Menu
İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN
Deneme/İnceleme/Eleştiri • İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN

İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN

Neden zordur, içimizden birinin karanlığı yaracak olma ihtimaline karşı destekleyici bir tavır sergilemek? Şartlarını zorlayıp güç bela kıpraştırmaya çalıştığı o ışığı söndürmek için çabalamak ya da için için başarısız olmasını dilemek, çabasına burun kıvırmak, neden? Oysa karanlığa olan mecburiyeti kabullenip her zamanki gibi yaşamaya devam etse sorun olmayacaktı değil mi? Değişim korkutur. Bir direnç doğurur derhal. Dişimizin kovuğuna kaçmış bir yiyecek kırıntısına dilimizle saldırdığımız gibi saldırmak isteriz değişen şeye. Mevcut düzeni muhafaza etmek arzusu -ki kötü bir düzen de olsa budolaşır damarlarımızda, çünkü tanıdıktır. En iyi bildiğimizdir. Bildiğimizden şaşmamak güvende hissettirir. 

Farklı olana, olmaya çabalayana saldırı bilhassa taşrada daha bir kuvvetli gösterir kendini. John 
Steinbeck’in İnci’si tam da bu açıdan okunmak için kıymetlidir. Sömürge kültürünün bir toplumu yüzyıllar içinde hangi şartlara gömdüğü, yoksulluğu, çaresizliği, hiçbir yüce makam tarafından adam yerine konmamayı dramatik bir son yardımıyla iyice altını çizerek işlemiştir Steinbeck bu kitabında. Kasaba halkı için kendilerine reva görülen bu şartlardan sıyrılmanın tek yolu, o devrin petrolü sayılan bir inci bulup çıkarmaktır denizden. Kino, o inciyi bulur çünkü oğlu, akrep sokması sonucu ölümle karşı karşıyadır ve Fransız doktor, “Ben veteriner değilim.” diyerek tedaviye  yanaşmamaktadır. Ancak gelin görün ki en başta bahsettiğimiz, kendi karanlığına başkalarını da çekmek suretiyle karanlığı yaşanabilir hale getirme arzusu Kino ve ailesinin kâbusu olup o büyük ümidin üstüne çöreklenir. 

Steinbeck bu alışılagelmiş düzenin bozulması ile kasabadaki dalgalanmayı şöyle anlatır bize: “Küçük 
bir kasabanın kendi kendiyle ve bütün birimleriyle kurduğu sıkı ilişkiyi nasıl sürdürdüğüne ne kadar şaşsak azdır. Her erkek, her kadın, her çocuk, her bebek kasabada belli bir biçimde davranır, belli edimlere girişirse, kalıpları kırmaz, öteki bireylerde farklılık göstermezse, hiçbir şekilde deneylere kalkışmaz, önemli bir hastalığa tutulmaz, kasabanın esenliğini ve iç erincini, yani o kesintisiz, şaşmaz akışını bozabilecek bir şey yapmazsa, o birim görünmez olabilir, bir daha da adı bile duyulmaz. Ama tek bir kişi, alışılageldik düşünce kalıbının, bilinen ve güvenilen biçiminin dışına çıkmaya görsün, kasaba halkının duyargaları hemen geriliverir, bu haber kasabanın sinir ağı aracılığı ile her yana yayılır. Her birim, bütünle iletişim kurar.” Nitekim Kino’nun inciyi bulması, artık zengin olma, onların aralarından sıyrılma imkânı bulması kasabayı sarsar, alışılagelmiş olandan farklı bir durum vardır çünkü şimdi ortada. Haberi alır almaz herkes inciyle bağ kurmaya başlar; kasabalıların hayallerinde, ihtiyaçlarında, tutkularında, yoksulluklarında tüm güzelliğiyle parlamaktadır artık. İnciye giden yolun başını tutmuş Kino’yu ortadan kaldırmak gerekecektir ancak. Herkesin düşmanı haline gelmiş olur böylece birden bire Kino.

Kino’nun halkının en büyük talihsizliği belki de geçmiş yıllarda İspanya Kralı’nı Avrupa’da büyük bir 
güç katına yükselten, büyük savaş harcamalarını ödeyen, Kral’ın ruhunun kurtuluşu uğruna kiliseleri cömertçe süsleyen bir istiridye yatağının kenarında yaşıyor olmaktı. Steinback’in İnci’si sömürge kültürünün neticelerini görmek açısından da önemlidir. Ne yazık ki bu gibi cevherlerin, yer altı kaynaklarının o bölgelerin sahipleri tarafından kullanılmasına hiçbir zaman müsaade edilmedi. Sadece işçisi, toplayıcısı olmalarına müsaade edildi. Karşılığı da açlıktan ölmelerini engelleyecek birkaç kuruştu. İşte Kino, sömürge yıllarından geriye kalan yoksulluk, çaresizlik, zaman zaman hastalıkla katmerlenen bu düzeni yırtıp atmanın başka bir yolu olmadığı için direndi avucundaki inciyle, zengin efendilere ve kendi insanına.

Ezilenlerin Pedagojisi’ni yazan Brezilyalı yazar Paoulo Freire, ezen ve ezilen arasındaki ilişkiyi şöyle 
açıklar: “Ezenler için ‘insani varlık’ sadece kendileridir; öteki insanlar ‘şeyler’dir. Ezenler için sadece tek bir hak vardır: Kendilerinin barış içinde yaşama hakkı. Buna karşı ezilenlerin hakkı ise –ki bu hakları bile her zaman saygı görmez, olsa olsa kabullenilir- hayatta kalmaktır. Ve bu zoraki kabul de sadece ezilenlerin varlığı, kendi varoluşları için zorunlu olduğundan gerçekleşir.” İşte Steinbeck İnci’de bize bu gerçeği anlatır. Kitaptaki Fransız doktor, ezenleri çok iyi temsil etmektedir. Yüzyıllardır Kino’nun ırkını döven, aç bırakan, yağmalayan ve aşağılayan bir ırktan geliyordur. Bu ırk tarafından korkutulmuş, hayvanca muamele görmüş yerli halkı yani ezilenleri de en iyi başkahraman Kino ve ailesinde görürüz. Kasaba halkı da ezilenlerin içindedir elbette ancak asıl düşmanı görmek istemezler, görseler de yapacakları bir şey yoktur ona karşı. Bu nedenle güç yetirebilecekleri tek insan, başka bir ezilen yani Kino’dur. İnci, tüm bu ilişkiler yumağında, merkezine deniz yaşamını alarak, asıl düşmanın kim olduğunu sorgulatıyor bize.

ZEYNEP

Kars’ta doğdu. Akyazı Anadolu Öğretmen Lisesi ve Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği mezunu. Uluslararası ve Karşılaştırmalı Eğitim alanında yüksek lisansı devam ediyor.  
Yurt içinde ve yurt dışında öğretmenlik yaptı ve Yeşilay bünyesinde, bazı Osmanlıca dergilerin dijital ortama aktarılmasında görev aldı. 

Ayraç ve Yazıatölyesi dergilerinde editörlük yaptı.Yazıları İtibar ve Muhayyel dergilerinde yayımlandı.Çocuk edebiyatı, pedagoji, psikoloji alanlarında okumalarını sürdürüyor.Evli ve bir kızı var.

Daha fazla görüntüle