Bu gece Ankara parçalı bulutluymuş
Chicago’da bıçak gibi kesiyormuş değdiği yerirüzgâr
Colambia ise bahardan çalınmış bir havaeşliğinde sabahlamayaniyetlenmiş
Biri kuzeyde,biri güneyde,biri de çok doğudaymış bu şehirlerin
Gelzaman git zamanbütün şehirler iç içe geçmiş
Çünkü Allah, aşklarımümkün kılmayı severmiş
Yazıma Şiraze’nin mektubundan cümlelerle başladım. Uzun zamandır takip ettiğim bir isim Şiraze. 2000 yılında Ay Vakti dergisiyle tanış olup o günden beri aynı dergide istikrarlı bir şekilde yazan bir kalem. Bu konuda Ay Vakti’ ni özellikle takdir etmek gerek. Günümüzdeki edebiyat dergilerine baktığımızda kapakta hep belli başlı isimlerin sıralandığını görürüz. Belli isimlerin belli dergilerde istikrarlı bir şekilde yazması iyidir elbette ama her sayıda en az iki yeni isme de yer verilmeli diye düşünüyorum. Nihayetinde dergiler de edebiyatın laboratuvarıdır. Gençlere el vermek, yol yordam öğretmek, onların içindeki cevheri açığa çıkarmak da ilke edinilmeli. Genç yeteneklere sırtını çevirip kibirli hal takınan, lobileşen dergilere bu doğrultuda pek sıcak bakamıyorum. Ay Vakti, Şiraze’nin içindeki cevhere zemin hazırlamasa böylesi güzel mektuplardan habersiz olacaktık.
Dergiyi elime alır almaz önce Şiraze’nin mektubunun olduğu sayfaya gidiyordu elim. Şiirsel dil, lirizm, arayış, egzotik tatlar, yol hali, yoğun duygulara eşlik eden farklı mekânlar, genel kültürle, gelenekle, telmihlerle harmanlanmış cümleler beni kendine çektiğindendi bu öncelik. Bunu derginin Genel Yayın Yönetmeni Şeref Akbaba ile paylaştığımda Şiraze’nin aynı zamanda Naz Ferniba olduğunu söyleyince şaşırmıştım. Aynı dergide Şiraze adıyla yer alan mektupları "Saklı Mektuplar", Naz Ferniba adıyla yer alan öyküleri de “ Zemheri" adı altında Ay Vakti tarafından kitaplaştırıldı.
Şiraze, mektuplarında hayatın inişlerini çıkışlarını, hüznü, sevinci, aşkı, sevgiyi, yol halini kendi yatağını bulan evrensel bir nehir gibi akıtır. Evrensel nehir diyorum çünkü mektuplarında diyar diyar gezdirir okuru. Ankara’yı kendine merkez seçip oradan başlayarak dünyanın değişik noktalarından Şiraze’ye seslenir Saklı Mektuplar’ da.
Prut kenarına götürür, Morovya tepelerine çıkarır, ayaklarımızın altından Elbe Havzasını kaydırır, Manş’tan Kuzey Buz Denizine mevc büyütür, sırra kadem çekmek ister gibi And Dağlarının gerisine çeker sizi. Tren vagonlarına binip Jakarta’yı, Fatsa’yı, Varto’yu, Mogadişu’yu elinizle koymuş gibi buldurur. Hudutları, çekilmiş kan olarak görür Cizre’de. Nil’in hırçınlığını, Zerefşan’ın kırgınlığını, Amur’un haşinliğini hissettirirken her gittiği yerde bir nehir kenarında konaklatır okurunu.
Elbruz’da buz zamanı bekletip Malkar’dan yayılan bir efsaneyi duyurur titrek sesiyle. Frunze’ye Tibet yaylasından inen baharı, Asya steplerini bölen trenleri, Selenge’ye kavuşan Tuul’u; velhasıl birçok dağı, ovayı, vadiyi, nehri, şehri, ülkeyi mektubuna konuk eder.
Yazarın birkaç dil biliyor olması, birçok ülke görmüş olması ve yaptığı doktora çalışmasının onun kalemine zenginlik kattığını söyleyebiliriz.
