Bir şiir işittim ve bu şiirin ardına düşüp defalarca okudum. Bir şiir, dünyayı değiştirmeyebilirdi ama dünyamızı değiştirebilirdi zannımca. Şairi bir askerdi.31 Mayıs 1916’dan başlayıp, 10 Ocak 1919’a kadar süren ve destanlaşan Fahrettin Paşa’nın Medine müdafaasının ardından, maalesef ki Fahreddin Paşa’nın ve askerlerimizin Medine’den ayrılırken gözyaşları içinde okudukları şiirdi bu şiir. Kuşatma altında, Fahreddin Paşa’nın ihtiyat mülazımı İdris Salih Bey tarafından yazılmıştı.
Bir ulü’l emr idin emrine girdik;
Ezelden bey’atli hakanımızsın.
Az idik, sâyende murada erdik,
Dünya ve âhiret sultanımızsın.
Unuttuk İlhan’ı, Kara Oğuz’u;
İşledik seni gözbebeğimize,
Bağışla ey şefî’ kusurumuzu
Bin küsûr senelik emeğimize.
Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur,
Şımardık müjde-i sahabetinle.
Gönlümüz ganîdir, gözümüz toktur,
Doyarız bir lokma şefaatinle.
Nedense kimseler dinlemez, eyvâh!
O kadar sâf olan dileğimizi
Bir ümmî isen de Yâ Resûlallah,
Ancak sen okursun yüreğimizi.
Suları tükendi gülâbdanların,
Dinmedi gözümüz yaşı, merhamet.
Külleri soğudu buhurdanların,
Aşkınla bağrını yakmada millet.
Gelmemiş Türkçe’de Lebid, Hassân’ın,
Yok bizde ne Bürde, ne Muallaka.
Yolunda baş veren Âl-i Osman’ın,
Lâl ile yazdığı tarihten başka.
Ne kanlar akıttık hep senin için,
O ulu Kitâb’ın hakkıçün aziz…
Gücümüz erişsin ve erişmesin,
Uğrunda her zaman döğüşeceğiz.
Yapamaz Ertuğrul evlâdı sensiz,
Can verir, cânânı veremez Türkler.
Ebedi hadim’ül haremeyniniz,
Ölsek de Ravza’nı rûhumuz bekler…
Peygamber Efendimiz için yazılmış naatlar hepimizi etkiler şüphesiz. Açıkçası en kıskandığım şiirlerdir naatlar. Farklı imkanlarla ve duygularla yazılıyorlar hiç şüphesiz. Kaside- i Bürde’miz, Su Kaside’miz, Yağmur’umuz, Naat’larımız…
Bu şiirle Medine Müdafaası’nın içinde buldum kendimi. Ve soluğu, 22 Kasım 1948’de Kabil sefiri vazifesinin ardından Eskişehir yakınlarında trende kalp krizi geçirerek vefat eden meşhur İngiliz ajanı Lawrens’in koyduğu lakapla Çöl Kaplanı- Medine Müdafii Fahreddin Paşa’nın vasiyeti üzerine defnedildiği Rumelihisarı Mezarlığı’ndaki ebedi istirahatgahında aldım.
1868 Rusçuk doğumlu Ömer Fahreddin (Türkkan) Paşa, 1888 yılında İstanbul’da Harp Okulu’nu birincilikte bitirip 1891’de Kurmay Yüzbaşı oluyor. 1911-1912’de Türk- İtalyan Savaşına katılıyor. 1912-1913 Balkan Savaşı’nda Enver Paşa’nın Kurmay Başkanlığını yaptığı Hurşit Paşa Kolordusu’nun 31.Tümen Kumandanı iken Çatalca mevziinde sol kanat köprü başı taarruzunu yapıyor. Bulgar ordusunun geri çekilişiyle de Ordu Kumandanlığını Enver Paşa’nın yaptığı bu harekatta, tümeniyle Edirne’yi geri alıyor. Birinci Cihan Harbi’nde Suriye Cephesinde Kumandan olarak 12. Kolordu’yu Halep’e getirip Paşalığa terfi ediyor. Suriye ve Çanakkale’de bulunan Fahreddin Paşa 23 Mayıs 1916’da denetleme görevi veriliyor ve seçtiği subaylarla birlikte Medine’ye gitmesi emrediliyor.31 Mayıs tarihinden beş gün sonra 5 Haziran 1919’da göreve başlıyor. Bundan sonrası hepmücadele, kahramanlık, fedakarlık dönemi oluyor.
