Menu
İZMİR TURGUTLU MUSULCALI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • İZMİR TURGUTLU MUSULCALI

İZMİR TURGUTLU MUSULCALI

İnsan, sevdiklerine yürüyebilmeyi alışkanlık haline getirebilmeli imkânı olunca. Ama öte yandan bu alışkanlığın ünsiyet ile zedelenmemesine de dikkat etmeli. Gönüller yapmalı, gönlünün imkanı kadar, kucak açmalı kollarının/yüreğinin enginliği kadar. Mesafeleri sorun etmemeli, atılan her adımın bir dua olduğunu ve visâlin sevincine ahirette ecir olarak ekleneceğini düşünmeli. Hâsılı yürümeli insan…

Yürüdük ama kanatlarla. Mesafe ne de kısalıyor saatte 600-700 km hız yapınca. Uçma hissi her dâim olmuş insanda ama bu duyguyu tadabilen insan sayısı biraz olsun ancak günümüzde arttı. İzmir’deyiz. İlk gittiğim zaman bayağı küçüktüm sanırım bu şehre. Aklımda sadece palmiyelerin silik görüntüsü kalmış. Şimdi ise biraz daha idrak edebiliyorum çevreyi. Şehir planı, sosyo-kültürel yapısı ve bitmeyen metro çalışmasıyla daha bir problemli geliyor bu şehir şimdilerde bana. Aile ziyareti için buradayız ve Allah’tan bir zeval çıkmazsa 3-4 gün buranın havasını soluyacağız. Bayramın verdiği o ilginç huzuru, karşılaştığımız insanların yüzündeki duru sevinçle birlikle kucaklamak ne kadar güzel. Bayram ziyaretleri, el öpmeler, yeni damat olarak yeni insanlarla tanışmalar, kayınvalidenin cömert ve leziz yemekleri, Van gelini baldızımızın hazırladığı doğunun en uç bölgesinin yöresel yemekleri vs. İzmir’de Hak adına yapılan bazı koşuşturmalar pek çok yerden daha zor anladığım kadarıyla. Tanıştığım bir avuç kocaman yürekli insan ellerinden geleni yapıyorlar belli ki. Yorulmanın mümkün olmadığı bir yer görünümünde bu ilginç şehir…

İzmir ile Turgutlu’nun arası 45 km. kadar. Yol düzgün. Rahat bir yolculuğun ardından Cuma namazını kılmak için hem /kayın/ana hem de /kayın/baba yurdu olan Turgutlu’nun merkezindeyiz. Eda ve sedası güzel görevliler eşliğinde hoş bir namaz, ardından yıllar sonrasında yenilenen hatıralar. Elini öpmeye geldiğimiz büyüğümüzün otuz sene öncesinden dostları ile halleşmeler. Musulcalı ise Turgutlu merkeze 10-12 km. mesafede. Resmî adının Musacalı olduğunu yol üzerindeki tabeladan öğrendiğim köy, yaklaşık 400 hane. Hemen altıdan Gediz nehrinin geçtiği köyde geçim, bu iklimin yaygın olduğu coğrafyalardaki gibi üzüm, zeytin ve incir ile sağlanıyor. Köyün adının Musulcalı olduğunda oranın bilhassa ileri yaşlılarının ittifakı var ve atalarının nüfus mübadelesi ile Musul bölgesinden geldikleri biliniyor. Hani Anadolu’nun hemen her yerinde görülebilecek köylerden biri burası da. Ancak refah seviyesi daha önce gezme imkanı bulduğum pek çok köyden ileride. Bunu tarım aletleri, cami vb. unsurlardan anlamak mümkün. Bunda, verimli toprakta yetiştirilen ürünün hemen pazara sunulma imkânının etkili olduğu aşikar. Bunun yanı sıra Turgutlu’da pazar alış-verişinin oldukça uygun olduğunu da özellikle ifade etmek gerekir.

