Kuala Lumpur, Aralık 2006
İstanbul'dan Kuala Lumpur'a uçmak neredeyse dünyanın yarısını katetmek demek. İşte Akdeniz'de nefes almak için su yüzüne çıkmış bir balina gibi uzanan Kıbrıs adası. Akdeniz'in kıyısında çayiçmek için insanı davet eden Suriye ve Lübnan toprakları. Kuveyt'ten okyanusa uzanan bitmez tükenmez kum denizi. Ve ıssız çölün her yanına dağılmış, deve boynu gibi sürekli inip kalkan petrol pompaları.
Ve dünyanın sudan ibaret olduğu idrakini pekiştiren okyanus sonsuzluğu. Bu sonsuzluğun ortasında başka bir dünyanın varlığına işaret eden tek unsur gemiler. Be'nin altındaki nokta gibi.
Ve insanda gerçek bir ülke ve devlet algısını uyandıran, uçmakla bitmeyen Hint kıtası.
**
Kuala Lumpur hava alanı, fiziki alan olarak dünyanın en büyük hava limanlarından birisi. Şehir merkezine 70 km. uzaklıkta. Bağımsızlığına kavuştuktan sonra Malezya fiziki yapılarda "en büyükleri" yapma konusunda iddialı.
Tropikal bilgede olması dolayısıyla her mevsimde yemyeşil bir ülke. Şehrin yerleşiminde de yeşilliği korumak için özel bir gayret göstermişler. Dünyanın en yüksek kulelerinden birisi olan Kuala Lumpur Kulesinin inşaatında, bir ağacı kesmemek için projede, maliyeti epey artırıcı bir değişiklik yaptıklarını, ağacın üzerine koydukları bir tabela ile duyuruyorlar.
Kuala Lumpur, kelime olarak "azgın akan nehirlerin birleştiği yer" anlamına geliyormuş. İngilizlerin sömürge döneminde yönetim merkezi olarak inşa ettikleri Hint tarzı küçük kubbeli bir kaç binanın dışında şehre rengini veren bütün yapılar yakın dönemde inşa edilmiş çok katlı binalar. Bazı yapılarda, ticari olduğu kadar, İslam mimarisinin özelliklerinin canlandırılması iddiası da var. Kuala Lumpur Kulesinde bunu açıkça belirtmişler. Maliye Bakanlığı'nın şehrin hakim bir tepesinde yer alan binası, uzaktan bakıldığında, binadan çok klasik bir kale kapısını andırıyor.
Yönetim fonksiyonları için Kuala Lumpur'un 60 km güneyinde Putracaya isimli yeni bir kent oluşturulmuş. "Purta" prens, "putri" prenses anlamına geliyor. "Racaya" başarı demek. Putracaya, ilk başbakanlarının ismi imiş. Yönetim merkezine onun adını vermişler.
Putracaya'nın merkezinde görkemli bir cami var. Diğer binalar, bu camii merkez alarak konumlandırılmış. Devlet dairelerinde neredeyse çalışanlardan başka hiç kimse yok. Bunun sebebini, vatandaşın devletle olan işlerini elektronik ortamdan yürütmesi olarak açıklıyorlar.
**
Malezya'nın nüfusu 28 milyon. Nüfusun %55 kadarını Malaylar, %30'unu Çinliler, %10'nu Hintliler oluşturuyor. Malayların tamamı müslüman. Çinlilerin büyük çoğunluğu Budist, Hintliler Hindu dinine mensup. Ayrıca Hristiyanlar ve bazı küçük azınlıklar da var. Irk, din ve kültür olarak çok renkli bir toplum. Sokakta, özellikle bayanların giysilerinde bu renkliliği kolaylıkla gözlemlemek mümkün. Belki ülkenin en büyük gücü, farklılıkların bir arada yaşatılmasından geliyor. Bu renkliliği de her fırsatta vurguluyorlar. Geçmişte farklı din mensupları arasında birtakım çatışmalar olmuş. Devlet bu problemi ortadan kaldırmak için eğitim sisteminde bütün çocuklara, kendi dinleri dışındaki dinleri de tanıtıcı bilgiler verilmeye başlanmış.
