Müslüman olarak İslam’ın kalbi sayılan bir şehirde ve tarihin akışında yer alan bir anda bulunmak onun için de heyecan vericidir besbelli ki. 

İbn-i Battuta’nın Kudüs’te Bulunan Bazı Mübarek Mekanlar başlığı altında verdiği yerler arasında Cehennem Vadisi’nin kenarında Hz. İsa’nın göğe yükseldiği mabet, Rabia Bedeviyye isimli bir Bedevi sufi kadının kabri, Hz. Meryem’in kabrinin olduğuna inanan Hristiyanlarca çokça hürmet gösterilen Meryem Ana Kilisesi ve Kumame (Kutsal Kabir) Kilisesi yer alır. Seyyah bunlardan bazılarının yalnızca Hristiyan inancına göre öyle kabul edildikleri için kutsal saydıklarını da ekler. Belki de bu yüzden pek detay vermez. Bir inceleme ve açıklamaya tabi tutmaz. Ancak yukarıda belirttiğim bir hususa değinmeden de geçmeyecektir. Kudüs’ün yeniden fethi ile Müslüman idaresine giren şehirde her Hristiyan, dinlerince mühim kabul ettikleri kiliselere ve yerlere girerken Müslümanlara belirli bir vergi ödeme ve bazı aşağılayıcı hareketlere katlanmaya mecburdur. Bu davranış şekli iki yüz yıldan uzun bir zaman Haçlı yönetiminde maruz kalınan haleti ruhiyenin bir yansıması gibidir. 

Kudüs seyahatinin sonunda seyyah tanıştığı âlimlerden bazılarını isimlerini sayarak över. Aralarında Gazzeli alim ve kadı Şemseddin Muhammed b. Salim Gazzi, İmadeddin Nablusi, Şıhabeddin Taberi, Erzurumlu Ebu Abdurrahman b. Mustafa da vardır. Hatta seyyah bu sonuncusundan bir nevi fahri talebeliği sayılabilecek tasavvuf hırkası alıp giymiştir. 

Sona Doğru

Seyyah Kudüs’ün ardından Askalan’ı ziyaret eder, “Şehirler içinde pek azı Askalan’ın güzelliğine sahipti.” diye övecektir onu. Hz. Hüseyin’in mübarek başının Mısır’a götürülmeden önceki mezarı olmakla ün bulan mescidi görür. İlkin Aslan Yürekli Richard’a karşı savunma savaşı veren Selahaddin Eyyubi döneminde 1191’de boşaltılır, sonrasında Haçlılarla bir olan İlhanlı Abaka’ya karşı savaşan Baybars döneminde tamamen harap olur şehir. Güzelliği Bilad-i Şam’ın her yerinde bilinen Ömer Mescidi’nin duvarları ve sütunlarından başkası kalmamıştır misal. Neml Suresi’nde bahsedilen vadinin olduğu yer olarak kabul gören Neml Vadisi’ni de Askalan’ın dışında diye tarif eder. Vadinin adı kitabı kerimde zikredildiğinden lezzetli fakat gür olmayan suyunu halkın bereketli saydığını ekler. Askalan kabristanındaki sayısız şehit mezarını görür. Seyyah Askalan’dan sonra sırasıyla Remle, Nablus, Aclun Akka ve Taberiye taraflarını da gezer. Bu bölgede dinler tarihi ve İslam tarihi için önem arz eden kişilerin makam ve kabirlerini ziyaret eder. Sahabeden Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Muaz b. Cebel’in kabrini görür. Salih Peygamber, Şuayb Peygamber ile Hz. Musa’nın hanımı olan kızının, Süleyman Peygamber’in kabirlerine uğrar. Ardından Hz. Yusuf’un atıldığı kuyu olarak bilinen kuyuyu da görür. Ez cümle buralara dair verdiği malumatlar dinler tarihi açısından kıymetli ve belirleyici ancak kısıtlıdır. Bu yüzden asıl ziyaretinin merkezi Kudüs ve çevresi sayılır. Seyyahın notlarının bir kısmının zayi olduğunu da bildiğimiz için elinde kalanlar ile bizlere sunduğu bilgiler dahi bölge hakkında önemli bir kaynak olarak karşımızda durur. Tarihi şahsiyetlere dair bildirdiği isimlerin dönemin resmi tarihi kaynakları ile karşılaştırması yapıldığında birçoğunun birebir karşılık bulduğu da düşünülünce İbn-i Battuta’nın anlattıklarına kuşkuyla yaklaşmak için pek bir neden yok gibi. 