Tabiî ki bu şirin köye geliş nedenimiz büyüklerimizin ellerini öpmek ve hayır dualarını almaktı. Ancak ilgi çekici bir ziyarete temas etmek gerekiyor. 85’lik Havva Nine’nin mütevazı evine konuk oluyoruz. Elini öpüp kenara çekiliyoruz ama beni -yani kızının torununun yeni damadı olan beni- bir kez daha yanına çağırıyor ve ağırlaşan gözlerine gören ellerinin yaptığı yardımla yüzümü sıvazlıyor. Bu pir-i fâni duaları insanı sanki sonsuz yapıyor…

Öte yandan her yörenin kendine özgü bir yemek kültürü var malum. Ama kurban bayramı olunca büyük oranda yemek türleri yanaşıyor birbirine. Soframızda anneannenin türlü hastalıklarına rağmen bin bir zahmetle önümüze sunduğu envai çeşit yemek. Et yemeklerinin lezzetini bir tarafa bırakacak olursak, bilhassa “çıntar” denilen mantarın pişirilme şekli ilgimi çekti. Una belenerek kızartıldığını düşündüğüm “çıntar”, Ilgaz yöresindeki “kanlıca mantarı” olsa gerek. Tadı ve görüntüsü birebir aynı çünkü. Dedenin huzur veren sakinliğine sofradakilerin hoş sohbetleri de eklenince, yemek hiç bitmesin istiyor insan. Ancak her tadın sonu var malum. Damağımızdaki farklı lezzetlerle İzmir yoluna düşmek gerekiyor yeniden…

Tabii ki hayat her zaman mutluluklar vermiyor insana. Bir cenazeye iştirak edeceğiz hemen bayramın ardından. Şu ana kadarki kariyeri; bitirdiği okullar ve başarıları, sağlam karakteri ve daha nice güzelliğiyle 26 yaşında bir genç kızı ahiret yolculuğuna uğurluyoruz. Yeni evlendiğini öğrendiğim zaman ise trafik kazası münasebetiyle sonsuzluk yoluna uzanan bu gencin arkasında bıraktıklarına olan duam ziyadeleşiyor. Zor şey. Ağlıyorum hiç tanımadığım insanlar için… Sevgilisinden yetim kalan gencin bir yakınımızın tanıdığı olduğunu ve mevcut hissiyatını öğrendiğimde ise karışık duygularım gittikçe katmerleniyor. Ölümü normalleştirmek insanın en büyük hatalarından galiba. Hem her seferinde ilk kez geliyormuş gibi davranmak, hem de ardından hiç gelmeyecekmiş gibi hayata dalmak. Yine ölümün yaş ile olan ilişkisi de zihnimizde sorunlu bir konum arz ediyor zannediyorum. Hem yaşça genç olanların da vefatlarına şahit olmak, hem de ileri yaşlarımıza kadar ölümün kapımızı çalmayacağını düşünmek. Gerçi insan çelişkisiz yaşayamaz ama…

Günlerden Pazar. Ayrılık zilleri çalıyor akşam 21.30 uçağı için. Ayrılmak neden daima zor? Gözyaşlarımız neden hücum ediyor ki gözlerimize her defasında? Arkada bıraktıklarımızla yeniden buluşma ümidimiz biraz olsun teselli ediyor bizi. Artık mesafeler eskisi gibi değil. İstanbul beyaz karşılıyor bizi. Bizim uçaktan sonra Yeşilköy’e yönlendirilmiş uçaklar sisten dolayı ve insanlar saatlerce valiz kuyruklarında telef olmuşlar. Evimize oldukça yakın olan Sabiha Gökçen’e inebilmek büyük bir nimet oldu hasılı. Bazı geceler ne kadar uzun. İki saat içerisinde idrak edilen iki şehir, kıyısından geçilen onlarca semt, karşılaşılan yüzlerce yüz. Yorgunluk. Büyük şehirlerin yorgunluğu da büyük. Yarın pazartesi, yani yeni bir iş günü… Çark dönüyor…

(18-21.11.2010)