Ülke 13 eyalet halinde yönetiliyor. Medeni uygulamaların dışında ülke genelinde ortak bir hukuk düzeni geçerli. 11 eyalette sultanlık sistemi var. Sultanlar, sadece evlenme - boşanma gibi dini konulara nezaret ediyor. Sultanlardan her birisi beş yılda bir ülkenin sultanı oluyor. Kuala Lumpur'daki Sultanlık Sarayının kapısında sadece iki muhafız bekliyor. Onlar da daha çok gelen turistlerle fotoğraf çektiriyorlar. Yönetimde etkileri olmasa da ekonomik olarak sultanlar hala ülkenin en güçlü kişileri durumunda. Kuala Lumpur'daki en değerli araziler sultanlara ait.
Ülkenin en güçlü adamı seçilmiş başbakan. Ülke; Malay Ulusal Organizasyonu (UMNO), Malay Çin Birliği (MCA) ve Malay Hint Kongresi (MIC) partilerinin oluşturduğu Milli Cephe koalisyonu tarafından yönetiliyor. Seçimler beş yılda bir yapılıyor. Parlamentoda 177 milletvekili, 68 senatör var.
Bağımsızlık mücadelesi veren tek topluluk oldukları için devleti yönetme ayrıcalığı Müslümanların inhisarında. Çinliler ticarete hakim. Hintlilerse daha çok alt kademe işlerde çalışıyorlar. Devlet imkanlarından ayrıcalıklı olarak yararlanma rehaveti, ilerleyen yıllarda müslümanların ticaret hayatında gerilemelerine yol açan unsurlardan birisi olmuş.
**
Türkiye'yi "modern bir müslüman ülke" olarak algılıyor ve Türkiye'deki din anlayışını kendilerine çok yakın buluyorlar. Türkiye'nin Avrupa Birliğine girme teşebbüsünü ilgiyle izliyorlar. Galatasaray'ı ve Hakan Şükür'ü tanıyorlar.
**
Günlük hayattan bazı Kelimeler:
Kadar: oran
Fikir: düşün
Pusat: merkez
Salah: yasak
Mahkeme: mahkeme
Tamam: park
Makanan Islam: İslam lokantası
Hanım: bayan ismi olarak kullanılıyor
Minare: Kule
**
Ekonomisi dört temel unsura dayanıyor: Elektronik parça ve alet üretimi, petrol, palm yağı ve timbu ağacı. Palm yağı margarin üretiminde, timbu ağacı mobilya sektöründe kullanılıyor. Sanayi tesisleri Singapur yakınındaki bir bölgeye toplanmış. İşsizlik yok denecek kadar düşük seviyede.
**
Cuma hutbesine imam kılıç kuşanarak çıkıyor.
Camiler ferah ve bakımlı. Hanımlar camilerde görünür ve etkili.
**
Hindu tapınaklarında inek, koyun, keçi, fil, yılan gibi çok sayıda hayvan heykelleri yer alıyor. Bana mihmandarlık yapan Hindu dostum Gopalan'a bu varlıklara niçin tapındıklarını soruyorum. Gopalan, bilgili ve dindar bir hindu. Putlardaki bu çeşitliliği, İslam'daki Allah'ın isimlerine benzeterek açıklamaya çalışıyor. Kendilerini beslemesi nedeniyle ineği aile fertlerinden birisi olarak gördüklerini, bir aile ferdini nasıl öldüremeyeceklerse, ineğin de bu nedenle kesip etini yemediklerini belirtiyor.
Hindular tapınma törenlerini davul ve zurna çalarak gerçekleştiriyorlar. Tapınağın bir köşesindeki küçük bir bölmeye bir kişi girip bir süre dua ediyor. Bu kişi dua ederken dışarıdakiler de davul ve zurna çalarak onun duasının bitmesini bekliyor. Bir süre sonra içerideki kişi örtüyü kaldırıp topluluğun karşısına çıkıyor. O anda toplulukta büyük bir coşku dalgalanması oluyor. Tören sonunda herkese yiyecek bir şeyler ikram ediliyor.
Bazıları da tapınak içindeki putların karşısına geçip onlara tek başına dua ediyor.
Batu Mağarası, 100'den fazla basamakla çıkılan, mağara içi yüksekliğinin 15 metreden fazla olduğu çok etkileyici bir mekan. Hindu tapınağı olarak kullanılıyor. Mağaranın içinde beş adet tapınma alanı var.
75-80 yaşındaki bir kadın, muhtemelen ömründe hiç kesmediği metrelerce uzunluktaki beyaz saçlarını sırtında taşıyarak bir putun önünde diz çöküyor.