Medine Müdafaası’nda bizzat bulunan ve tuttuğu notlarla müdafaayı kitaplaştıran, Hilal-ı Ahmer ( Kızılay) Hastanesi’nde görev yapmış gazeteci Feridun Kandemir’in Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası / Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler eserinde, kitabının sonlarına doğru şu sitem dolu sözleri hepimizi etkileyecek mahiyette: “ … Fahreddin Paşa işte buydu. Askerlikteki başarısı kadar, kısaca bulunduğu politika hayatında da gıpta edilecek bir muvaffakiyet göstermişti. Ama, şimdi bugünkü kuşaklara, bugünkü aydınlara sorun, kimdi bu adam? Biliyorum, tanıyorum! Diye acaba elini kaldıran bulunabilir mi? Ansiklopedilerin çoğunda bile bir (Medine Kahramanı Fahreddin Paşa) yoktur. Bir Allah’ın kulu çıkıp da ölüm yıl dönümlerinde olsun, onu anmayı hatırına getirmez. “Sağlığında tarihe adını altın harflerle yazdıran” eşsiz Türk askerini, Türk büyüğünü ne çabuk unuttuk?”…
Feridun Kandemir, kitabın oluşmasını şöyle anlatıyor: Türk milletinin iftiharla göğsünü kabartan muhteşem müdafaanın şahidi olarak İstanbul’a döndüğünde bir gün Süleyman Nazif ve Yahya Kemal’in de bulunduğu bir dost ortamında, Hicaz’da, Medine’de yaşanılanları anlatırken Süleyman Nazif yerinden fırlayarak: “ Çocuk! Çocuk! Neler söylüyorsun sen? Bunlar burada anlatılmaz. Bir meydana koş, bütün İstanbul’a, bütün bir millete bağıra bağıra anlat bunları!” diyor. Bunun üzerine yaşadıklarını, bildiklerini kitap haline getiriyor. Ben de kitabı okurken Süleyman Nazif’in duygularına benzer duygularla bu müdafaayı, şartları, gerçekleri okuyup öğrenmek ve elimizden geldiğince de anlatmak gerektiğine inandım.
Fahreddin Paşa’nın kendisi bir hatırat yazmak istememiştir. Feridun Kandemir, kendisinden hatıralarını istediğinde de Paşa: “Bana bak Medineli, boşuna kendini yorma. Hiç kimse bana: “Bir zamanlar şöyle yaptım, böyle ettim.” dedirtemez. Ne yapılmışsa, bütün vesikalarıyla tarihe bırakılmıştır.Ne diyeceğimi kestirerek, konuşacak olan ancak odur.”demiştir.
Medine hatıraları öncelikle İfham gazetesinde yayınlanan Feridun Kandemir’den, babasının arkadaşlarından olan Yusuf Akçura’nın evinde bir toplantı esnasında, İfham gazetesindeki yazılarından, Medine’den bahsetmesiistenir. Eşref Edip, Mithat Cemal ve Mehmet Akif de gelir o toplantıya ve Mehmed Akif: “ Evladım, evladım, ne günler yaşamışsınız. Meğer neler olmuş… Biz burada uyurken ne kahramanlıklar, ne yiğitlikler yapılmış da haberimiz yokmuş…Gazanız mübarek olsun!...”der. Necid Çölleri’nden Medine’ye şiirini mırıldanır.
…. “O nuru gönder, ilahi, asırlar oldu yeter/ Bunaldı milletin afakı, bir sabah ister.”…
1517 yılında Osmanlı topraklarına geçen Hicaz bölgesi, manevi ve özel bir konuma sahiptir hiç süphesiz. Yavuz Sultan Selim Han, kendisini “Hadimü’l Haremeyn” ilan etmiştir ve bu sıfatı Türkler de çok sevmiş ve gereğini yerine getirmek için her türlü mücadelede yer almıştır. Ancak 1. Dünya savaşında Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in İngilizlerle işbirliği yapması, özellikle de casus Lawrens’in planlarıyla Cidde, Mekke, Taif sırasıyla elimizden gitmiştir. Medine’ye gelince… Fahreddin Paşa’dan Medine’yi teslim etmesi istendiği halde teslim edememiştir. İki yıl yedi ay zor şartlar altında mücadele etmiş, kutsal emanetleri İstanbul’a göndermiştir. Ancak Mondros imzalandıktan sonra şehri teslim etmek zorunda kalmıştır. 31Ekim 1918’de imzalanan Mondros Antlaşması’nda madde açıktır: “Hicaz’da, Asir’de, Yemen’de, Suriye’de ve Irak’ta bulunan muhafız kıtalar en yakın itilaf kumandanına teslim olunacaktır.”
