Evvelotel, Ayfer Tunç’un son öykü kitabı. Kitapta birbirinden bağımlı bağımsız öyküler yer almakta. Bağımlı diyorum, konuyla ilişkilendirdiğim ya da kısa kısa öykülerin tek bir konu çerçevesinde düşünülen bir öykü kitabı olduğu anlaşılmasın. Birazdan da dile getireceğim üzere, belli başlı kavramlar, iç dünyalar, istekler ve tatmin olamamış arzular her öyküde hemen hemen var ve aynı duyguları barındırıyor bu imgeler. Kişilerin aynı hikâyede olması değil, aynı istekler içerisinde, aynı buhranlar ve yalanlar içerisinde olması önemlidir bütünlük açısından düşünüldüğünde. Çocuklar zaten hep masumdur, katlanabilmelidir aldatılmalara. Ruhunu dindirememiş, dindirebildiği bir yer, bir kadın, bir çevre arayan, bazen bulan bazen bulamayan ve kinini kusabilen kahramanları olan öykülerde saklıdır çocuklar ve hüzünlüdür. Yeri geldiğinde ebeveynlerini terk eder, aldatmanın olmadığı bir dünya için, bir yaşam için kaçar tufanlardan.
Öncelikle “otel” imgesinin kitapta sıkça yer aldığını ifade etmeliyim. Başlıkla da beraber düşünülmüş “otel” imgesi. Yalnızlıkların yaşandığı, insanın hayat arkadaşından kaçınıp başını sokabildiği, aldattığı başka bir kadınla güzel zamanlar geçirebildiği mekân... Evvelotel öyküsünde veya Kibir öyküsünde ya da diğer öykülerde yer aldığı üzere, otel insanın olması gerektiği yerde olmadığı için -olamadığı için de diyebiliriz- gittiği bir yer olarak kullanılmış. Peki, olması gereken yer neresidir insanın? Elbette mutlu olduğu, tatmin olamayıp azgınlaşmış arzularını gerektiği yerde zincirleyebildiği, kendisine ve çevresindekilere yalan söylemediği bir yer. Yalansız nefes alabildiği; kendini kandırmanın üzerini köpüklerle örtmediği, yalansız bir yaşamda, yalansız bir evde... Evvelotel’de böyle bir ev yok. Bu evin bulunmasına aralık bırakılmışmış. Sahne kurgulanmış ve okuyucu ister istemez kitabı tamamlamak zorunda bırakılmış. Okuyucuya sızdırmadan okuyucuyu müthiş bir şekilde metne dâhil ediyor Ayfer Tunç.
Otel imgesini okuyucuya aslında gidilmemesi gereken yer olarak göstermiş Ayfer Tunç. Otele gidilebiliyorsa eğer, ortada tevekkül edemeyen, nefsinin istekleriyle boğuşan, kimi zaman çevresindekilere zarar veren kimi zaman da başka bir kadınla bu ıstırabını hafifletmeye çalışan birileri olduğu muhakkak. Kimi yerde karısını aldatan adam oteldedir, kimi yerde abisini kaybeden kişi. Normal birisi otele gidemez, mutlaka bir acısı, hüznü ya da eşini aldattığı bir kadın olmalıdır otelde. Sadece otelde değil, apartmanın başka bir dairesinde ya da başka bir evde de arzularına kavuşabilir, kendisini aldatabilir... Aldatmaların olduğu bir çağdayız, malum. Kimi yerde Süslü Yenge aldatır kocası saydığı adamı, kimi yerde de Süslü Yengeyi sevdiğini söyleyen yalancı bir Baba. Aldatılmaların yaşandığı girdaplarda boğuluyoruz. Evvelotel, girdapları gözler önüne sermekle kalmıyor, okuyucuyu girdaba sürüklüyor.
Evvelotel’de güneşin açmasını, içimize sinen bir katrenin hüznü dağıtmasını, kısacası mutlu sonu beklemiyoruz ama okuyucu öyle bir yerde bırakılıyor ki, ölmeyi bile düşleyemiyor; çaresizce nefes almak zorunda kalıyor. Evvelotel’de okuyucu kitabın kahramanı oluyor ve hangi rolde oynayacağını da bilmediğinden şaşkın bir şekilde içine gömdüğü çığlıkları dinlemek zorunda bırakılıyor.
Sigara, aldatan insanın, hayat arkadaşını aldattığı kişi ile aldatılan insanın tek ortak değeri. Sigara azıcık da olsa acıları, tatminsizlikleri hafifletiyor. Dumanıyla suyu örten köpük gibi örtüyor ihtirasları, çaresizliklere demir alınıyor... Sigarayla bulanıklaştırılıyor dünyalar, törpüleniyor arzular. Sigarayla kaçınılıyor gerçeklerden...
Gözlere harmanlanmış yalnızlıkların fitil fitil burnundan getirildiği öykülerde televizyon hep açıktır. Gerek Hiçbir Hikâye Göründüğü Kadar Temiz Değildir öyküsünde olsun gerekse de Acılezzet öyküsünde olsun televizyon sessiz de olsa kapanmaz. Pişmanlık senaryoları oynanır televizyon ile iç âlemlerde. Hayatın, yalanların, acıların üzerini örten bir köpük gibidir televizyon. Kahramanları gerçek yaşamdan alıkoyarak, pembe panjurlu düşlere götürüyor.
Argo tabirlerin aynen kitaba aktarılmış olması ise, olayları gerçekliğe yakınlaştırmış. Şöyle ki “Hiç Kusurun yok. Bok yok.” gibi ya da “ Amerikalıların selfmake’in bokunu çıkardıklarını düşündüm; kendin yap, kendini tedavi et, kendini tanı, kendini geliştir; - bence uğraşmamalıydı insan kendisiyle bu kadar...” gibi argo kavramın ya da “dram mram” gibi ikilemelerin öykü dilinde kullanılmış olması gerçekçilik, olayı hemen kafada canlandırma ivmesi kazandırmış okuyucuya.
Evvelotel’e gitmemenizi tavsiye eder, arayanlara ise aynanın karşısına geçmelerini istirham ederim...