Hindu dininde kastlara göre değişen tapınma şekilleri var. Benim şahit olduğum belki de en alt kast sistemine ait tapınma biçimidir.
**
Çin (Budist) tapınağında, yan yana duran altın sarısı üç büyük heykel var. Tapınmak için putların önünde bulunan minderlere dizlerinin üzerinde çöküyor avuçlarını birleştirerek yüzlerine götürüyorlar. Üç heykelin ayrı güçleri olduğunu belirtiyorlar.
Tapınağın çıkışında, tütsü biçiminde çubuklar var. Onları da yakıp orda bulunan suya bırakıyorlar. Bu da tapınmanın bir başka çeşidi imiş.
Tapınağın bahçesinde, Hindu tapınağında olduğu gibi çok sayıda hayvan heykeli var. Budistlerde de, Hindularda olduğu gibi belirgin bir tanrı kavramı yok.
**
Hava sıcaklığı her zaman 28-30 derece aralığında. Bahardan başka mevsimleri yok. Tropikal bölge olması nedeniyle çok sık yağmur yağıyor. Hele yağmur ormanlarına gidiyorsanız, en güneşli günde bile yanınızda yağmurluk bulundurmanız gerekir.
Yağmur sıcak yağıyor. Ormana pikniğe gelenler küçük şelalelerin döküldüğü havuzlarda çimip eğleniyorlar. Bayanlar çoğunlukla elbiseleriyle giriyorlar suya.
Yağmur ormanlarında çok sayıda maymun var. Mihmandarımız, ağaç dalları arasında zıplayan maymunlara karşı dikkatli olmamız konusunda uyarıyor. Ansızın elinizdeki yiyeceği kapabilirler.
Bazı maymunlar, göğüslerinin altında, dört ayaklarıyla kendilerine sarılmış yavrularıyla birlikte zıplayıp duruyorlar.
**
Şehir içinde ağaca karşı gösterilen duyarlılık, şehir dışına çıktıkça zayıflamışa benziyor. Yol boyunca, villalar inşa etmek için ağaçların ortadan kaldırıldığı çok sayıda inşaat alanı göze çarpıyor.
Yağmur dengesini koruyan son ağaç hangisidir diye soruyorum kendi kendime.
**
Malay ırkı, genellikle narin yapılı hoş insanlar. Hızlı yeme alışkanlığı, bisküvi ve çikolata tüketimi çocukların fizyonomisini değiştirmeye başlamış. Özellikle otellerde çok sayıda yeni nesil çocuk tipi görmek mümkün.
**
Malaka, Kuala Lumpur'un 160 güneyinde, okyanus kıyısında bir sahil kenti. Malezya 1403 yılında Java adalarından buraya gelen Hintli bir prens tarafından "Malaka Prensliği" adıyla kurulmuş. Hintli Prens, bölgeye gelen Müslüman Arap Tüccarlar vasıtasıyla müslüman olmuş. Malaka Sultanlığı 100 yıldan fazla bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmüş. 1511'de Portekiz sömürgesi olmuş. 1957'ye kadar değişik dönemlerde Hollanda, İngiliz ve Japonların istilasına uğramış.
Sömürgecilerin yaptıkları ilk iş kıyıda küçük bir kilise inşa etmek olmuş. Daha sonra, şehrin en hakim yerine daha büyük bir kilise inşa etmişler. Bugün her ikisi de metruk ve harap durumda.
Malaka'da sömürge döneminden kalma çok sayıda yapı hala kullanılıyor. Küçük bir Alman ve Portekiz azınlık burada yaşamaya devam ediyor.
**
Malaka - Kuala Lumpur yolu üzerinde bir timsah çiftliği var. 150 cm. kadar yüksekliğinde duvarla çevrilmiş birkaç ayrı alanda yüze yakın timsah barındırılıyor. Timsahların bir kısmı sanki dondurulmuş gibi hareketsiz duruyorlar. El-kol hiç hareketlerine hiçbir tepki vermiyorlar. Bize mihmandarlık yapan hindu sürücümüz timsahların bu hareketsizliklerini çok uzun süre koruduklarını, bir defa karınlarını doyurduklarında 6 ay hiçbir şey yemeden hayatta kalabildiklerini belirtiyor. Bu hareketsizlikte enerji kullanımını en aza indiryor olmalılar.