Akabe’nin düşürülmesiyle Filistin İngiliz Orduları Kumandanı Mareşal Alenby’ ye olan güvenleri, İngilizlerin yeni hazırlıklara girişmelerine neden olur ve Medine’nin etrafı kuşatılır. Askerimiz açtır veMedine savunmasının devam ettiği o günlerde gökten nimet yağar. Yani çekirge!Fahreddin Paşa, tam da o günlerde şehri istila eden çekirgeler için Medine’yi teslim etmeyip müdafaaya devam etmek için methiyede bulunur ve askerlerine bildiri yayınlar:
''Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Yalnız tüyü yok? O da serçe gibi kanatlı ve uçuyor. Bitki ile besleniyor. Serçe gibi huysuz, serçe gibi asabî. Yediği şeyleri itina ile seçiyor ve temiz şeyler yiyor. Hicaz, Âsir, Yemen ve Afrika Arapları’nın başlıca gıdası çekirgedir. Bedevîler sağlamlık ve zindeliklerini, sebükbarlıklarını yedikleri çekirgelere borçludurlar. Çekirgeyi deve ve hecinler de büyük bir zevk ile yiyorlar. "Kunfede" de develeri kâmilen çekirge ile besliyorlar. Müessir ve katî olan şifa hassaları -dizlerinin bağı çözülenlere, zayıflara, bünyevî hastalıklara, basurlulara- büyük tesiri vardır.
Romatizma için iksir gibidir. Şifa hassaları bilhassa yumurtasında toplanmıştır. Biz maatteessüf bunları çukurlara gömerek, üzerlerine kireç dökerek ziyan ediyoruz.
Çekirgeyi doktorlarımıza tetkik ve tahlil ettirdim. Bunlar, tetkikat neticesinde çekirgeden yüksek sitayişle bahsetmekte, şifa ve gıda hassalarını saymakla bitirememektedirler.
…
Büyük bir dikkat ve ihtimam ile ve kendime mahsus titizlikle yaptırdığım tecrübelerde tıbbî hassaları tahakkuk eden ve yenmesi "sünnet" olan çekirgeye yan gözle bakmak ve ondan tiksinmek, en hafif tâbir ile nimet tanımamazlıktır. Dün karargâh sofrasında "Çekirge Tavası" vardı. Arkadaşlarımla beraber pek tatlı yedim ve bunu "dil konservesi"nden daha iyi buldum. Hele zeytinyağı ve limon suyu ile salatası pek nefis oluyor.
Elhasıl dün, çekirgeleri bahçelerden kovup yok etme tedbirini düşünürken, bugün çekirge geliyor mu? diye yolları gözlüyorum. Hangi mıntıkaya çekirge düşerse, tarifim veçhile istifade edilmesini ve bana da hediye olarak çekirge gönderilmesini arkadaşlarımdan rica ederim.” ….
Ve vatan evlatları komutanlarıyla birlikte çekirge yiyerek Medine’yi savunmaya o zor şartlarda devam etmiştir. Allah onlardan ebeden razı olsun.
10 Ocak 1919’da Medine teslim edilir. Fahreddin Paşa, bindirildiği bir İngiliz harp gemisiyle Mısır’a götürülürken İstanbul gazeteleri bu konuda son sözleri söyler:
“Medine müdafii nihayet antlaşmanın imzalandığına kani olarak İtilaf kuvvetlerine teslim olmuştur. Bu suretle Cihan Harbi’nin Osmanlılık namına en şerefli bir sahifesi daha kapandı demektir. İdari, siyasi hatalar ne olursa olsun onların sorumlularını arayıp kanuni cezalarını vermek bir adalet vecibesi bulunsun. Herhalde bütün insanlığın gözünde belirmiş bir gerçek vardır ki, o da bu harpta milletimizin haysiyet ve istiklalini muhafaza namına yapmış olduğu fedakarlıklar ve kahramanlıklardır.”…
Evet. 10 Ocak 1919 Medine-i Münevvere’ nin teslim tarihi. “Kimi kolsuz, kimi bacaksız kalmış askerlerin, birbirlerine sokulup yardım ederek halsiz, mecalsiz bir durumda, son defa Ravza’ ya yüzlerini sürerek dualar eşliğinde yaptıkları veda, görülecek şeydi. İngiliz altınları ile beslenerek Türk’e diş biler hale getirilmiş bazı Araplar bile bu manzara karşısında gözyaşlarını tutamamıştı.”
Feridun Kandemir’in Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası & Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler adlı eserini okuduğumuzda Şam, Kudüs, Mekke, Cidde, Taif ve Medine’nin nasıl elimizden çıktığını, İngiliz casus Lawrens ve Şerif Hüseyin ittifakı ile bölgede neler yaşandığı, kutsal emanetlerin nasıl gönderildiği, Medine’nin tesliminden sonra Fahreddin Paşa’nın durumu ayrıntılarıyla anlatılmış.
Tarih, tekerrürse… İyi okumalı…Değil miyiz?
Yapamayız sensiz ya Resulallah! Ebedi hadimü’l haremeyniniz.
“Ölsek de Ravza’ nı rûhumuz bekler…”
1980 Amasya doğumlu. 2002 yılında Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Halen edebiyat öğretmeni olarak görevine devam etmektedir. Çeşitli dergilerde, kültür sanat edebiyat sitelerinde şiir, hikâye, deneme ve biyografiler yazıyor. Evli ve iki çocuk annesi.