İbn-i Battuta’nın Filistin ve civarına dair izlenimleri bölgede özellikle fetih sonrası toplumsal ve dine dayalı sınıfsal sürecin nasıl sürdüğüne dair önemli bir kaynak. Eser sayesinde bölgenin 14. Yüzyıldaki genel görünümüne bakarak sonraki süreçlerin hatta günümüzün siyasi tablosunun ortaya çıkışının nasıl bir arka plana yaslandığını ve yayıldığını görebiliriz. Çünkü bölgenin önceki dönemlere nazaran daha huzurlu geçecek beş yüzyıllık sürecinin başlangıcı olması adına da seyyahın gezdiği tarih önemlidir. Bu durum bize de bir ders verir aslında. İbn-i Battuta seyahatnamesinde okuduğumuz birtakım çıkarımlarla tarihin nasıl bir seyirde aktığına ve huzurun coğrafyaya uzun bir zaman nasıl yayılmaya başladığına şahitlik ederiz ve gereken dersi çıkarırız. Yahut tarihten hiçbir ders çıkarılamayacağını yine tarihin kendisinden öğreniriz. Tercih bize kalmış.



Kaynaklar:

İbni Battuta Seyahatnamesi İki Cilt, Çeviri: A. Sait Aykut, Yapı Kredi Yayınları, 2020. 

Bir Tanığın Kaleminden Birinci Haçlı Seferi, Peter Tudebodus, Kronik Kitap, 2019

TDV İslam Ansiklopedisi- İbni Battuta Maddesi.

World History Encyclopedia – İbni Battuta Maddesi.

The Description Of The Travels Of Ibn Battuta In Palestine: Is It Original? Amikam Elad, Journal of the Royal Asiatic Society, 2011, sf. 256 - 272



M. Fatih

 1991 doğumlu. Çukurovalı. KTÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Öyküleri ve yazıları Post Öykü, Alandayız, Mahalle Mektebi, Hece, Hece Öykü ve Fakirane ‘de yayınlandı. Kafkasya asıllı olan yazar Anadolu, Orta Asya, Ortadoğu, Kafkasya mitolojileri ve halkiyatı ile Orta Çağ Seyahatnameleri üzerine araştırmalar yapıyor. Aynı zamanda F-Graphi Tasarım Stüdyosu’nda dijital sanat çalışmalarını sürdürüyor.Yazarın ilk öykü kitabı Misak’ın Aynaları, 2019 yılında; ikinci öykü kitabı Ben Denizlerden Hangisiyim? 2021 yılında Ketebe Yayınları’ndan çıktı. Misak’ın Aynaları, 2020 Zeytinburnu Öykü Festivali’nde İlk Öykü Kitabı Ödülü’ne layık görüldü.Eserleri ile katkı sağladığı kitaplar ise şunlar: Dengbej Hikâyeleri: Yüzünü Örtüyor Sesin (2019), Perdenin Ötesine Bakmak / Yazarın Sineması (2019), Evden Uzakta (2020), Seyyahlar ve Kâşifler Kitabı (2020), Korkut Ata Ne Söyledi? (2022) Bursa’nın Bitmeyen Hikâyesi (2022).

Daha fazla görüntüle