"Kim olduğunu görebilmek için kimilerine yazmak, kimilerine konuşmak, kimilerine çizmek, kimilerine enstrüman çalmak, kimilerine şarkı söylemek düşer. Naz’ın da bahtına yazmak düştü." diyerek yazma serüvenini kendi var oluşunu anlamlandırma yazgısı olduğunu vurgular bir söyleşisinde.
Kendini bulma arayışında olan yazar aynı zamanda bulunmayı da isteyen yanını vurgular.
"Önüm arkam, sağım solum sobe diyorum
Kimseler yok, sobeleyecek kimsecikler yok
Ben de duvardaki tabloyu, çekmecedeki düğmeleri, pencereden görünen evleri, yoldan geçen arabaları sobeliyorum;
Sonra kaçıp saklanıyorum kendime
Kimse beni bulamıyor, bulamıyor Şiraze"
Mektuplarındaki "yalnızlık" vurgusu da altı çizilesi bir ruh halidir. Kendisiyle yapılan bir söyleşide suyun kabın rengini alması gibi Şiraze de Şiraze’sinin rengine boyandı zaman içinde ve külliyen onunla bütünleşti. Hz. Ali’ye atfedilen manidar bir söz vardır. "İnsanı tanıyan yalnızlaşır." Şiraze de bu süreçten geçti, der. İşte bu hal, onun mektuplarına da sirayet etmiştir.
El’an Şiraze gün yüzünü dönerken geceye, tırmanıyorum içimdeki Altay’a; ben hep tırmanıyorum Şiraze. Tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım, annem düşüyor aklıma bir ara. Annem Şiraze, hep uzağımda. Bir gelse diyorum. Sanki bitecek yorgunluklarım, işte o an başlayacak evcilik oyunlarım. El’an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle; sevmek de sevilmek de benim bir türlü içinden çıkamadığım. Altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım; yalnızlık Yusuf’un kuyusu, içine düşen ben Şiraze.
Bazen kendine yöneltilen eleştiri buluruz satırlarında.
İnsan olan anlar, dediler.
İnsan olan hem anlar hem yapar, dediler.
İnsan olan hem anlar hem yapar hem de teslim olur dediler, dediler Şiraze.
Ben’in anlamayışına, ben’in yapmayışına, ben’in teslim olmayışına öfkeliyim Şiraze.
Ben şair değilim, hiç olmadım, olmak için de çabam oldu diyemem dese de yoğun ve derin aşk duygusunu şiir tadında sunar okuruna. Mektuplarında alt alta dizili, bazen koyu punto ile vurgulanan kısımlar şiir değil de nedir? Tam manasıyla denemeyle şiirle yoldaş olmuş edebi mektuplardır Şiraze’nin mektupları. Bir fon müziği eşliğinde okunası mektuplar…
Aşk hikâyesini farklı mekânlarla bütünleştirerek anlattığı için bir resim etkisi bırakıyor okurda adeta. Mektuplarda anlatılan duygu yoğunluğu kadar mekanların da altı çizilmelidir bu hususta.
Başıma doladığım sarı yazma memleket kokulu. Prut kenarındayım; bakıyorum akışına, sarı yazma başımda diyor bana."hayattan kaçanlar bende boğulmaya gelir."Şiraze, ne gam yetemem sana, ne bana, ne dualarından adım düşmeyen canana. Ürperdi tenim, kılıç keskin Şiraze. Kimsenin umursamadığı dik bir kayadan başkası olamadım. Kayaların da kırılabileceğini hiç düşünmüyorlar Şiraze.
Aşkı tanımlamaktan ziyade aşk halini yaşayan ve yaşarken hissettiklerini aktaran bir kalem.
Cinnah’ta kış donardı, ben donardım Şiraze. Ellerimin çatlaklarından akan kan canımı yakardı; eldiven taksam Şiraze sanki hep kış kalacaktı. Kış bana gelir, ben kışa karşı dururdum; o güler ben somurturdum. Bir salep sıcaklığında Şiraze, aşkı unuturdum.
Şiraze’nin hayat yolculuğunda değişen ama tutarlılığını koruyan bir nehir öykü misali mektupları buluruz Saklı Mektupla’da. Her mektubunun ayrı bir romanı yazılabileceğini söyleyen yazara bu doğrultuda Şiraze’nin nehir romanlarını da yazması temennisiyle diyorum.