Timsahlar, ülke içindeki nehirlerden yakalanıp buraya getirliyor imiş. Burada bir hayvanat bahçesinde buluması gerekenden çok fazla sayıda timsah var. Mihmandarımız bunların insanlara zarar vermemesi için nehirlerden toplandıklarını açıklıyor.
Bazılarının kuyruğu veya bir ayağı kopmuş durumda.
**
Singapur, Nisan 2005
Endonezya ile Malezya arasında sıkışmış bir ada ve şehir devleti. 4,5 milyon nüfusu var. Nüfus, Malezya'da olduğu gibi burada da Çin, Hindu ve Müslümanlardan oluşuyor. Burada çoğunluğu Çinliler oluşturuyor (%76). Yönetim de onların elinde. Müslümanların oranı %15 kadar. Uyumlu bir toplum. Farklılıkları içselleştirebilmişler. En yaygın ve milli dil Malayca. Bunun dışında üç resmi dilleri daha var: İngilizce, Çince ve Tamilce. Banliyö trenlerinde bütün dillerden açıklayıcı bilgiler var.Anonslar da tüm dillerde birden yapılıyor.
Singapur Havaalanı, içinde çarşıları, sosyal yaşam alanları ve tabii ki çok sayıda mağazasıyla uzun bir kapalı çarşı gibi düzenlenmiş.
Singapur, pazarlanan bir marka. Bunu daha uçağa binerken hissediyorsunuz. 4,5 milyon nüfusa karşılık 12 milyon turist çekiyorlar. Neredeyse nüfuslarının üç katı. Sergileyebildikleri değerler; güzel bir havaalanı ve bir liman, Manhattan'a özenen gökdelenler, temiz caddeler, sömürge döneminden kalma üç-beş bina ve renkli bir toplum. Bol miktarda alışveriş merkezi, bir de dağlardaki vahşi kaplanlar.
Havaalanında, bütün dinlere açık bir "ibadet odası" var. En fazla ve neredeyse sadece müslümanlar tarafından kullanılıyor. Namaz kılmaya gelen bir polis memuru ile sohbet ediyoruz. Türkiye hakkında genel bilgilere sahip. Toplumsal ilişkilerde bir problem yaşamadıklarını belirtiyor.
Mescide girdiğimde, müslüman olmadıkları belli olan iki kişinin bağırarak konuşmalarına şahit oluyorum. Daha doğrusu birisi, ağlayan diğer arkadaşını susturmaya çalışıyor. Ben girince susuyorlar. Arkadaşını teskin etmeye çalışan açıklamada bulunma ihtiyacı hissediyor: Arkadaşının depresyon geçirdiğini, onu sakinleştirebileceği en uygun yer olarak burasını seçtiğini belirtiyor. Doğru yerde olduklarını söylüyorum.
Evet, Singapur pazarlanan bir ülke. Ve bunu çok profesyonelce yapıyorlar. Havaalanından transit geçen yolcular için şehre ücretsiz turlar düzenliyorlar. Kalmak isteyenler için havaalanında vize veriyorlar.
Mihmandarımız, Singapur'un hiçbir ülkeye vize uygulamadığını, ancak kaçak göçmenler konusunda çok katı davrandığını açıklıyor. Böyle birisini yanında barındıran kişiler de ağır cezalara çarptırılıyor.
Toplumdaki çeşitliliği açıklamak için Çinlilerin, Müslümanların, Budistlerin ve Hristiyanların yılbaşı günlerinde tatil yaptıklarını söylüyor.
Banliyö gişesinde, başında takkesiyle bir memur oturuyor.
Mihmandarımız, Çin kökenli bir hanım. Sosyal güvenlik sistemlerini soruyorum. Emeklilik yaşının 65 olduğunu söylüyor. Ve ekliyor: Gerçekte biz hiç kimsenin emekli olarak maaş almasını istemiyoruz. Çünkü doğal kaynakları olmayan bir ülkeyiz.
Sosyal güvenlik sistemi hastalık sigortasını kapsamıyor.
Singapur, İngilizlerin bir tasarımı, ancak daha çok da Çin pragmatizminin bir ürünü. Karşılaştığım Çinlilerden, terk edemeyecekleri hiçbir kutsalları olmadığı izlenimini ediniyorum. Tek hedefleri başarmak. Başarıya götüren her araç mübah. Bu komünizm de olabilir, kapitalizm de.